İman Bahsi
İman, lugatte “e-m-n” fiilinden türemiş “if’al” kalıbında gelmiş bir kelimedir. “e-m-n”; korkunun yok olması, nefsin sükûneti, huzuru ve güven içinde olması demektir. “İman” kelimesi bazen Hz. Muhammed’ê (s.a.s) gelen şeriatin ismi[1] bazen de övgü için kullanılır ki bununla kalbin hak üzerine tasdik cihetiyle bir kavrayışa sahip olması amaçlanır. Bu da şu üç şeyin bir araya gelmesiyle mümkün olur: Kalbin tahkiki, dilin ikrarı ve bunlara binaen bedenle amel edilmesi… [2]
“İman” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli anlamlarda kullanılmıştır:
1- Dil ile ikrar anlamında kullanılmıştır ki bu husus şu ayette geçmektedir:
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا فَطُبِعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ
“İşte bu, onların iman edip sonra da inkâr etmelerinden dolayıdır.” [3]
Ayette geçen “اٰمَنُوا iman ettiler” ifadesi açıktan ikrar ettiler; ama kalben inkâr ettiler manasındadır. [4]
2-Namaz Anlamında kullanılmıştır:
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ
“…Allah, imanınızı zayi etmez…”[5]
“Alimler bu ayetteki “iman” kelimesiyle ilgili şunları söylemişlerdir:
1) Yüce Allah, o gün hayatta olan mü'minlere hitab etmiştir. Bu, onların daha önce sordukları sorularının cevabıdır.
2) Onlar kıblenin neshinden (değiştirilmesinden) önce ölen Müslümanların durumunu sormuşlardı. Bunun üzerine Yüce Allah da bu ayeti inzal etmiştir. “Kıblenin değiştirilmesinden önce kıldığınız namazları, Allah boşa çıkarmaz. Bundan önce ölenlerin durumu da aynıdır.”
3) Kıble değiştirilince hayatta olanlar, önceki namazlarının bâtıl olduğu vehmine kapılıp, bundan sonra Kâ'be'ye yönelik kıldıkları namazların, daha önceki namazları için kefaret olduğunu sanmışlar ve bu anlayışlarından dolayı kendi durumlarını sormaya lüzum görmeyip, daha önceki namazlarına kefarette bulunma fırsatı bulamayan ölmüş Müslümanların durumunu sormuşlardır. Buradaki “İmanlarınızdan” maksat, “dindaşlarınızın namazları” demektir. Bu, tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın, “Hani siz bir şahsı öldürmüştünüz”[6]; ve: “Hani sizin için denizi ayırmıştık”[7] ayetlerinde olduğu gibidir.
4) Bu sorunun hem hayattakiler hem de o esnada ölmüş olan mü’minler için sorulmuş olması da mümkündür. Çünkü onlar namazlarının mükâfatının yok olmamasına son derece dikkat eder ve titrerlerdi. Bu dikkat her iki grup hakkında da söz konusudur. İşte bundan ötürü hem hayattakiler hem de ölmüş olanlar için, (imanınız, namazınız) ifadesi kullanılmıştır. Çünkü Araplar muhatap ve gaipten müştereken haber verdikleri zaman, hitabı tağlib ederek (yani gaibi de onun içinde sayarak), “Sen ve falanca bunu yapmıştınız” derlerdi. Yüce Allah en iyi bilendir. [8]
Ebu Müslim şöyle demiştir: “Bunun, Ehl-i Kitab'a bir hitab olması da muhtemeldir. Ayetteki “İmân” sözünden maksat, Hz. Peygamber’in (s.a.s) peygamberliğinden önce ehl-i kitabın kıldıkları namazları ve taatlarıdır. Daha sonra bunlar nesh edilmiştir.” Ebu Müslim, şeriatımızda neshin bulunmadığını kabul ettiği için, bu görüşü seçmiştir.”[9]
İmam Malik’ten de gelen bir rivayette “imanınızı zayi edecek değildir” yani “namazınızı zayi edecek değildir” şeklinde tefsir ettiği söylenmektedir.[10]
3-Hem dil hem de kalben tasdik etmek anlamında kullanılmıştır:
Yusuf suresinde geçen ayette “iman” kelimesi bu kabildendir.
