“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi vasat (mu’tedil) bir ümmet kıldık.” (Bakara:143)
Ebu Said el-Hüdri’den (radıyallahu anh) rivayet edilmiştir. Dedi ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (yukarıdaki ayet-i kerimeyi okudu ve) şöyle buyurdu. “İşte böylece sizi vasat bir ümmet kıldık.” (yani) adaletli (bir ümmet kıldık)” (Tirmizi).
Diğer bir rivayette “vasat, adalettir.” Buyurdu. (bk. Sahih-i Buhari, Sünen-i Tirmizi)
Arab dilinde “Vasat”: Bir şeyin ortası, mu’tedil, adalet, iyi ve seçkin manalarında kullanılmıştır.
İmam Taberî yukarıda geçen ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle söylemiştir: Sizi vasat bir ümmet yaparak diğer dinlerin mensuplarına üstün kıldık.
Allah Teâlâ Mü’minleri dinde mutedil oldukları için vasat olarak vasıflandırmıştır. Çünkü Mü’minler Hıristiyanlar gibi aşırı gitmezler. Hıristiyanlar ruhbanlıkta ve İsa (Aleyhisselam) hakkında söyledikleri sözlerde haddi aşıp ileri gittiler. Yine Mü’minler Yahudilerin kusur ettikleri gibi kusur etmezler. Yahudiler Allah’ın kitabını değiştirdiler, tahrif ettiler, peygamberlerini öldürdüler, Rableri adına yalanlar uydurdular ve onu inkâr ettiler. Müslümanlar ise dinde orta yollu ve i’tidal ehlidirler. Allah Teâlâ da onları bununla vasıflandırdı. Çünkü Allah’a en sevimli şey orta olanıdır. İnsanların en iyisi ve seçkin olanı da orta yollu olanıdır.
Keşşaf’ta denilmiştir ki: seçkin olana “vasat” denilmiştir. Zira taraflar çabuk bozulmaya başlarlar. Orta ise korunur (çünkü) etrafı çevrilidir.
İmam Razi de şöyle söylemiştir: Bir cemaatin görüşüne göre “vasat” adalettir. Buna delil; ayet, hadis, şiir, nakil ve manadır.
Kurtubî de vasat’ın tefsirinin “adalet” olduğunu te’yid etmiştir.
Bu açıklamalardan sonra İslam ümmetinin adalet vasfını taşıyan, orta yollu, mu’tedil ve seçkin bir ümmet olduğu sabit oldu. Bu adalet vasfı İslam ümmetini diğer ümmetler hakkında Resullerinin (aleyhim-üs selam) onlara tebliğ edip etmediğine şahitlik etmeye ehil kılmıştır.
Evet, İslam ümmeti; risaletinde, şeriatında ilkelerinde ve değerlerinde orta yollu ve mu’tedildir. Toplumların, halkların ve fertlerin ıslahı; mutluluk, kurtuluş, dünya izzeti ve ahiret felahı için emsali görülmemiş bir ihlas ve samimiyetle çaba sarf ediyor. (Vehbe Zuhayli: Kadaya-el fıkh-el Muasır)
Seyyid Kutub şunları söylemiştir:
Bu ümmet "vasat" bir ümmettir.
Düşünce ve inanç alanlarında "vasat" bir ümmettir.
Yani ne maddeden soyutlanmış bir maneviyatçılık ne de maddeyi tek gerçek olarak gören materyalizm gibi dengesiz bir aşırılığa girmez. Bunun yerine "ruha sarılmış bir ceset" ya da "cesede bürünmüş bir ruh" gibi fıtri dengeye bağlı kalır. Güç ve kuvvetleri birbiriyle kaynaşmış bünyeye her çeşitten gıdasını tam olarak verir. Bir yandan hayatı koruyup devam ettirmeye çalışırken aynı zamanda ruhen geliştirip düzeyini yükseltmeye çabalar. Arzular ve eğilimler dünyasındaki her gelişmeyi ifrata ve tefrite kaçmadan ölçülü, uyumlu ve dengeli bir biçimde serbest bırakır.
