“İmdi, benim nesebimi araştırınız, bakınız ki ben kimim? Sonra vicdanınıza dönünüz de, onun kırgınlığını giderip kendinizden hoşnut etmeyi düşününüz. Hele bir düşününüz ki; beni öldürmek, haram ve mahfuz olan kanımı dökmek size helal olur mu? Ben Peygamber Aleyhisselamın kızının oğlu değil miyim? Şehitler seyidi Hamza benim babamın amcası değil midir? Resulullah’ın benim ve kardeşim hakkında “Bunlar cennet gençlerinin iki seyididir” hadisi size ulaşmadı mı? Benim hakkımdaki bu hadis de mi kanımı dökmekten sizi alıkoymayacak?”
Torunların Doğumları ve İsimlerinin Verilmesi:
Onlar; Hasan ve Hüseyin, torunlardan birer torundular. Dedeleri: “Allah’ım! Ben bunları seviyorum, sen de sev” diyerek dua etmişti onlar için. Babaları ikisine de “Harb” ismini vermek istemişti. Çünkü harbı darbı seven biriydi Hz. Ali (ra). Fakat sevgi, rahmet ve güzellik Peygamberi olan Dedeleri bu isimleri Hasan ve Hüseyin diye düzeltmişti.
Dedelerinin çocukları birer birer vefat etmişti. Hele hele erkek evlatları Kasım, Abdullah ve İbrahim çok erken ayrıldılar babalarından. Kızları Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Rukiye de peşi sıra gittiler. Bir tek Fatıma kaldı ondan sonra yaşayan. O da çok kalmayacaktı babasından sonra. Babasından bu müjdeyi almıştı. Nitekim babasından altı ay sonra o da fani dünyadan ayrıldı.
Hz. Peygamber (sav) tüm sevgisini Hz. Ali ve Fatıma’nın evlatlarına vermişti. Ömrünün sonuna yaklaşan son Peygamber’e bu sevgi fazla görülmemeliydi. Çünkü kendisi hem anne-baba sevgisinden mahrum kalmıştı, hem de evlatları kendisinden önce vefat etmişlerdi.
Resulullah’ın Onlar Hakkındaki Hadisleri:
Hâlbuki Resulullah onlar için; “Onlar benim dünyada kokladığım iki reyhanımdır.”, “Onları seven beni sevmiş olur, onlara kin tutan bana tutmuş olur.”, “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin iki seyididir” diye buyurmuştu.
Derken her beşer gibi Hüseyin’in Dedesi de vefat etti. Sonra annesi, babası ve en son abisi Hasan vefat etmişti. Hüseyin yalnız kalmıştı Ehl-i Beyt’in başında. O’nun ölümü çok acı olacaktı. Bu öyle bir ölüm olacaktı ki, aradan yüzyıllar geçse de ümmetin yüreğini dağlamaya devam edecekti.
Saltanat:
Hz. Peygamber’den (sav) sonra 4 halife geçmişti. Muaviye zamanında hilafet merkezi Şam’a taşınmış ve ölümünden sonra da oğlu Yezid’i veliaht ilan etmişti. Bu İslam Devlet Geleneği’nde olmayan bir durumdu. Çünkü ilk üç halife Resulullah ile aynı aileden bile değillerdi. Sadece Hz. Ali ile aynı ailedendi.
Tabii Yezid’in hilafet makamına layık olup-olmadığı hususu uzun süre tartışıldı. Ancak mesele bu değildi. Mesele İslami yönetimin içine sokulan saltanat fitnesiydi. Bundan böyle devlet kurumu babadan oğula geçen bir miras olacaktı. Üstüne üstlük Yezid’in kadın oynatması, şarap içmesi, hayvanlarla eğlenmesi gibi nedenler de göz önüne alındığında, bu fenalıkları kaldırmaya Hz. Hüseyin herkesten önce gelirdi.