قَالُواْ يَا أَبَانَا إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِندَ مَتَاعِنَا فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ وَمَا أَنتَ بِمُؤْمِنٍ لِّنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقِينَ
“Dediler ki: “Ey Babamız! Hakikaten biz yarış yapmak üzere gitmiş, Yusuf’u da eşyamızın yanına bırakmıştık; (bir de gördük ki) onu kurt yemiş. Ama (biliyoruz ki) doğru söylesek de sen bize inanmazsın!” [11]
Âlimler bu ayeti delil getirerek, imanın tasdik anlamına geldiğini söylemişlerdir.[12]
4-Emniyet anlamında kullanılmıştır:
ثُمَّ أَبْلِغْهُ مَأْمَنَه
“…sonra onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.” [13]
İman kelimesi امن fiilinden türemiş, if’al kalıbında gelmiştir. Anlam itibariyle eman, emniyet, güven anlamlarına gelir ki if’al kalıbına girince eman vermek, emin kılmak anlamı verir. Ayeti kerimede “me’mene” olarak geçen kelimenin kökü “emn”dir ki bu da “iman” kelimenin sülasisidir. İsm-i mekân olarak gelen bu kelime emniyetli yer, güvenli yer anlamındadır. Yani şahıs kendini güvenli hissettiği bir yere ulaşana kadar anlamına gelir.[14]
5-Tevhit anlamında kullanılmıştır:
وَمَن يَكْفُرْ بِالإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُه
“Kim imanı inkâr ederse kesinlikle ameli kaybolup gitmiştir.” [15]
Buradaki “iman” lafzıyla tevhit irade edilmiştir.[16]
İmanın dini anlamı ise; “Hz. Peygamberin (s.a.s) Yüce Allah’tan getirdiği ve zarurat-ı diniyye olarak bilinen hükümleri, haber verdiği şeyleri icmalen tasdik etmektir. Buna göre lugattaki tasdik umumî, şerî tasdik hususîdir.”[17]
İman, küfrün zıddı olmakla beraber içinde tasdiki taşıdığı için de tekzibin zıddıdır. Çünkü iman, tasdik; küfür ise tekziptir. Bu anlamda insanın yüklendiği “emanetin”[18] iman olduğu tasdik etmediği için de kafir olduğu söylenmiştir. İbn-i Abbas’tan yapılan bir rivayette Hz. Muhammed (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “İman, emanettir. Emaneti yüklenmeyenin dini de yoktur.” Bir diğer hadislerinde de: “Emaneti yüklenmeyenin imanı yoktur” buyurmuştur.[19] Genel olarak iman; “tasdik etmek, yani haberi veren zatın anlattığı hükme gönüllü olarak boyun eğerek onu kabul etmek ve o hükmü doğru saymaktır.” [20]
İmanın mahiyeti kalp ile tasdiktir. İkrar ise bu tasdikin alameti[21] olup şer’i hükümlerin tatbiki için gereklidir. Bir kimse kalben iman edip dil ile ikrar etmezse, onun mümin olduğu bilinmez. Bundan dolayı da zahiren mümin kabul edilmez. Kalp ile tasdik ettiği için Yüce Allah indinde mümindir. Yani ikrar kâfir sayılmamak için şarttır. Yüce Allah indinde ikrar şart değildir. Çünkü Yüce Allah kalpte olanları en iyi bilendir. Şeriat zahire baktığı için ikrar olmadan imanın ispatı mümkün değildir. İmanda kalp ile tasdik şart, dil ile ikrar zarurettir. İman, “iki şahadet kelimesinin sadece dil ile söylenmesinden ibaret değildir.”[22] Eğer iman dil ile ikrardan ibaret olsa idi münafıkların ikrarlarının iman olarak kabul edilmesi gerekirdi.
Dil ile ikrar edip kalp ile tasdik etmeyenlerin imanı ise bâtıldır. Bu şekildeki iman münafıkların imanıdır. Münafıklar dil ile ikrar ederlerken kalp ile tasdik etmezler. Bundan dolayı da Yüce Allah indinde mümin kabul edilmezler.[23] Nitekim Munafikûn suresinde Yüce Allah mealen şöyle buyurmaktadır:
“Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki, sen Allah'ın peygamberisin, derler. Allah da bilir ki sen elbette O'nun peygamberisin. Allah, kesinlikle münafıkların yalan söylediklerine şahitlik eder.”[24]
Münafıkların Hz. Peygamber’e (s.a.s), iman ettiklerine şehadet etmelerine rağmen Yüce Allah onların bu sözlerinde samimi olmadıklarını, kalplerinde tasdik olmadığını bundan dolayı da yalancı olduklarını ifade etmektedir. Bu ayetten de anlıyoruz ki iman kalben tasdik edilmelidir. Kalben tasdik edilmeyen iman geçerli değildir. Dil ile ikrarın olması bu hakikati değiştirmez.
