وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ ﴿١٥٥﴾ اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ ﴿١٥٦﴾ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ ﴿١٥٧﴾
Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, "Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz" derler. İşte rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır. (Bakara 155-157)
Her ibadetin bir sıkıntısı, nefse ağır gelen yanları var. Namazın, zekâtın, haccın ve diğer tüm ibadetlerin nefis tarafından hoş karşılanmayan tarafları vardır. Namaz dakiklik ve yoğunlaşma gerektiren ve sonu olmayan bir ibadettir. Dünyada olduğun halde dünya ile irtibatın kesilmesini gerektiren şartları var. Bunlar üst seviyeye ulaşmış mümin bireyler için bile zor olan durumlar. Zekât; canın yongasının, alın teri dökülerek elde edilmiş malın kendi elleriyle başkasına verilme zorluğu var. Oruç hayatın tüm alışkanlıklarının, düzeninin alt üst edilmesi ve yaşamın olmazsa olmazından uzaklaşılması gibi zorlukları var. Cihadın öldürülmek veya esir düşmek ve neticede ölümüne en ağır insanlık dışı işkence ve muamelelere maruz kalma sıkıntısı var. Senin başına gelmezse bile insan psikolojisini zorlayacak derecede bunlara şahitlik etmek var.
Hâsılı her ibadetin kendine göre sıkıntıları olduğu gibi ibadetlerin en üstünü olan iman ibadetinin de sıkıntı ve zorlukları var. İman ibadetinin sıkıntı ve zorluğu da musibetlerle imtihan edilmedir.
الٓمٓ ۠ ﴿١﴾ اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿٢﴾ وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ ﴿٣﴾
Elif-Lâm-Mîm. İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır. Ankebût Sûresi (1 - 3)
Bu ayet-i kerimelerin tefsiri mahiyetinde Hz. Ali (k.s)’den şu mealde bir rivayet yapılmaktadır; “Müminin musibetten Allah’a sığınması doğru değildir. Zira musibet illa mümine isabet edecektir. Ancak mümin musibetin saptırıcılığından Allah’a sığınmalıdır.”
Bu kısa ön izahtan sonra Kur’an-ı Kerim’in musibet ve ibtila/imtihan kavramlarını kullanışı konusuna geçebiliriz.
MUSİBET İMANI ZAYIF OLANI İLE MÜNAFIĞI ÇARPAR MÜMİNİ İSE TEĞET GEÇER
Musibet şiddetli sağanak yağış manasına da gelen “Sâba” (صاب) kelimesinin “if’al” babında kullanılmasıdır ki, şiddetli sağanak yeryüzüne çarparak indiğinden dolayı bu ismi almış. Dolayısıyla musibet kelimesinin en fazla öne çıkan manası çarpmaktır. Musibet de ansızın, beklenmedik bir anda insana isabet ettiğinden “çarpan” manasında bu ismi almıştır. Buna binaen büyüklerimizden birinin “Şehid olmak ya da işkencelere maruz kalmak, esir olarak zindana düşmek musibet değildir. Bunlar cihad ibadetinin zorluklarıdır. Bir şeyin musibet olarak addedilebilmesi için beklenmedik bir anda ansızın çarpması lazım. Örneğin Seydalarımızdan birinin evine ateşin düşüp iki çocuğunun bu olayda vefat etmesi gibi…” şeklindeki yorumu bu açıdan önemlidir.
Kur’an-ı Kerim’de musibet veya isabet etme teriminin muhatabı daha çok münafıklar veya çok zayıf bir iman sahibi olan müminlerdir. Evet, musibet herkesi kapsamına alan genel bir kavramdır, bir hakikattir. Ancak bu terim Kur’an-ı Kerim’de kullanıldığı yerde müminlerden yana olumsuz bir tepki yok. Mümin nefisler üzerinde bıraktığı olumsuz bir durum, bir travma yok. Hatta Allah onlar adına şöyle beyanlarda bulunuyor;
اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ ﴿١٥٦﴾
Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, "Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz" derler. (Bakara Sûresi (156)
Bu ayette ifade edilen sabır makamının bir üstü olan rıza makamına Tevbe Suresi 51. Ayet-i kerimede ifade edilip mümin kalplerde başa gelen musibetler Allah’tan olması hasebiyle bir hoşnutluk içinde karşılama ve hayır olarak görülmeye davet ediliyor müminler.
قُلْ لَنْ يُص۪يبَنَٓا اِلَّا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَنَاۚ هُوَ مَوْلٰينَاۚ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
De ki: "Allah bize ne yazmışsa başımıza ancak o gelir, O bizim mevlâmızdır." Müminler yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.
