Seyyid Kutub, Allah’ın rahmeti üzerine olsun, Ashabı, Allah tamamından razı olsun, bütün çağlar için örnek nesil olarak tanıtır. İslâmî kurtuluşun ancak onların örnek alınmasıyla mümkün olduğunu ifade eder. Dolayısıyla İslâmî eğitimin merkezinde de örnek nesil olarak onları bize işaret eder.
Denilir ki bilmek istiyoruz: Selâhaddîn-i Eyyûbî Kudüs’ü nasıl fethetmeyi başardı?
Kudüs, ilkin Hz. Ömer Devri’nde Ebû Ubeyde b. Cerrah’ın komutasındaki İslam ordularınca fethedildi. Ebû Ubeyde, Hicrî 17, Miladi 638 yılının kış mevsiminde Kudüs şehrini fetih noktasına getirdi ve Hz. Ömer, Medine’den gelip şehri teslim aldı. O, halifesi olarak adeta Hz. Resûl-i Ekrem salallahü aleyhi vesellem’in adına Kudüs’ün anahtarlarını aldı, Mescid-i Aksâ’nın yerini tespit etti, etrafını çitlerle çevirdi ve Ümmete emanet etti.
İşte Ebû Ubeyde ve Hz. Ömer, Kudüs’ü nasıl fethettilerse Selâhaddin de öyle fethetti, onların yolu üzerinde, kendi çağının gerçekliğini yöneterek Mescid-i Aksâ’yı esaretten kurtarmayı başardı.
Resûl-i Ekrem salallahü aleyhi vesellem, Mirac’dan önce Kudüs’te bütün peygamberlerin önünde namaz kılarak adeta tevhid sancağını devraldı.
Müslümanların Kudüs yönüne yolculuğu da henüz Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem zamanında Hicri 8, Miladi 629’da Mûte Gazvesi ile başladı. Onu Tebûk Seferi takip etti. Hz. Usame b. Zeyd’in ordusunun yönü de oraya doğruydu.
Hz. Ebû Bekir’in Allah ondan razı olsun, Mürtetlerle savaştan önce, seferber ettiği tek ordu Hz. Usame’nin ordusudur. Mürtetlerle savaştan sonra Hz. Ebû Bekir’in Medine’den seferber ettiği yine ilk orduların hedefi de Kudüs taraflarıdır.
O yüce seferlerde Müslümanlar, Hicri 13’te Kudüs’le Gazze arasında yer alan Ecnadeyn’de Bizans ordusunu darmadağın ettiler. Kudüs’e epey yaklaştılar. Sonra Kudüs’ün etrafındaki şehirler bir bir fethedildi. Nihayet Hicri 15’te Yermûk Zaferi kazanıldı. İslam orduları Kudüs’ün neredeyse kapısına dayandı. Düşman orduları ise Kudüs’e sığındı. Ama Mûte’den o güne Kudüs’ün fethi, Ashab arasında yüksek sesle hiç konuşulmadı. Düşman ürksün diye bir çaba harcanmadı. Kudüs davası sessiz sedasız yürütüldü.
O kadar sessiz sedasız ki Kudüs’ün fethinden önce bölgede fethedilecek tek şehir olarak Kudüs kaldığı hâlde, Hz. Ebû Ubeyde, Ashabıyla istişarede bulunarak “Nereye gidelim?” diye sordu. Cevap olarak Kudüs’e dediler. Buna rağmen Hz. Muaz b. Cebel’in tavsiyesiyle yine Hz. Ömer’le istişare ihtiyacı duyuldu. Ne uzaklık istişarede bulunmayı engelledi ne de Ashabın büyüklerinin bizzat cephede olması.
Zira onlar, şuna iman etmişlerdi:
“Onların işleri aralarında şura iledir.” (Şurâ Sûresi, 38)
Her bir şehir, bir veya iki ordu tarafından fethedildiği hâlde Hz. Ebû Ubeyde, Şam bölgesindeki bütün orduları, Kudüs’ün kurtarılmasının Müslümanların birliğini gerektirdiğini bize anlatırcasına Kudüs’e seferber etti. O ordular, kışın ağır koşullarında Kudüs kapılarında sabırla cihad etti ve bekledi.
Hz. Ömer, adaletin simgesiydi; Hz. Ebû Ubeyde Ümmetin eminiydi ve Hz. Halid b. Velid, Allah’ın kılıcıydı ve onlar birlik olmuşla, engeller karşısında Resûl-i Ekrem’in Sünnetinde gördükleri şekilde Allah’a tevekkül etmişler ve sabrı göze almışlardı.
Hulefayı Raşidin, cihadı Medine’den yönettiği hâlde Hz. Ömer, Kudüs’ün kendisine teslim edilmesi yönündeki talebi önemsiz görmedi ve bizzat gidip şehri teslim aldı. Zira onlar, mukaddesat uğruna fedakarlıkta bulunmayı mü’min olmanın gereği biliyorlardı.
