İkinci dersimize başlamadan evvel, geçen sayıdaki dersimizi birkaç cümleyle de olsa hatırlatmamızda fayda var. Özetle:
a- "Risale-i Nur`dan nasıl daha fazla istifade edebilirim?" sorusuyla giriş yapmış ve bu ve buna benzer soruların Risale-i Nur`a ve Üstad`a olan ilgi ve alakanın alameti olduğunu söylemiştik.
b- Risale-i Nur`un yalnız Türkiye insanının değil, dünyanın birçok ülkesinde muhtelif seviye ve tabakalarda insanların gündeminde olduğunu söyleyerek, önemine vurgu yapmıştık.
c- İnsanların mezheb ve meşreplerine, dinî ve siyasî görüşlerine veya sonu gelmez değişik ihtiyaçlarına göre Üstad`a ve eserlerine yaklaştıklarını; bunun da zaman zaman Üstad`ın maksadına uymayan riskli bazı sonuçlara sebep olduğunu, bu riskleri bertaraf etmek için ise bizim daha fazla çalışmamız gerektiğini ifade etmiştik.
d- Son olarak üç madde altında Risale-i Nur`u tanıyıp istifade etmemiz için öncelikle Üstad`ı, hayatını ve mücadelesini tanıyıp bilmemiz gerektiğinin altını çizip Üstad`ın konuyla ilgili bazı sözlerine yer vermiştik.
Bu özetten sonra şimdi "Risale-i Nur külliyatından nasıl daha fazla istifade edebilirim?" sorusunu akılda tutarak ikinci dersimize dördüncü madde ile başlıyoruz.
İKİNCİ DERS
4- Bir yandan Üstad’ı okuyup tanımaya, anlamaya çalışırken, öte yandan Külliyatı tanımanın yollarını arayacağız. Üstad okumalarımız bir adım önde olmakla beraber, bu ikisi birlikte eşzamanlı olarak yürütülmelidir. Birincisi ikincisini takviye edecek ve kolay anlama yollarını öğretecektir. Anlama elbette önemli ve önceliklidir; ama ondan önce tanımaya odaklanmalı; çünkü tanıma, anlamadan daha önceliklidir. Tanımadığınız, mahiyetini bilmediğiniz bir şeyi anlayıp kavramanız, isabetli yorumlarda bulunmanız veya anlatmanız ya da istifade etmeniz mümkün değildir. O yüzden bir yandan Üstad’ı okurken bir yandan da Külliyatı tanıma derdine düşeceğiz, düşmeliyiz. Külliyatın tanım ve tarifini ise, Üstad’dan alacağız. Kabul ki bir eseri en iyi tanımlayan; içeriğinin nelerden oluştuğunu, niçin yazıldığını, hangi kaynaklara dayandığını ve maksad ve hedefinin neler olduğunu en iyi bilen kuşkusuz müellifidir, müellifi olmalıdır. Ve bu son derece tabiidir. Araştırmalarımızdan yola çıkarak, bize göre, Üstad, Risale-i Nur`u yeteri kadar tanımlayıp tarif etmiştir.
