Kuşkusuz insanlık tarihinin en önemli olayı, Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretidir. Bu olayın en önemli sonucu ise Mekke’nin fethidir. Mekke’nin fethi ise kendisini doğuran olayların bir sonucudur. Yaşanan süreci bir bütün olarak değerlendirdiğimizde fethin kaçınılmaz olduğu görülecektir.
O fetih anının ihtişamını zihnimizde canlandırdığımızda iki sahne özellikle ön plana çıkar. Arkasında 10.000 kişilik bir orduyla zorla çıkartıldığı ana yurduna muzaffer ama mütevazı bir giriş yapan Peygamber Aleyhisselam’ın görüntüsü ve bu yolda nice zorlukları beraber göğüslemiş olan çilekeş Müslümanların izzetli geçişi.
Mekke fethinin ne zaman olduğu, hangi stratejiler izlenerek yapıldığı ve sonuçlarının ne olduğuna yönelik tarihsel bilgiler siyer kaynaklarımızda bolca mevcuttur. İnsanlık tarihinin dönüm noktalarından birini temsil eden bu olayda asıl odaklanmamız gereken şey: Mekke’nin bizatihi fethi değil, Mekke’yi fetheden fatihlere daha yakından bakmaktır.
Niyetimiz: Hz. Peygamber’in her eyleminden yaptığımız gibi bu eyleminden de kendimize dersler çıkarmak ve bu dersleri yaşantımızda uygulamaya çalışmaktır. Peygamber Efendimiz’in dönemine dair öğrendiğimiz her olay imanımıza, amelimize, düşüncelerimize ve ahlakımıza etki etmelidir. Aksi halde “kitap yüklü merkepler” derecesine düşmüş oluruz.
İslam Peygamberinin davet çizgisini takip ettiğimizde O’nun ilk olarak Hira mağarasında kendini keşfetmeye ve kalbini fethetmeye çalıştığını görüyoruz. Hakikat nuruyla fethedildiğinde koşa koşa ehline gidiyor. Öncelikle onları fethediyor. Sonra, “We enzir ‘eşireteke’l -eqrebîn: Öncelikle en yakın akrabalarını uyar”(Şuarâ suresi 214) ayetiyle fetih eylemini merkezden bütün çevresine yayıyor. Oradan toplumun tamamını hedefleyip davetini herkese ulaştırma çabası içerisine giriyor. İslam peygamberi, yüreklerini ve akıllarını fethettiği kişileri Dârülerkam’da üç yıllık bir özel eğitim programına tabi tutuyor. Resulullah biliyordu ki kendisinin yaşadığı akli ve kalbi fethi yaşamadıkları müddetçe bu insanların başka insanları fethetmeleri mümkün olmayacaktı. Yürek, beden ve şahsiyet İslam tarafından fethedilmedikçe insanlar ve ülkeler kazanmak mümkün değildi.
Nebevi ufku göstermede ve sahabenin zihninin nasıl inşa edildiğini anlama bakımından çok önemli olan şu tarihi vakıaya dikkat! Hayber’in fethi öncesidir. Hz. Ali atının üzerinde bir elinde kılıcı diğer elinde sancağı ve dilinde coşkun şiirleriyle sağa sola hamleler yapıyordu. Durumu uzaktan izleyen fetih peygamberi onu yanına çağırarak şu tarihi öğüdü veriyordu: “Yavaş ol ey Ali, vallahi senin elinle bir kimsenin hidayet bulması, güneşin üzerine doğduğu her şeyden (ya da: kızıl tüylü develere sahip olmandan) daha hayırlıdır.”
Hayber gibi bir bölgenin fethi hiç şüphesiz stratejik anlamda çok önemliydi. Gerçekten de bölge fethedildikten sonra Mekkeli müşrikler Müslümanlara bir daha saldırı düzenleyememişti. Bütün stratejik ağırlığına rağmen ana hedef belliydi:
Bir gönlü kazanmak bütün dünyayı fethetmekten daha önemliydi. “Zenci Bilal'in(r.a) kalbinin fethi; Endülüs kıyılarının fethiyle yan yana düşünülemeyecek kadar büyüktü.” (Ali Şeriati) diyen yazar tam da buna işaret ediyordu. Nebevi ufukta aslolan toprak parçalarını değil işgal altındaki gönülleri ve akılları fethetmekti.