İman’ın yapısıyla ilgili olarak şunu da söylemek yerinde olur; iman’da inanılan şeye karşı sevginin, küfre karşı da nefretin olması gerekir.[25] Bu anlamda iman, zorla, baskıyla ve istemsizce meydana gelen bir şey değil, isteyerek, irade ederek gerçekleştirilen bir ameldir.
Yüce Allah indinde geçerli olan iman hem rububiyet hem de ulûhiyette iman etmektir. Ulûhiyette iman edip rububiyette etmemek, imanı geçersiz kılar.[26] Mekke müşrikleri kâinatı ve içindeki her şeyi Yüce Allah’ın yarattığına inanmaktaydılar. [27] Buna iman etmelerine rağmen, rububiyet sıfatında Yüce Allah’a şirk koştukları için müşrik kabul edilmiş ve Kâfirûn Suresi’nde “Ey Kâfirler” şeklinde isimlendirilmişlerdir.
[1] el Bakara 2/22.
[2] Ragıb el İsfehani, Müfredat (Kur’ân Kavramları Sözlüğü), “emn”, 27.
[3] el Munafikûn 63/3.
[4] El Askeri, el Vucuh ve’n Nazâir, 54.
[5] el Bakara 2/143.
[6] el Bakara 2/72.
[7] el Bakara, 2/50.
[8] Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer b. Hasan b. Hüsyen et–Teymi er-Razi, Mefatihu’l Gayb (Beyrut: Daru’l İhya et–Turasi’l Arabi, 1420).
[9] er-Razi, Mefatihu’l Gayb, 1420).
[10] Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekir b. Ferh el–Ensarî el–Hazrecî Şemseddin Kurtubî, el–Cami’u li ahkami’l Kur’ân, çev. M. Beşir Eryarsoy (İstanbul: Buruc Yayınları, ts.).
[11] el Yusuf 12/17.
[12] Er–Razi, Mefatihu’l Gayb, 13, 182, El Askeri, el Vucuh ve’n Nazâir, 54.
[13] “Eğer müşriklerden biri senden eman isterse ona eman ver öyle ki Yüce Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.” el Tevbe 9/6.
[14] Mansur b. Muhammed b. A. Cebbar b. Ahmet el-Merûzî el-Sem’ânî et-Temîmî Ebu Muzaffer, (Riyad: Daru’l Vatan, 1997), 2/289, en-Nesefî, Medareku’l Tenzîl ve Hakaiki’t Te’vîl, 1/665, Muhammed b. Muhammed b. Mustafâ Ebu Su’ûd el İmadî, İrşadu’l Akli’s-Selîm ilâ Mezâyâ’l Kitâbi’l Kerîm, (Beyrut: Daru İhya et-Turasi’l Arabî, ts.), 4/44.
[15] el Maide 5/5.
[16] El Askeri, el Vucuh ve’n Nazâir, 54.
[17] Taftazanî, Şerhu’l Akaid, 277.
[18] el Ahzab 33/72.
[19] el Ensarî, Lisanu’l Arab, “emn”, 141-143.
[20] Sa’dettin Mesut b. Ömer Taftazanî, Şerhu’l Akaid, çev. Süleyman Uludağ (İstanbul: Dergah yayınları, 1999), 276.
[21] Nureddin es-Sabunî, Mâturidîyye Akaidi (Ankara: Diyanet işleri Başkanlığı, 2005), 162.
[22] Taftazanî, Şerhu’l Akaid, 280.
[23] Taftazanî, Şerhu’l Akaid, 288.
[24] el Munafikûn 109/1
[25] el Hucurat 49/7.
[26] Said Nursî, Mektubat, “20. Mektup”
[27] “(Resûlüm onlara) de ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin bana) o yeryüzü ve içinde (bulunanlar) kimindir?” “Allah'ındır” diyecekler. “O halde (O’na itaati) düşünmüyor musunuz?” el Mu’minûn 47/84-85.
inzar
inzar