5- Üstad Risale-i Nur`un bir Kur`an tefsiri olduğunu söylüyor. Okuyalım: "Tefsir iki kısımdır: Birisi, malum tefsirlerdir ki, Kur`an`ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin manalarını beyan ve izah ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise, Kur`an`ın imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve ispat ve izah etmektir. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var. Zahir malûm tefsirler, bu kısmı bazen mücmel bir tarzda ders ediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannid feylesofları susturan bir manevi tefsirdir..." (1)
Dedik ki, bir eseri en iyi müellifi tanır ve tarif eder. Biz de buradan yola çıkarak eserlere gidelim. Örneğin İşaratü`l İ`caz risalesi… Fatiha suresinden başlayan ve Bakara suresinin 33. Ayet-i Kerimesine kadar ki ayetleri tefsir eden muazzam bir tefsirdir. Te`lif şartları da çok garip… Savaş meydanlarında, siperlerde veya at sırtında olmuştur. Şu sıralarda (basına yansıdığı kadarıyla) Diyanet İşleri Başkanlığı onu bir tefsir olarak basma hazırlığındadır. İşaratü`l İ`caz, "Dirayet Tefsiri" sınıfından "İlmî ve Edebî" bir tefsir türü olarak değerlendirilmektedir. Risale-i Nur Külliyatının âdeta omurgası ve hatta ruhu mesabesinde olan Sözler, Mektubat, Lem`alar ve Şualar ise, daha çok "Konulu Tefsir" türüne dâhil, bu tarzın yeni bir yaklaşımı olarak kabul edilmektedir. Mesela Üstad ‘Sözler`den söz ederken "Yüzer (yüzlerce) ayat-ı Kur`aniyeden süzülmüş bazı katarat (damlalar)tır. Sair risaleler dahi umumen öyledir..." demektedir. Gerçekten ‘Sözler`e baktığınızda, baştan sona kadar konular, bir veya daha fazla ayet-i kerime ışığında ele alınıp tefsir edildiğini görürsünüz. Diğerleri de, daha seyrek veya daha yoğun, ekseriyetle bu tarzdadır. Genel anlamda Üstad`ın ifadelerinden açıkça anlaşılıyor ki, o, Risale-i Nur`u ilm-i kelamın konularını da muhtevi bir tefsiri olarak değerlendirmektedir. Bunu böyle bilmemiz, anlama ve istifade kabiliyetimize müspet tesir edecektir.
6- Yalnız hemen belirtmeliyiz ki, risaleler, sair tefsirler gibi salt bir tefsir kitabı veya külliyatı değildir. Tamam, tefsirdir; ama sadece ayetlerin tefsir ve yorumlarıyla mahdut bir eser değildir. Bu yönü ile mesela, bir şehid Seyyid Kutub`un, bir Mevdudi`nin ya da bir Elmalı`nın tefsirine benzemiyor. Tefsire dâhil olmayan, başka ilim dallarına giren birçok konuyu daha işliyor. Yani o konuları da bizzat ele alıyor. Söz gelimi, ferd ve cemaat bazında veya ferd ve toplum cihetinde insana dair çok temel konularla ilgili zamanın ruhuyla mutabık neredeyse cevap vermediği sual bırakmıyor. Dolayısıyla İslam’ın temel meseleleri onun ana konusudur. Bu cümleden olmak üzere, tefsirden sonra hadis, fıkıh, tasavvuf, tarih, mezhepler, Arapça, bedi`, beyan, meânî, belağat, mantık, münazara, hikmet, (hadis, fıkıh ve kelama dair) usuller, siyaset ve felsefe gibi ilimler de Risale-i Nur`un temel bahisleri arasındadır. Yanı sıra risaleleri dikkatli bir gözle mütalaa ederseniz, tüm bu ilimler cinanında onun Esmaü`l-Hüsna`nın en güzel ve en tafsilatlı bir şerhi olduğunu da görürsünüz. Bir eserin muhtevası onun kimliği gibidir. Kimliğini bilmek, onu tanımamıza ve dolayısıyla anlayıp istifade etmemize vesile olacaktır.
Ama bilelim ki, Risale-i Nur tüm bu ilimleri sair eserler gibi tekrarlamıyor, bilakis, zamanın beraberinde getirdiği yeni şart ve ihtiyaçları nazara alarak yeni bir tarz ve üslupta ele alıp güncelleştiriyor, pratik çözümler ve yaşanılabilir programlar düzeyine çıkarıp kendine özgü kurduğu bir dil ile disipline ediyor. Üstad, Risale-i Nur`un kendine has muhtevasını ve ilgili diğer eserlerle arasındaki farkı şu sözlerle açıklıyor: "Ehl-i velâyetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye, aynen onlar gibi, Risale-i Nur, ibadet yerinde, ilim içinde hakikate bir yol açmış; sülûk ve evrad yerinde, mantıkî burhanlarla İlmî hüccetler içinde hakikatü`l hakaike yol açmış; ve ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i akide ve usulü din içinde bir velayet-i kübrâ yolunu açmış ki, bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalâletlere galebe ediyor, meydandadır."(2)
Hülasa: Demek ki Risale-i Nur`u anlayıp istifade etmenin yollarından biri de muhtevi olduğu ilimlere vakıf olmak veya bu ilimlerin ıstılahına aşina olmak veya da en azından bu alanda bir altyapıya sahip olmaktır.
