[audio mp3="https://inzardergisi.com/wp-content/uploads/2023/04/mehmet-goktas.mp3"][/audio]
İnsanoğlunun bir eve sahip olması fıtratının bir tezahürüdür. Dünyada yaşıyor olmanın bir gereği, bir ispatıdır. Barınmak ancak bir evle gerçekleşebilir, zaten evin bir adı da barınaktır.
Ömrünün önemli bir bölümünü kendisine ait müstakil bir eve sahip olmak için harcayıp tüketir insanoğlu.
Daha da önemlisi, Allah’a ibadet için yaratılan insanoğlunun söz konusu bu kulluğunu yerine getirebilmesi için ev, olmazsa olmazdır. Allah Teâla’nın emir ve yasaklarının büyük bir kısmı bir ev içerisinde gerçekleşebilir.
Sonra, firavunların saltanatlarının yıkılabilmesi için müminlerin kendilerine birer ev edinmeleri, o evde Allah’a kulluk ederek bu işe başlamaları icap etmektedir.
“Biz Musa ve kardeşine vahyettik ki kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın, evlerinizi ibadet mahalli yapın ve namazı kılın. İman edenleri müjdele” (10/87)
Yani evler sadece barınak değil aynı zamanda İslami çalışmaların da odak noktasıdır. Neyse, bu başlı başına apayrı bir konudur, biz yine konut seferberliğine dönelim.
Aklımız erdi ereli bu ülkede bir konut seferberliği vardır. Nüfusun artmasıyla birlikte konuta veya bizim tabirimizle eve duyulan ihtiyacın da artmasının yanında ömrünü doldurduğu için bir kısım konutların yenilenme ihtiyacı, inşaat sektörünü zirveye taşımıştır. Hatta bu konuda tecrübe ve güç sahibi olan nice firmalar yurt dışında da büyük bir pay sahibi olmuşlardır.
Kentsel dönüşüm, zaten iktidarların en önemli sınavlarından biriyken depremle yıkılan yüz binlerce konutu da eklerseniz Türkiye’nin tek derdi konut desek yerindedir.
Biz kendi meselemize, asıl söylemek istediğimize gelelim.
Ev sahibi olmakla evli olmak iç içe girmiş bir kavramdır. Bir erkekle bir kadının nikâhlanarak bir araya gelmesine biz evlilik diyoruz, evlendiler diyoruz. Ama ilk etapta tapusu kendilerine ait bir eve sahip olmayabilirler; fakat yine de bir evdedirler, bir konut içindedirler, zamanla kendilerine ait bir eve sahip olmak için çalışıp didineceklerdir.
Gerek bireyler gerek devlet, insanları konut sahibi yapmak için çalışıp durduklarını söylüyoruz; ama aynı gayret ve çalışmayı yuva kurma anlamında söyleyemiyoruz.
Bu noktada yuva kurma ve konut sahibi olma kavramlarını birbirinden ayırmak durumundayız. Bugün birlikte yaşayacağı bir eşi olmadığı halde bir konuta sahip olan nice bireyler vardır. Bunların bir kısmı ta baştan beri bir eşe sahip olmadıkları gibi önemli bir kısmı da eşlerinden ayrılmış kişilerdir, yani içinde yaşadıkları konutları var ama yuvaları yok.
Demek istiyoruz ki konut seferberliğiyle birlikte hatta ondan çok daha ciddi anlamda yuva kurma seferberliği, kurulan yuvaları yaşatma, ayakta tutma seferberliği başlatılmalıdır. Bugün insanlığın asıl problemi budur.
İnsanların yuva kurmaması veya kuramaması ev yapmasından çok daha önemlidir. Bir başka tabirle, bir insanın yuvasının yıkılması evinin yıkılmasından çok daha acı bir şeydir.
Durum böyle olunca yönetimler yuva kurmak, kurulan yuvaları güçlendirerek yaşatmak için ciddi çalışmalar yapmak zorundadır. Evlerin, konutların yıkılmasına nasıl ki göz yumulması söz konusu olmadığı gibi yuvaların yıkılmasına sebep olan şeylere de asla göz yumulmamalıdır.
Halbuki bugün Türkiye’de yuvalara karşı amansız bir savaş yürütülmekte, çoğu zaman buna devlet ya göz yummakta ya da bizzat destek olmaktadır. Ne gülünç ve acı bir durum; bir taraftan son sürat konut yapma seferberliği yapılıyor, diğer yandan yuva yıkma seferberliği yürütülüyor, insanımız bu konuya ciddi bir şekilde eğilmelidir.
Müslümanların bireyler olarak bu konuda yapabileceği şeyler vardır. Mesela birisine konut yapmaya gücümüz yetmeyebilir ama birisinin yuvasını yapmaya, yapılmış bir yuvayı yaşatmaya gücümüz yeter.
post-format-audio
post-format-audio