Hicret:
Zaten Yezid halife olur-olmaz ilk işi, Hüseyin b. Ali, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr gibi ileri gelen sahabelerin çocuklarının biatini almak için onları markaja almak oldu. Durumun nazikliği karşısında Hz. Hüseyin, Dedesinin tersi istikamette, yani Medine’den Mekke’ye hicret etmek zorunda kaldı.
Mekke’de bulunduğu esnada Kufe halkı ona tomar tomar mektup gönderdiler. Peygamber’in torununu kendi beldelerine imam olması için davet ediyorlardı. Peygamberi bir terbiye ile büyüyen Hz. Hüseyin, Dedesinin; “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle düzeltin. Buna güç yetiremezseniz dilinizle düzeltin. Bunu da yapamıyorsanız kalbinizle buğz edin.” hadisi ile karşıya kalmıştı. O, birinci şıkka başvuracaktı. Çünkü dedesinin söylediğini tutmaya herkesten daha layıktı.
Elçi:
Hz. Hüseyin durumu araştırması için amcaoğlu Müslim b. Akil’i Kufe’ye bir mektupla gönderdi. Müslim’e, Kufe’deki durumu bana haber et demişti. Müslim Kufe’de, Hz. Hüseyin adına biat almaya başladı. Tam 18 bin kişi ona biat etti. Bunun üzerine Hz. Hüseyin’e durumun kendi lehlerine olduğunu, Mekke’den ayrılıp gelebileceğini söyledi.
Her ne kadar çevresi kendisine gitme, diye uyardıysa da Hz. Hüseyin’in kalmaya niyeti yoktu. Uyaranların çoğu O’nun ölüme gittiğini söylüyordu. Kufe halkının kendisini yalnız bırakacağından korkuyorlardı. Tarih bu şahısları haklı çıkardı.
Çünkü Müslim b. Akil’in evinde bulunduğu şahıs olan Hani b. Urve, yakalanmış ve Müslim ayaklanmayı başlatmak zorunda kalmıştı. İnsanlar tekbir getirerek Müslim’in etrafını doldurdular. Vali köşkü sarıldı. Çatışma çıktı. Ancak Ziyad, Kufe ileri gelenlerini çağırıp halkı dağıtmalarını istedi. Aksi halde Şam’dan gelen ordunun kimseye acımayacağını bildirdi.
Elçinin Şehadeti:
Bunun üzerine halk yavaş yavaş çekilmeye başladı. Öyle ki Akil, Vali köşkünün oradaki mescitte akşam namazını 30 kişi ile kıldı. Bu durum karşısında Kinde mahallesine giren Müslim arkasına bir baktığında tamamen yalnız bırakıldığını gördü.
Tav’a adında bir kadının evine sığındı. Kadının oğlu ertesi gün durumu ihbar etti. Müslim yakalandı. Gözlerinden istem dışı yaş aktı. Kendisini bundan dolayı ayıplayanlara; “Vallahi ben kendim için değil, Hz. Peygamber’in torunu için ağlıyorum. Çünkü o memleketinden çıkıp Kufe’ye gelmek üzere yola çıkmıştır.” dedi.
Müslim b. Akil köşkte Vali’nin huzuruna çıkarıldı. Karar kesindi. Köşkün damında kafası kesilecek, vücudu avluya atılacaktı. Kendisi son kez vasiyette bulunmak üzere meşhur sahabe Sa’d b. Ebi Vakkas’ın oğlu Ömer b. Sa’d’ı seçti. Vasiyeti üç maddeden ibaretti.
Mehmet Emin Özmen
- Kufe’ye geldiğimden bu yana 700 dirhem borçlandım. Benim yerime borcumu öde.
- Öldürüldüğüm zaman cesedimi parçalamalarına izin verme, beni göm.
- Hz. Hüseyin’e bir elçi gönder, sakın buraya gelmesin diye onu uyar.
Mehmet Emin Özmen