7- Yalnız burada şu anlaşılmamalı: Adı geçen ilimlere vakıf olmayan biri Risale-i Nur`u anlayamaz. Hayır, bunu kastetmiyoruz. Elbette herkes derecesine göre anlayıp istifade eder. Her eser ve kitap gibi, Risale-i Nur da yazıldığı zamanki insanların konuşup anlaştıkları bir dil ile yazılıp te`lif edilmiştir. Onda avam halka hitab eden bir dil ve üslup olduğu gibi, âlim ve havassa hitap eden gayet derinlikli bir dil ve üslup da vardır. Örneğin, Birinci Söz`den Dokuzuncu Söz`e kadar ki dil, halkın kullandığı dildir. Yirmi Altıncı Lem`a’nın önemli bir kısmı da böyledir. Mektubat ve diğer bazı risalelerdeki kimi konular da aynı şekilde halkın rahatlıkla okuyup anladığı bir dildir. Bir de unutmayalım ki, o günün muhatabı olan halk, Osmanlı bakiyesi bir halktır ve Osmanlıca ile beraber medrese diline de aşinadır. Ama Kader Risalesi, Yirmi Beşinci Söz, Ayet-i Hasbiye Risalesi ve daha başka bazı derin konuları içeren risaleler için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bunlarda konuların ağırlık ve derinliğine göre kelime, terim ve ıstılahlar kullanılmıştır. Haliyle her eser için geçerli olan kaide risaleler için de geçerlidir; anlama ve istifade, okuyanın istidadına göre derece derece olur. Üstad bunu şöyle ele alır: "Manevî bir elektrik olan Resaili`n-Nur dahi gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu halde, külfet-i tahsile ve derse çalışmaya ve başka Üstadlardan taallüm edilmeye ve müderrisin ağzından iktibas almaya muhtaç olmadan, herkes derecesine göre o ulum-i aliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim olabilir." (3)
Risale-i Nur`un halkın muhtelif kesimleri tarafından rahatlıkla okunup anlaşıldığına bir delil olarak, 1950`li yıllarda yüzbinlerce insan tarafından okunuyor olmasıdır. 1949-1950 yıllarında Afyon savcısının hazırladığı iddianamede bu sayı beş yüz bin olarak tespit edilmiştir. Bunu Üstad, gazeteci Eşref Edip`e verdiği röportajda söylüyor: "Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin -adetini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar- Afyon savcısı beş yüz bin demişti. Belki daha ziyade imanını kurtarmağa vesile oldu." (4)
8- "Risale-i Nur`un dili ağır ve anlaşılmazdır." diyenlere sözümüz şudur: Hepimiz kabul ediyoruz ki, her ilmin kendine özgü bir dil ve ıstılahı vardır. O ilimlerden faydalanmak için, onların dil ve ıstılahını bilip öğrenmek gerekir. Bilinmezse, fayda da olmaz. Mesela hukukun, tıbbın, biyolojinin, astronominin, her birisinin kendine göre bir dili vardır. Aynı şekilde felsefenin, sosyolojinin, tabiat bilimleri ve benzer ilim dallarından her birinin de kendine göre has dilleri vardır. Bunlardan her birinin dilini oluşturan kelimeler, terimler, kavramlar, vurgular diğerininkinden ayrıdır. Her biri ait olduğu ilmin mana ve mesajlarını taşımakla görevlidir. Nasıl ki bunlar böyleyse ve her biri bir gerçekse, dinî-imanî ilimlere ait dallardan her biri de böyledir ve gerçektir. Mesela tefsirin, fıkhın, tasavvufun, hadisin, bunlara ait usullerin ve hakeza., her birinin kendine has ayrı ayrı bir dili vardır. Bunu kabul etmek durumundayız. Matematik işlemlerini bilmeyen birinin matematiği anlaması mümkün mü? Veya tıbbı, ya da hukuk`un kavramlarını bilmeyen birinin bunlardan istifade etmesi mümkün mü? Aynı şekilde fıkhî, tefsirî, hadisî terim ve kavramları bilmeyenlerin de bunlardan hakkıyla istifade etmeleri mümkün değildir.