Allah’ın izniyle adalet, emniyet, cihad ve Allah’a tevekkül buluştuğunda fethedilmeyecek kale yoktur. Kudüs’ün fethinin sırrı, işte o yedi kelimede saklıdır: Adalet, emniyet, birlik, tevekkül, cihad, fedakârlık, sabır.
Adalet, Allah’ın emridir, emin olmak Hz. Muhammed Mustafa’nın sıfatıdır. Cihad, yeryüzüne adalet ve emniyeti getirmek için yoldur. Cihad, kuvvet gerektirir. Birlik, kuvvet sağlar. Kuvvete esir olmamanın yolu tevekküldür ve nihai zafer fedakârlık ve sabırla mümkündür.
Selâhaddin’in bu esaslar üzere yürüyerek Kudüs’ü fethetti. O, adaleti tatbik edeceği konusunda Müslümanlar, adeta Ümmetin Emini Hz. Ebû Ubeyde’den emin oldukları kadar ondan emindiler. Emniyet ve adalet, birleştiricidir; insanları bir araya getirir. Ümmetin bir grubu da olsa Selâhaddin’in etrafında birlik oldu.
Selâhaddin, asla baş edemeyeceği bir kuvvetle karşı karşıyaydı. Akla sorulursa imkânları yetmezdi. Ama Selâhaddin, Ashabdan şunu öğrenmişti: Müslüman aklı, klasik akıldan ibaret değildir, akıl ve kalbin buluşmasıdır. Mü’min, imkâna teslim olmaz, imkânı üretir ve imkânı yönetir. Bunun için fedakâr olmak gerekir. Siz fedakâr iseniz Allah’ın yardımıyla, 12 bin 400 kişilik bir ordunuz, 124 bin kişiye bedeldir. Bunu bize öğreten Allah’tır ve Allah’a tevekkül eden kaybetmez. Allah, tevekkül etmek, her şeyden önce O’nun Sünnetine tabi olmaktır. O’nun Sünnetine tabi olan, O’nun nüsretini yani yardımını hak eder.
Selâhaddin, bütün imkânları ile Allah’ın Sünnetine tabi oldu ve Allah’ın Sünnetine tabi oluşta Hz. Muhammed Mustafa salallahü aleyhi vesellem’i örnek aldı. O, elinden geldiğince imkân üretti, kudret (güç, kuvvet) hazırladı. Zira biliyordu ki amelin gerçekleşmesi kudret gerektirir. Ama o yine biliyordu ki mü’minin kudreti, salt fiziki kudretten büyüktür. Müslüman aklı buna inanmayı gerektirir.
O, kesin olarak iman etmişti:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed Sûresi, 7)
Ve yine iman etmişti:
“Allah size yardım ederse sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.” (Al-i İmrân Sûresi, 169)
Kafirlerin kararlılığı ve Müslümanların zaman zaman onu yardımsız bırakmaları karşısında ise Selâhaddin, ibadetten kuvvet alıp sabretti. Bunu hiç kuşkusuz dinlemekten büyük keyif aldığı Kur’an-ı Kerim’den öğrenmişti:
“Ey İnananlar! Sabır ve namazla yardım dileyin. Allah, muhakkak ki sabredenlerle beraberdir.” (Bakara Sûresi, 153).
Bu esaslarla birlikte, büyük sultan;
-İslam’da esas olanın müspete bakmak olduğuna
-Kim ne yapmadı diye değil, kim ne yaptı diye bakmanın yol açıcı olduğuna
-Övmenin kınamaktan etkili olduğuna
-Affın ceza kadar ve belki ondan da çok edep sağladığına
-İnsanın eğitilebilir olduğuna
-Liderin zahid olmasının onu hasetten koruduğuna
-Liderin cömert olmasının onu kem dillerden koruduğuna
-Liderin fedakâr olmasının toplumun kalbinde ona koca bir yer açtığına
-Liderin cesur olmasının toplumu hareket geçirdiğine
İnanmış ve inandığı gibi davranmıştı.
O, iyilikleri takdir ederdi, iyilik yapanlara teşekkür ederdi, Müslümanların kusurlarını unuturdu, hatalarını affederdi. Eğitime önem verirdi. Lüks hayattan kaçınırdı. Elinde ne varsa Allah yolunda harcardı. Topluma emrettiğini önce kendisi yapardı. Hasta olmasına rağmen cihada devam ederdi ve cesarette bir kahramandı.
Bunlar, onun zafer getiren liderlik sırlarıdır ve onun liderlik sırları, günümüze kadar liderlik eğitiminde okutulmaktadır.
Özetle Selâhaddin; Hz. Ömer’in adaletini, Hz. Ebû Ubeyde’nin eminliğini ve Hz. Halid’in cesaretini kendisinde buluşturmuş, fethe öyle ulaşmıştı.
Allah ondan razı olsun ve Ümmeti yeniden onun gibi kahramanlarla buluştursun.