Sosyal düzenleme ve koordinasyon alanında “vasat” bir ümmettir.
Yani, hayatı tümü ile ne duygulara ve içgüdülere ve ne de kanunlara ve cezalara bırakır. Bunun yerine bir yandan eğitim ve yönlendirme yolu ile insan duygularının düzeyini yükseltirken öte yandan da kanunlar ve cezalar aracılığı ile toplum düzenini güvenceye bağlar. İnsanlar arasında bir denge kurar. Bunun sonucu olarak insanları ne sultanın, diktatörün kamçısına ve ne de vicdanlarının başıboş sesine teslim eder, bunun yerine bu ikisi arasında uyumlu bir sentez kurar.
İnsanlar arası ilişkiler ve karşılıklı bağlar alanında “vasat” bir ümmettir.
Yani ne ferdin kişiliğini ve bu kişiliğin dayanaklarını ortadan kaldırarak onun benliğini toplumun ya da devletin kişiliğinde eritir ve ne de ferde kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen, bencil ve muhteris bir kişi olma serbestliği tanır. Bunun yerine, toplumda hareketliliği ve gelişmeyi sağlayan bireysel enerjileri ve iç dürtüleri, aynı zamanda ferdin kişiliğini ve kendine özgü yapısını gerçekleştirmeye yarayan içgüdüleri ve yetenekleri serbest bırakır. Sonra da aşırılıklara set çeken tedbirlerini yürürlüğe koyar. Fertte topluma hizmet etme arzusu uyandıran iç özlemleri teşvik eder; hatta ferde, topluma hizmet etmeye zorlayan yükümlülükler ve görevler belirler. Kısacası bu ümmetin oluşturduğu toplum uyum ve koordinasyon halinde ferde güvence sağlar.
Mekanda, (coğrafi olarak) yeryüzünün göbeğinde ve yerkürenin orta kuşağındaki fonksiyonu itibariyle “vasat” bir ümmettir!.
Toprakları üzerinde İslâm'ın egemen olduğu bu ümmet, uzun yüzyıllardan beri şu ana kadar yeryüzünün doğusu ile batısı, güneyi ile kuzeyi arasında bir köprü durumundadır. Yüzyıllardan beri elinde bulundurduğu bu konumu ile tüm insanlığı gözlemekte, bütün insanlara örnek olmaktadır. Elinde olan her şeyi bütün yeryüzü halkı ile paylaşmakta; tabiî, ruhî ve manevî ürünler, hudutlarından geçerek dünyanın şurasına-burasına dağılmakta ve bu ümmet sözünü ettiğimiz maddî ve manevî trafiğe hakemlik etmekte, onun düzgün işlemesini sağlamaktadır.
Zaman perspektifi konusunda “vasat” bir ümmettir!. İnsanlığın, kendisinden önceki çocukluk dönemini noktalayarak, kendisinden sonraki aklî gelişme çağına bekçilik ve koruyuculuk yapmaktadır. İnsanlığın bu iki dönemi arasında durarak bir yandan insanın gelişmesine ayak bağı olan çocukluk döneminden kalma saplantıları ve hurafeleri silkeleyip atarken, öte yandan insanlığı aklın ve nefsani arzuların fitnesinden uzak tutmaya çalışmaktadır. Peygamberler döneminden kalma ortak manevi miras ile sürekli gelişen aklın birikimi arasında sentez kurmakta, bu ikisini uyumlu bir şekilde bağdaştırmakta, insanlığı bu iki uygarlık kaynağı arasında yer alan doğru yolda yürütmeye çabalamaktadır.
