Günümüzde Gazze’de yaşamış olduğumuz soykırım, insanlık suçları ve tehcir planları; Nekbe’nin tahlilini ve anlamlandırılmasını daha fazla önemli kılmaktadır. Şu an tarih, bu yönü ile en ağır şekilde tekerrür ermektedir. Terör çetesi israil’in sözde devlet ilanı ile başlayan “büyük felaket” sürecinden gereken dersler çıkarılmadığı için ve İslam ümmeti gereken direnç ve duruşu ortaya koymadığı için Nekbeler silsile şeklinde devam etti ve bugüne kadar hiç kesilmedi. Şu an ise en büyüğü ile karşı karşıyayız. Bu süreçte aynı hatalar tekrar edilirse, bu sefer dönüşü olmayan ve tarihi değiştirecek bir süreç başlayabilir.
Bugüne kadar Filistin meselesi, Batılı şer güçlerin kontrolleri altında ilerledi, şekillendi. Sözde uluslararası kurumların ve Batılı devletlerin kontrolü altında Siyonist bir devlet kuruldu ve bu işgal devleti, Batı’nın himayesi ve desteği ile Filistin coğrafyasını kemirdi. Şimdilerde ise toprak bütünlüğü olmayan bir avuç kara parçası Filistinlilere vatan olarak reva görülmüş. Hatta bu toprak parçası bile alınmak istenmektedir. Bugüne kadar Filistinlilerin lehinde olan hiçbir BM kararı uygulanmadı. Ama Siyonistlerin lehinde olan bütün kararlar ise kararlı bir şekilde uygulandı. Yani Filistin sorununun bugüne gelmesinde başta ABD ve İngiltere olmak üzere birçok Batılı devletin ve BM gibi kurumların payı vardır.
Şu an kırılma noktası yaşadığımız bir dönemde, doğru adım atabilmek için israil’in kuruluşu ile beraber yaşananlara şöyle bir göz atalım ve tarihi hatırlayalım. Neler olup bittiğine beraberce bakalım.
Filistinliler için Nekbe (Büyük Felaket), 14 Mayıs 1948’de İsrail’in ilk başbakanı olan David Ben Gurion'un beraberindeki 25 kişiyle birlikte Tel Aviv Müzesi’nde İsrail’in Bağımsızlık Bildirgesi’ni dünya kamuoyuna ilan etmesiyle başladı ve günümüze kadar ağırlaşarak devam etti. 15 Mayıs 1948’den sonra Yahudi çeteleri Filistinlileri katlederek, terör ve tedhiş eylemleriyle sistematik göçe zorladı.
Bu terör, tedhiş ve katliam eylemleri sonrasında; milyonlarca Filistinli mülteci durumuna düştü.
Bu süreç sonrasında gelinen nokta itibariyle;
12 milyon 700 bin Filistinlinin 8 milyon 260 bini dünyanın çeşitli yerlerinde mülteci olarak yaşıyor. 5 milyon 400 bin Filistinli mülteci Birleşmiş Milletler'den mülteci kaydı ile yardım alıyor. 1 milyondan fazla Filistinli hala kayıt dışı olarak göründüğü için yardım alamıyor.
Nekbe'nin tarihi 2 asır öncesine uzanıyor. Nekbe'nin ilk tohumunun "Fransız General Napolyon Bonapart'ın fikriyle atıldığı, Balfour Deklarasyonu ile şekillendiği ve son olarak İsrail'in ilk başbakanı Ben Gurion tarafından somutlaştırıldığı" ifade ediliyor.
Fransız General Napolyon Bonapart, 1799'da Osmanlı idaresi altındaki Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması fikrini gündeme getirdi. Sonraki süreçte dünyanın her yerinden Yahudilerin gruplar halinde Filistin'e göç etmesi sağlandı. Böylelikle siyonist Yahudilerin Filistin topraklarını ele geçirmesi için zemin hazırlandı.
İngiliz General Edmund Allenby, Aralık 1917'de Kudüs'ü işgal ederek, Filistin'in, Birinci Dünya Savaşı'nda yenilgiye uğrayan Osmanlı Devleti'ne bağlılığını sonlandırdı ve siyonistlere hareket alanı açtı. İngilizlerin kontrolü altında olan Filistin’de Yahudiler tam bir himaye ve destek gördüler.