Risale-i Nur`a gelince biraz önce de arz ettiğimiz gibi, o sair eserler gibi tek bir ilim dalı üzerinden gitmemiş; tefsirle beraber hadis, fıkıh, tasavvuf, mezhebler, mantık, Arapça edebiyatı ve benzeri birçok islamî ilimler üzerinden gitmiştir. Dolayısıyla dinî-imanî birçok ilmi bünyesinde barındıran bir eserdir. Buna göre Risale-i Nur`un dili, dinî-imanî ilimler dilidir. Bu yüzden risaleleri anlama ve istifade etmede adı geçen ilimlere ve bu ilimlere ait ıstılaha aşina olmak çok önemli bir adım olacaktır. Bir kelimenin, bir kavramın hangi ilim dalına ait olduğunu ve hangi anlam ya da anlamları taşıdığını bilmemiz gerekir ki manaları yerli yerine oturtabilelim.
Bir iki örnekle bunu açacak olursak; mesela "vacip" kelimesi günlük konuşmalarımızda "gerekli" anlamında kullanıyoruz. Fıkıh ilminde Şafiilerde "farz" Hanefilerde ise "farzdan daha aşağı, ama yapılması gereken" manasındadır. Aynı kelime kelam ilminde Cenab-ı Hak için "Varlığı mutlak, kesin gerekli ve şart olan" manasında kullanılır. Üstelik verdiğimiz bu anlamlar, çok kısadır ve çok daha geniş anlamları vardır. (5) Yine mesela "Bir şeyden her şeyi yapmak ve her şeyi bir tek şey yapmak, her şeyin halikına has bir iştir." (6) cümlesi yüzlerce ayetin özü, yanı sıra hadis, tefsir, usul-i fıkıh, usul-i kelam, tasavvuf, Arapça ilimlerine göre tanzim edilmiş küllî bir kanun(7) ve kaidedir. Üstad`ın kendine has üslubu ile kavramlaştırdığı "mana-yı harfî" ve "mana-yı ismî" terkiplerini de örnek olarak verebiliriz. Bunlar Arapça (Nahiv) ilminde kullanılan iki kelimedir. Üstad bu iki terimi almış; iman hakikatlerinin anlaşılmasında, kâinat kitabının okunmasında ve fıtrat tahlillerinde, bir şifre, bir anahtar, bir gözlük olarak kullanmıştır.(8) Bir tahdis-i nimet olarak Üstad, konuyla ilgili Mesnevi-i Nuriye`de şöyle der: "Cenabı Hakk`a hamdler, şükürler olsun ki, mesail-i nahviyeden "isim" ile "harf" arasındaki manevi fark ile çok mühim meseleleri bana öğretmiştir. Şöyle ki: Harf, gayrın manasını izah için bir alet, bir hadim olduğu gibi; şu mevcudat da, Esma-i Hüsna’nın tecelliyatını izhar, ifham, izah için bir takım ilahî mektuplardır ki, içlerinde yazılı delail, berahin, havarık mucize-i kudrettir. Mevcudat(ın) bu vecihle nazara alınması, ilim, iman hikmettir. Şayet isim gibi müstakil ve maksud-u bizzat cihetiyle bakılırsa, küfran ve cehl-i mürekkep olur.(9)
Konuyla ilgili onlarca farklı örneği getirmemiz mümkündür. Fakat gerek yoktur. Buradan yola çıkarak şunu diyebiliriz; demek ki Risale-i Nur`u hakkıyla anlayıp istifade etmenin yollarından biri de, Üstad`ın kullandığı kelime, terim, terkip ve kavramları iyice bilmektir. Veya en azından okurken, her karşılaştığımızda, bu tabirlerin manalarını çözerek çalışmaktır.
1 -Şualar, 814, Yeni Asya
2-RNK, 1715
3 -Şualar, 1073
4 -Tarihçe-i Hayat
5 -Risale-i Nur`u okuma ve anlama Teknikleri/ Cemil Tokpınar, Nesil
6 -Sözler 467
7 -Reddü`l Evham, A. Rahman Aktepe
8 - Said-i Nursi`nin ilim seyri: Mana-yı harfî, mana-yı ismî, niyet ve nazar. Prof Dr. Şener Dilek (3-5 Ekim 2010 sempozyum Tebliğinden)
9 - Mesnevi-i Nuriye (RNK, 49)
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi – Şubat 2014 (113. Sayı)
Muhammed Şakir