Bu ümmetin, kendisine yüce Allah tarafından bağışlanmış olan bu konumunu günümüzde de sürdürmesinin önüne dikilen tek engel, yüce Allah'ın kendisi için seçmiş olduğu hayat tarzını bir yana bırakarak, yüce Allah'ın seçtiği ile hiç ilgisi olmayan çeşitli yaşama biçimlerini benimsemiş olması; yüce Allah, onun sırf kendi rengine boyanmasını istemesine rağmen, aralarında ilâhî rengin dışında birçok renklerle boyanmış olmasıdır. (Fizilal-il Kur’an)
İslam ümmeti böylece vasat ve mu’tedil olunca elbette bu ümmetin ferdi olan Müslüman da vasat ve mu’tedil olur.
Evet, hayatının her alanında Müslüman mu’tedil olmalıdır.
Allah Teâlâ birçok ayet-i kerimede Müslümanın mu’tedil olması için yol göstererek buyuruyor:
“Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah'a söverler.” (En’am: 108)
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır.” (Bakara: 256)
“(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!.” (Nahl: 125)
“Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.” (İsra: 29)
“Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas: 77)
Ve daha nice ayetlerde Yüce Rabbimiz i’tidalı emreder…
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de birçok hadis-i şeriflerinde ve hayatın değişik alanlarında i’tidalı emir ve tavsiye eder:
“Allah’a yemin ederim ki ben sizden daha çok Allah’tan korkar ve sizden daha çok takva sahibiyim. Fakat ben hem oruç tutar hem iftar ederim; hem (gece) namazı kılar hem uyurum; kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir. (Buhari, Müslim)
“Allah satarken müsamaha eden, satın alınca müsamaha eden ve borcunu öderken müsamaha eden kula rahmet eylesin” (Buhari, İbn-u Mace, Tirmizi)
“Kadınlara hayır tavsiye edip onlarla yumuşak davranın” (Buhari, Müslim)
“Allah yumuşak davranır. Her şeyde yumuşaklığı sever” (Buhari, Müslim)
“Ben kolay ve müsamahakâr olan hak din ile gönderildim” (Ahmed, Nesai, Hâkim, Beyhaki)
İ’tidal akli ve şer’î bir taleptir. Ne aşırı sevgi ne aşırı nefret, ne ifrat ne tefrit. Mutluluk dileyen hislerine ve duygularına sahip çıkmalı, onları kontrol altında tutmalı; rızasında, öfkesinde, sevincinde ve üzüntüsünde adil ve ölçülü olmalıdır. (La Tahzen: Dr. Aid-el Karni)
Merhum Mustafa es-Sibâî itidal için şunları söylemiştir:
İ’tidal sıhhatin esasıdır. Yemende, maişetinde, sevincinde, üzüntünde, çalışmanda, istirahatinde, alıkoymanda, vermende, sevmende, kızmanda mu’tedil ol! Hastalık nedir bilmezsin. “İşte böylece sizi vasat bir ümmet kıldık.” (Hakeza Allemetni-l Hayat)
İ’tidalli davranmak ferdin mutluluğunun ve sıhhatinin esası olduğu gibi ailelerin, toplumların ve devletlerin de mutluluk, barış ve güven içinde hayat sürdürmelerinin ve gelişmelerinin önemli bir vesilesidir.
Dünya ve Müslümanlar bugün büyük ölçüde i’tidalı kaybettiklerinden dolayı huzuru da kaybetmişlerdir.
Aşırı israf, aşırı harcama, aşırı tokluk ve neticesinde türlü türlü hastalıklar ve ölümler…
Öbür taraftan aşırı fakirlik, açlık, sefalet ve yokluk içinde hastalıklar ve ölümler…
Bütün bunların üstünde düşmanlarının silahlarıyla kardeş kanını dökmeler…
Ve daha nice acı veren hadiseler…
Rabbim bir an evvel bize şuur versin ve gerçek adaleti ve i’tidali elde etmeye muvaffak eylesin!...
Âmîn!...
Abdulkuddus Yalçın
Abdulkuddus Yalçın