Ama musibetlerin muhatabı imanın kalplerine sağlam yerleştiği müminlerin dışındakiler söz konusu olduğu zaman ise büyük bir yıkım ve tahribatın olduğu ayetlerin mefhumundan hemen anlaşılıyor. Zira onların suçlu(!) arama girişimlerine karşılık Allah;
وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ
Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar. (Şûrâ Sûresi 30)
Şeklinde cevap veriyor ve eğer bu konuda bir itham yapacaklarsa bunun kendi hevalarına uyup ellerinin işlediğinden başkasının olmadığını açıkça ifade ediyor.
Yine Uhud Savaşı musibeti(!) hakkında bazı müminlerin bu da nereden başımıza geldi şeklindeki serzenişleri hakkında da;
اَوَلَمَّٓا اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَدْ اَصَبْتُمْ مِثْلَيْهَاۙ قُلْتُمْ اَنّٰى هٰذَاۜ قُلْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
“Düşmanınıza iki mislini verdirdiğiniz kayıp kendi başınıza gelince "Bu nereden başımıza geldi?" mi diyorsunuz? De ki: "O, kendinizdendir." Doğrusu Allah her şeye kadirdir.” (Âl-i İmrân Sûresi 165)
Ayetiyle cevap veriyor ve onları sağda solda başı boş bir şekilde akıllarını koşturacaklarına yaptıklarını gözden geçirmelerini telkin ediyor.
Bu ayetler müminin musibetler karşısındaki tavrı dolayısıyla musibeti daha az tahribatla atlattığını müjdelerken aynı zamanda musibete karşı takınılması gereken mümince tavrı da aşılıyor.
Allah daha iyi bilir ama şöyle bir mana da bu ayet-i kerimelerden çıkarılabiliyor.
Musibetler insanın kendi eliyle işlediğinin ürünüdür. Evet, ayet-i kerimelerde ifade edildiği şekilde musibetler Allah’ın izniyledir;
مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ يَهْدِ قَلْبَهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Allah’ın izni olmadan başa gelen bir musibet yoktur. Kim Allah’a iman ederse Allah onun gönlünü doğruya yöneltir. Allah her şeyi bilmektedir. (Tegâbün Sûresi 11)
Ama Şura Suresi 30. Ayet-i kerimede ifade edildiği gibi insanların elinin işlediklerinin ürünüdür. Dolayısıyla mümin Şeriat-ı Garra’ya uymayı kendine düstur edindiği gibi Allah’ın doğaya koyduğu ve sünnetullah olarak tabir edilen kanunlara da uyar. Bundan dolayı musibetlere muhattap olan daha çok küfür ehli veya imanı çok zayıf müminler ile münafıklardır. Zira bunlar ne Şeriat-ı Garra’nın kurallarına ne de sünnetullaha uyma konusunda hassasiyet sahibi olmadıkları için sürekli olarak sünnetullahın balyozu ile karşı karşıya kalırlar.
Mümin ise bu kurallara takati oranında uymasına rağmen neticede insan olduğunun idrakinde olarak hiçbir zaman külli bir tedbire takat getiremeyeceğini, dolayısıyla aldığı tedbirlerin hiçbir zaman takdirin önüne geçemeyeceğini bilir. Bu bilinçle musibetten önce tedbirli davranıp musibetten sakındığı gibi musibet başa geldikten sonra da Allah’tan olduğunu bilip ruhunun derinliklerine nüfuz etmesini engeller.
Kanaatimizce zamanımızın en büyük sıkıntılarından biri musibetin doğal afet veya benzeri isimlerle adlandırılıp bunun Allah’tan gelen dünyası veya ahireti ile ilgili bir ihtar olduğu gerçeğinden uzaklaşmaktır.
Oysa ki musibet;
Mümin için imtihan olduğu gibi aynı zamanda Allah’tan bir uyarıdır da… Zira müminin nazarında musibet ya Şerit-ı Garra’nın hükümlerinden birine uyulmaması neticesinde Allah’tan mümine manevi bir uyarıdır ya da Sünnetullah’ın kurallarından birine uyulmaması neticesinde gelen dünyevi bir uyarıdır. Her iki halde de mümin bu uyarının kendi hatasına binaen Allah’tan gelen bir uyarı olduğunu bilir, hatasını bulup tevbe etmenin, ondan dönmenin, telafi etmenin yollarını araştırır.
İMANIN İMTİHAN EDİLMESİNİN NEDENLERİ
Kur’an-ı Kerim’de imtihan kelimesi birkaç hikmete binaen kullanıldığı görülüyor.
Mehmet Zeki Ergin
- Mümini yüce bir makama hazırlamak. Hz. İbrahim’in kıssasında olduğu gibi…
- Mümin ile münafığı, kötü ile iyiyi birbirinden ayırmak için
- Müminlerin kalplerindeki iman gibi tayyib olan ile nifak gibi habisi olanı birbirinden ayırmak için.
Mehmet Zeki Ergin