"Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin." (Bakara:152)
"Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetine şükredin." ( Nahl:114)
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Zenginlik mal çokluğu değil, göz tokluğudur." (Buhârî, Rikâk, 15; Müslim, Zekât, 120)
Abdullah b. Amr’dan (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:
"Müslüman olup da kendisine yetecek kadar rızık verilen ve Allah’ın kendisine verdiğine kanaat eden kimse, muhakkak kurtulmuştur." (M2426 Müslim, Zekât, 125)
“…Dindarlıkta kendinden üstün olana bakıp tâbî olmak, dünyalıkta ise kendinden aşağıda olana bakıp, Allâh’ın kendisine verdiği üstünlüğe hamd etmek… Böyle yapanları Allah, şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim de dindarlıkta kendinden aşağıda olana, dünyalıkta ise kendinden üstün olana bakar da elde edemediğine üzülürse, Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 58)
Günümüzde yeryüzünde yaşayan insanların büyük bir kısmı ya mutsuzdur ya da mutluluğu nerede arayacağını bilememektedir. Mutluluğu yanlış adreslerde arayanların da dönüp dolaşacakları ve varacakları yer yine hasarettir, nedamettir.
İnsanın mutsuz olması için birçok farklı maddi ve manevi sebepler olsa da tüm insanlar için geçerli olan ortak nedenler de vardır.
Bu yazımızda iki neden üzerinde durmak istiyoruz ki her iki neden de biri biri ile ilintilidir.
Günümüzde insanların mutsuz olmalarının en temel nedeni; şükürsüzlük, kanaatsizliktir.
Özellikle günümüzde, kapitalizm anlayışının zihinleri ve sahayı işgal ettiği bir ortamda, tüketim toplumunda, insanları ruhsal handikapa sevk eden nedenlerden birisi şükürsüzlüğün neticelerinden birisi olan alışkanlıklara esir olmadır. Şükür ikliminden ayrılan birisi, ihtiyaçları ve alışkanlıkları biri biri ile karıştırır. Tüketim toplumunda kapitalizmin esiri olan insanın madde ile ilişkisinde en büyük sorunlardan birisi budur. Eşya ile olan ilişkimizde nerede olmamız gerektiğini iyi bilmemiz gerekir.
Bugün hayatımızda vazgeçilmez ve “olmaz ise olmaz” olarak addettiğimiz nice hususlar var ki, aslında bunlar ne asli ne de temel ihtiyaçtır. Bireysel ya da sosyolojik nedenlerden dolayı birçok alışkanlığı ihtiyaç olarak görmekteyiz. Bugün elde edemediğimiz zaman adeta hayatın duracağını zannettiğimiz; ama aslında hayatımızın değişmeyeceği, tam tersine özümüze dönüş yapabileceğimiz birçok husus vardır. Hayat daha da sadeleşir ve anlam kazanır.
Aslında alışkanlık ve ihtiyaçlarımızı ayırt edebilirsek, hayatın yükünün daha da hafiflediğini görürüz.
Neyin ihtiyaç, neyin alışkanlık olduğu noktasındaki temel ayrım için Kur’ani ve Nebevi müktesebata müracaat edebiliriz. Bu konuda özellikle birçok hadis vardır. Ayrıca insanlığın rehberi olan Peygamberimizin hayatına göz attığımız zaman, bugün ihtiyaç olarak gördüğümüz birçok husus, O’nun ve sahabelerinin hayatında yer almıyordu. Hatta bunlar, o ölçülere göre fazlalık ve israftır.
Bir maddenin hayatımızda ihtiyaç mı yoksa alışkanlık mı olduğunun en pratik tespiti şudur:
O imkân veya eşya, hayatımızdan çıktığı zaman, hayatımızda ne değişiyor ve hayatımızı onurlu bir insan gibi sürdürebiliyor muyuz?
Bu soruyu kendimize sorduğumuz zaman bugün elimizin altında olan ve mahrum kaldığımız zaman adeta nefessiz kalacağımızı zannettiğimiz birçok nesnenin hayatımızdan çıktığında yine gayet rahat bir şekilde hayatımıza devam edebileceğimizi göreceğiz.
Alışkanlıkları ve ihtiyaçları ayıramadığımız müddetçe, her yeni alışkanlık zamanla vazgeçilmez birer zaruret olarak telakki edilecektir.