Bölgenin, 1917'de İngiliz mandasına girmesiyle Filistin'e Yahudi göçü daha da hızlandı. İngiltere Dışişleri Bakanlığının 1917'de yayımladığı ve Yahudilerin Filistin'de devlet kurmasını öngören "Balfour Deklarasyonu" ile İngilizler, İsrail'in kurulmasına desteklerini ilan etti.
BM Genel Kurulu'nda 29 Kasım 1947'de Filistin'in, Yahudi ve Filistin devleti olarak bölünmesini öngören karar onaylandı. Karara başta Filistinliler olmak üzere, Arap ülkeleri karşı çıkarken; siyonistler ise kararı memnuniyetle karşıladı.
Bölünme kararının ertesi günü, siyonistler tarafından kurulan "Haganah" adlı silahlı çete tarzı örgüt, Yahudilerin ikamet etmesi için hazırlanan bölgeleri ele geçirdi. Filistin'de İngilizlerin manda yönetimi sona erer ermez silahlı örgütler, 14 Mayıs 1948'de David Ben Gurion tarafından İsrail devletinin kurulduğunu duyurdu.
Bu tarihten sonra Yahudilerin "kendilerine ayrılmış" bölgelere göçleri büyük ölçüde arttı. O zamanki sözde Arap devletlerinin dağınık ve yetersiz çabaları, Yahudi göçünü engelleyemedi.
3 Mart 1949'da İsrail BM'ye tam üye olarak kabul edildi. İsrail, önce ABD, sonrasında ise pek çok ülke tarafından tanındı.
"Topraksız bir halk için, halksız bir toprak" sloganı ile Yahudilerin, katliamlar eşliğinde Filistin topraklarını gasp etmesi meşrulaştırılmaya çalışıldı. Bu eksende şekillenen propaganda dalgası ile Filistinliler adeta tamamen yok sayıldı.
Ayrıca, tarihten gelen haklarının olduğunu ve bu toprakların atalarına ait olduğunu ileri süren Yahudiler, bir de bunu kutsal bir temele oturtmaya gayret ettiler. Muharref Tevrat’a dayanarak buraların kendilerine vaat edildiğini ileri sürerek, işgal için dini bir motif ve motivasyon kaynağı oluşturmaya çalıştılar.
Ayrıca kullandıkları argümanlardan bir diğeri de Filistinlilerin kendi iradeleri ile topraklarını satıp Filistin topraklarını terk ettiği yönünde idi. Tamamen terör ve vahşet ile ele geçirilen toprakları, satın aldıkları tezi ile işgallerini meşrulaştırmaya çalıştılar. Uluslararası lobiler ve işbirlikçiler yardımıyla bu uydurma tezlerine taraftar da buldular maalesef. Oysa bu iddianın aksine; İsrail devleti kurulduğunda Yahudilerin bölgede sahip olduğu toprakların oranı yüzde 5'i bile bulmuyordu.
Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki mülteci kamplarının yanı sıra; başta Suriye, Lübnan ve Ürdün olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde vatanlarından uzakta hayat süren Filistinliler, hala vatanlarına dönecekleri günü ve sürgünlerinin sona ermesini bekliyorlar.
Bu konuya ilişkin BM’nin; "Evlerine geri dönmeyi ve komşularıyla huzur içinde yaşamayı arzulayan mültecilerin, mümkün olan en yakın zamanda bu arzularını gerçekleştirmelerine izin verilmeli ve geri dönmemeye karar verenlerin arazileri için tazminat ödenmeli" şeklindeki 194 sayılı kararını ise İsrail uygulamayı reddediyor.
Görüldüğü gibi Batılı şer güçlerin katkıları ile sorun bugünlere kadar gelmiştir. Bugüne kadar BM’nin Filistinliler lehinde olan hiçbir kararı uygulanmamıştır.
Şu an İslam Ümmeti bu soruna sahip çıkmaz ise bu sorun geri dönülmez bir şekilde aleyhte sonuçlanacaktır. Refah şehrine operasyon yapılması ve yüzbinlerce insanın katledilip de kalan Filistinlilerin Gazze’den sürülmesi, Kudüs ve Mescidi Aksa eksenli Kudüs davasını bitirecektir. Bu ise felaketin zirvesidir. Böyle bir Nekbe, sadece Filistinlilerin değil, tüm İslam Ümmeti’nin nekbesi olacaktır.