Kur’an-ı Kerim’deki bir ayet-i kerime benim hep dikkatimi çekmiş, daha da önemlisi beni çok korkutmuştur:
“Hiçbir ülke, yerleşim yeri yoktur ki, kıyamet gününden önce biz onu helak edecek ya da çetin bir azaba çarptıracak olmayalım. Bunlar kitapta satır satır yazılıdır.” (İsra, 57)
Zannedersem şu an sizin de dikkatinizi çekmiş olmalı. Hiçbir memleket, hiçbir şehir, hiçbir yerleşim yeri yoktur ki kıyametten önce mutlaka ya helâk olacak ya da büyük bir azaba uğratılacak olmasın.
Her ne kadar müfessirler bununla halkı zalim ve günaha batmış yerleşim yerlerinin kast edildiğini, halkı zalim olmayan şehirlerin, ülkelerin bunun dışında olduğunu belirtmiş olsalar da ayet-i kerimede böyle bir istisna olmadığı için bizim tedirginliğimiz devam etmekteydi.
Fakat Kur’an-ı Kerim üzerinde yoğunlaştığımızda başka bir gerçeğin farkına varıyoruz. Nedir bu gerçek? Allah Teâla kıyametten önce mutlaka helâke uğrayacak veya şiddetle cezalandırılacak yerleşim yerlerini sayarken istisnasız hepsine “Karye” ismini vermektedir. Karye kelimesini de genellikle kasaba, şehir, memleket, ülke olarak çeviriyoruz.
İsterseniz şimdi elinize bir Kur’an alın ve “Karye” kelimesinin nerelerde kullanıldığına bir bakınız. Veya helâk edilen yerleşim yerlerine Kur’an’ın hangi ismi verdiğine bir bakınız.
Kur’an’da sayabildiğim kadarıyla otuz dört defa “karye” geçmekte, bir o kadar da çoğulu olan “kura-karyeler” geçmektedir ki bunların ya helâk edildiğinden haber vermekte veya iman açısından olumsuz bir şekilde bahsetmektedir. Yani bir memleket kötü yönüyle bahsedilecekse “karye” denilmektedir.
İşte bazı örnekler, “karye” kelimesini tercüme etmeden verelim:
“Helâk ettiğimiz nice karyeler vardır ki azabımız onlara gece veya gündüz uyurlarken gelmiştir.” (A’raf, 4)
“Ey rabbimiz bizi ahalisi zalim olan şu karyeden kurtar…”(Nisa, 75)
“Helak ettiğimiz hiçbir karye yoktur ki bizim katımızda belirlenmiş bir yazgısı olmasın.” (Hicr, 4)
“Biz bir karyeyi helâk etmek istediğimizde oranın şımarık elebaşlarını yönetici yaparız da onlar orada kötülük işlerler, böylece onlara azap sözü hak olur, orayı darmadağın ederiz.” (İsra, 16)
“Biz halkı zalim olan nice karyeyi kırıp geçirmiştik; arkasından da başka topluluklar yaratmıştık.” (Enbiya, 11)
“Biz yaşantısında şımarmış nice karyeyi helâk etmişizdir. İşte kendilerinden sonra içinde az oturulabilen evleri, onlara biz mirasçı olmuşuzdur!”(Kasas, 58)
Hatta bir memleket kötü yönüyle bahsedilecek olsa orası Mekke dahi olsa “karye” sıfatıyla bahsedilir.
“Helak ettiğimiz nice karyeler vardır ki, seni çıkmaya mecbur eden karyenden (Mekke’den) daha güçlülerdi, onlara yardım edecek kimse de yoktu.” (Muhammed, 13)
Söylediğimiz gibi Kur’an’da bunun örnekleri çoktur.
Şimdi buradan Medine kelimesinin kullanıldığı yerlere geçelim. Hem de aynı şehre hem kötü özelliğinden dolayı Karye, daha sonra imanla ilişkili olduğu başka bir özelliğinden dolayı bu defa Medine denildiğine şahit oluyoruz.
Yasin suresinde anlatılan ve birçok müfessir tarafından Habib-i Neccar diye bilinen kıssada bu iki kelimenin kullanıldığına dikkat edelim:
“Onlara malum karye ashabını örnek göster. Hani oraya elçiler gelmişti.” (Yasin, 13)
Rasuller vasıtasıyla imana davet edilen bu yerleşim yerine “karye” denilmektedir. Önce iki, sonra üçüncüsüyle takviye edilen bu rasullere iman etmeyince;
“Medine (şehir)in öte ucundan (ileri gelenlerinden) koşarak bir adam geldi ve şunları söyledi; Ey benim kavmim! Bu elçilere uyun!” (Yasin, 20)
Dikkat edilirse başta karye olarak nitelenen şehir iman etmiş bir insan söz konusu olduğu için bu defa “Medine” olarak vasıflanıyor.
Benzer bir durum da Kasas suresinde geçmekte, orada da Medine’nin bir ucundan koşarak bir adam geliyor, bu mümin adam Hz. Musa Aleyhisselam’ı uyarıyor, şehri terk etmesini söylüyor. Yani bu güzel adamdan dolayı oranın ismi Medine oluveriyor.
Birinci örneğe benzeyen bir başka olay da Kehf suresinde geçmektedir. Hz. Musa ve Bilge kişinin yolculuklarının son durağı anlatılırken;
“Yine yola koyuldular, sonunda bir karye halkına ulaşıp onlardan yiyecek istemişlerdi fakat karye halkı onları misafir etmekten kaçınmışlardı..” (Kehf, 77)
Bilge kişi sonunda birlikte yaşadıkları bu üç olayın yorumunu Hz. Musa’ya anlatırken, yıkılmış duvarı ücretsiz yapmasının sebebini izah ederken;
“Duvara gelince, o duvar Medine’deki iki yetim çocuğa aitti. Duvarın altında onlara ait bir hazine vardı, babaları salih biriydi. Rabbin onların yetişkinlik çağına ulaşıp da kendi katından bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istemişti…” (Kehf, 82)
Görüldüğü gibi o yerleşim yerindeki bir salih kişiden söz edildiği için artık “karye” olarak değil “Medine” olarak söz edilmektedir.
Yani iman bir yerleşim yerini karye olmaktan çıkarıyor ve medine yapıyor.
Medeniyet ise Medine kelimesinden türemektedir. Bu durumda rahatlıkla diyebiliriz ki medeniyet imanla birlikte medeniyettir, İslam’la birlikte medeniyettir.