Bugün hayatımızda vazgeçilmez olarak gördüğümüz nice unsurlar, bizden önceki nesillerin hayatlarında yok idi. Ama onlar hayatın normal akışı içerisinde ellerindeki ile mutlu olabiliyorlardı. Cep telefonu, internet, villa, yat, kat, marka elbiseler, markalı arabalar yok idi. Ama bunlar yok diye kıyamet kopmuyordu ve kimse ölmüyordu. Tam tersine hayat daha sade olduğu için daha da mutlu idiler. Hayat karmaşık bir hal aldıkça bizi metaya bağlayan birçok bağ meydana geliyor ve zamanla sicim ve urgana dönüşüyorlar. Madden bir kolaylık gibi görünen bu tablo, beraberinde her geçen gün korkunç ve telafi edilemez bir tatminsizlik doğurmaktadır.
Bu arada şunu da vurgulamak gerekir:
Alışkanlıkların ihtiyaç olarak görülmesi tehlikesi mevcut olduğundan, zararlı ve malayani alışkanlıklardan uzak durmak icap eder. Alışkanlıklar zamana yayıldıkça kökleşir ve kökleştikçe de benimsenmeleri kolay olur. Benimsendikten sonra da ihtiyaç olarak telaki edilir. Gereksiz bir alışkanlık bu aşamadan sonra artık ihtiyaç olarak telaki edilir. Tatmin edilmediği zaman da maddi ve manevi sıkıntı hali oluşur.
Mesela sigara içmek kötü bir alışkanlık olduğu halde milyonlarca insan bu kötü alışkanlığı ihtiyaç olarak telaki etmektedir. Hatta bazı tiryakiler o kadar ileri gider ki, ramazan ayında oruçlarını açtıkları gibi yemek ve içecek gibi temel ihtiyaçlara yönelmek yerine sigara içmeyi tercih ederler. İşte tek başına bu örnek bile alışkanlıkların ne denli insanı esir aldığı ve hatta bu örnekte görüldüğü gibi temel ihtiyaçların bile önüne geçtiğini göstermektedir.
Bu alışkanlıkların ruhta, bedende ve fikirde oluşturduğu baskı zamanla beraberinde şükürsüzlüğü getirecektir. Alışkanlıklar ile ihtiyaçların ayrımı noktasında pratik bir öneride bulunduğumuz gibi şükür noktasında da hadisi şeriflerde işaret edildiği gibi temel bir kaideyi hayat düsturu haline getirmek gerekir. Maddi nimetler ve musibetler konusunda kendimizden daha aşağıda olanlara bakmamız lazımdır. Kendimizden daha aşağıda olanlara baktığımız zaman şükretmek için birçok sebebimizin olduğunu göreceğiz.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den; Resûlullah (s.a.s.) buyurdu:
“(Dünyalıkta) sizden aşağı olana bakınız! (Yoksa) sizden yüksek olana bakmayınız! Zirâ size lâyık olan, sizin üzerinizdeki Allâh’ın nimetini hor görmemenizdir.” (Tirmizî, Kıyamet, 58, IV, 666)
Osman (r.a.)’dan, Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Âdem oğlunun şu nimetlerden başkasında (şikâyete) hakkı yoktur. (onlar da) Oturacağı ev, avret yerlerini örten giyecek elbise, kuru ekmek ufağı ve (içeceği) sudur.” (Tirmizî, Zühd, 30, IV, 572)
Bu hususta gaflet perdesini yırtmak ve şeytanın vesveselerine kapılmamak için hastane ve kabristanları çokça ziyaret etmek gerekir.
Mesela arabası olmadığı için mutsuz olan birisinin şükretmesi için iki ayağı olmayan bir engelliye bakması ibret için yeter de artar sanırım.
Marka ayakkabı giyemediklerinden şikayet eden gençlere, yeryüzünde ayakkabı bulamayan milyonlarca çıplak ayaklıyı hatırlatmak gerekir. Yiyeceklerinden yakınanlara Afrika’daki yiyecek bulmak bir yana, temiz su bulamayan insanları hatırlatmak gerekir. Yalın ayaklıya, ayağı olmayanları hatırlatmak gerekir. Can sıkıntısından şikâyet edenlere, yıllardır savaş musibetine düçar olup da sakin bir ana hasret olan savaş mağdurlarını hatırlatmak gerekir. Arsa, tarla, tapanı olmadığından şikayet edenlere, vatansızlıktan dünyanın dört bir yanına dağılan ve her şeylerini yitirmiş mültecileri hatırlatma gerekir.