Fetih peygamberi, Mekke’de Dârülerkam’da, Medine’de Suffa’da gönüller ve ülkeler fethedecek çekirdek kadroda Müslüman kimliğin inşasını yapıyordu. Buralarda yetişen Müslümanlar önce duyguda, sonra düşüncede, daha sonra davranışta sonra kılık-kıyafette dönüşüm geçiriyorlardı. İçinde yaşadıkları toplumdan farklı düşünen farklı hisseden farklı davranan yeni bir nesil yetişiyordu. Kendi gündemlerini inşa eden bu kadro, başkalarının gündemine takılmadan, suni gündemlerde boğulmadan yol almayı öğrenmişlerdi.
İnen her ayetle beraber sahabeler varlık gayelerini ve bu gayelerin nasıl uygulanacağını iyice kavramışlardı. Bu gaye, insanları kula kulluktan kurtarıp Allah’a kulluğa çağırmak, şirkten, cehaletten ve despotların zulmünden Allah’ın adaletine bir çağrıydı. Yaşamları boyunca Kur’an’ın mesajından kopmadan, onun çizdiği çerçevede hareket ettiler. Örneğin; Ayet’el Kürsi’de (Bakara suresi 255) Allah’ın evrendeki hükümranlığı, mutlak büyüklüğü, mutlak gücün tek sahibi olduğu vurgusuyla muhataplar zihnen, kalben ve ruhen fethediliyordu. Bu ayetler sahabeyi inşa ediyor ve harekete geçiriyordu. Allah merkezli bir yaşamın adı olan İslam, bütün coğrafyalara gitmeliydi. Bütün gönüller bu hakikatle dolmalıydı. Allah’la insan arasında hiçbir engel kalmamalıydı. Ama hemen ardından da “dinde zorlama yoktur” (Bakara suresi 256) ayetiyle de İslam’da insan ve toprak fethinin mantığı iyice yerleşiyordu.
Başta da söylediğimiz gibi; Sahabelerin eğitimlerine, adanmışlıklarına, eylem ve söylem tutarlılıklarına, İslam’ı yaşama ve yaşatma arzularına baktığımızda zaten Mekke’nin fethi kaçınılmazdı. İslam’ı öğrenmedeki samimiyetleri, ilme olan iştiyakları, iyiliği emir kötülükten nehy noktasındaki devamlılıkları, ibadetlerdeki istekleri, ilmi amele dönüştürmedeki kaygıları onları bu noktaya getirmişti.
Bu fetih Mekke’nin istisnai konumu gereği özel bir fetihtir. Ama Müslümanlar için ne ilk ne de son fetihtir. Bugün dünyada nüfusu iki milyarı aşkın Müslüman varlığı hiç şüphesiz kesintisiz olarak yapılan yürek fetihlerinin sonucudur. Yeryüzünde salt kılıçla yapılmış hiçbir fetih bu kadar uzun süre girdiği topraklarda varlığını sürdüremez.
Örnek nesil, aziz İslam davasını önce yaşadılar ve yaşattılar, onlardan sonrakiler de onların yolundan giderek türlü zorluk ve sıkıntılara sabrederek ve her türlü bedeli ödeyerek bu davanın bize kadar gelmesine vesile oldular. Şimdi bize düşen iki şey var:
Birincisi, davayı ve davanın gayesini iyi idrak etmek.
İkincisi, üstlendiğimiz bu emaneti başka yüreklere götürmenin yollarını bulmak.
Birincisini yapmanın yolu, öncelikle Kur’an’la ilişkimizi sağlam ve sürekli bir zemine oturtmak. İslam Peygamberinin yaşamını ve o yaşamın izdüşümü olan İslam Tarihini iyice özümsetecek okumalar yapmaktır.
İkincisini yapmanın yolu ilk nesilden bugüne bunu yapanların nasıl yaptıklarına dair bilgiler verecek okumalar yapmaktır. Daha önce gidilmiş ve başarılı olunmuş yollardan vazgeçerek elde edebileceğimiz tek şey kocaman bir yorgunluk ve boş yere heba edilmiş bir ömürdür.
O halde yapılacaklar bellidir. Öncelikle İslam’ı yaşayacağız. İslam üzerinden vâdettiğimiz güzelliklerin prototip örnekleri olacağız. İnsanlar bizlere baktığında İslam’ın nasıl insanlar ürettiğini gözleriyle görmelidirler. Hangi işi yapıyor olursak olalım şunu dedirtebilmeliyiz:
Demek bu iş böyle yapılıyor, demek bir işin hakkı böyle veriliyor, demek biz de İslam’ı yaşasak şu güzelliklere ulaşabileceğiz.
Bütün bunları görmezden gelerek ya da yarım yamalak yapacağımız her şey fethin dedikodusunu yapmak olacaktır.
inzar
inzar