Kısacası her insanın şükretmesi için sayısız sebebi vardır ve bu sebepleri görüp şekvadan vazgeçmek gerekir.
Ubeydullah b. Muhsin, babası (r.anhümâ)’dan; Resûlullah (s.a.s.) buyurdu ki:
“Sizden biriniz, günlük yiyeceğini bulur ve vücudu sıhhatta olduğu hâlde (tehlikelerden) emin olursa, (bütün) dünya kendisine verilmiş gibidir.” (Tirmizî, Zühd, 34, IV, 574)
Bir dostumuz vardı ve boyu kısa idi. Boyunun kısa olmasından dolayı da mutsuz idi. Ama namazda saf tutarken ya da kalabalık bir topluluk içerisinde iken kendisinden daha kısa olan birilerini gördüğü zaman şöyle derdi:
Allah’a hamd olsun ki, benden daha kısalar var. Benden daha uzun boylu olanlara bakıp da üzüleceğim yerde, benden daha kısa olanlara bakıp Allah’a şükredeceğim.
Belki o kısa olanlar da daha kısa olanlara bakıp hallerine şükretmeli; onlar da cüce boylu olanlara bakıp şükretmeli; cüceler, kötürüm olanlara bakıp şükretmeli; kötürüm olanlar, bu musibetin dinlerine değil dünyalarına geldiğine şükretmeli ve her şeye rağmen Allah’ın bahşettiği hayatın güzelliklerini görüp şükretmelidir. Tekrar ediyoruz; her kulun Allah’a şükretmesi için sayısız maddi ve manevi sebepler vardır. Mutlu olmasını bilenler Allah’a hamd ederek en kısıtlı imkanlarla mutlu olmasını bilirler. Ama maddeye odaklı bir zihniyete sahip olanlar, kainata sahip olsalar da yine mutlu olmazlar. Çünkü ruhu doyuran madde değil manadır.
"Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf:17)
Şakir olan kullar ise hem bu dünyada hayatın ve yaşamın lezzetine varırlar hem de bu imtihan yurdundan göç edip de ebedi aleme gittiği zaman büyük saadete nail olurlar.
Ebû Yahyâ Suheyb İbni Sinân radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64)
– Ben, Yâ Resûlullah, dedim. Resûlullah elimden tutarak beş şeyi saydı ve buyurdu ki:
– Haramdan sakın! insanların en çok ibâdet edeni olursun. Allâhu Teâlâ’nın sana ayırdığına râzı ol! İnsanların en zengini olursun. Komşuna iyilik et! (Gerçek) Mü’min olursun. Kendin için sevdiğini, insanlar için de sev! (Hakiki) Müslüman olursun. Çok gülme! Çünkü fazla gülmek, kalbi öldürür (Tirmizî, Zühd, 2, IV, 551)
Ebu Hüreyre'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Yiyip şükreden kimse sabrederek oruç tutan kimse gibidir. " ( TirmizI, Sıfatü'l-kıyame, 43; İbn Mace, Sıyam, 55)
“Îman iki kısımdır. Yarısı sabırda, yarısı şükürdedir.” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, VII, s. 127)
Şükretmesini bilmeyenler, iki cihanda hasarete uğradıkları gibi insanlık için de büyük bir felaket ve tehlikedir. Bugün yeryüzünde birçok fitne ve musibet, bu anlayışın eseridir. Şükretme mefkuresine sahip olmayan bir zihniyet bencildir, zalimdir, yıkıcıdır ve talancıdır. Bu kainat kendisine ait olsa da kimse ile bir şey paylaşmaz ve yeni bir kainat daha ister. Kendisine yeni bir kainat verilse de yine bununla mutlu olmaz. Doymak bilmeyen bir anlayışla, Allah’ın kullarının tüm haklarını gasp ederler. Kendi yumurtalarını pişirmek içim cihanı bile ateşe vermekten çekinmezler. Oysa Rahman’ın şükür mefkuresine sahip olan kulları, ellerindeki en küçük bir nimet ile mutlu olmasını ve bunu cennet azığına dönüştürmesini bilirler. Neyin ihtiyaç, neyin alışkanlık eseri bir istek olduğunu iyi ayırt ederler. Tercihleri sebebiyle kendi kurtuluşları için yol haritası çizdikleri gibi aynı zamanda Arşın altındaki tüm mahlukat için rahmet tecellisinin bir vesilesidirler.
Mehmet Zülküf Yel
Mehmet Zülküf Yel