Hadis-i Şerifte Peygamber (a.s.v.) şöyle buyuruyor: “Kim bir hidayete/iyi bir şeye davet ederse, ona tabi olanların kazandıkları hayır/hesanet miktarınca ona da aynısı vardır/verilir. Bunların kazandıklarından da hiçbir şey eksilmez…”(Müslim)
Hocamızın vefatının sene-i devriyesinde Allah (c.c.)’dan ona rahmet etmesini ve cennet-i alaya koymasını diliyorum. Bu vesileyle hocamızın İslam davası içerisinde nasıl bir rehber olduğunu ve bizlere ne tür çığırlar açtığını/bıraktığını bu ayki dergimizin iki-üç sayfasıyla kıymetli okuyucularımızla paylaşmak istedik. İstifade edilmesi dileğiyle…
Bir tebliğci, bir rehber olarak en belirgin özelliği Peygamber (a.s.v.) gibi kendisini muhataplarına, yani davet ettiklerine sevdirmesi idi. Öyle ki her yaştan insanlar yaş farkına bakmaksızın onu, kendi akranları gibi hisseder, her şeyini onunla paylaşır, dertleşir ve bu şekilde ondan istifade ederdi. Buna defalarca ve değişik yerlerde şahit olmuşumdur. Örneğin NUSAYBİN’deki herhangi bir camiye, bir iş yerine veya bir eve gittiğimizde camideki cemaatin tümü, medrese öğrencisi (faqi) cami imamı, müezzini; ev sahipleri, işyeri sahipleri vs. istisnasız hocayı öyle karşılar ve sarılırlardı ki, buna şahitlik eden bizlerin bu manzaraya gıpta etmemesi mümkün değildi. Dükkânımız ortak idi, bana yaşlı, genç ve kadın ile nasıl konuşacağımı, hal ve hareketlerimde nelere dikkat edeceğimi şekilleriyle/sözleriyle gösterir, anlatırdı. Bundan vazgeçmedi, ta ki bu konularda İslamî bir üslup/bir çerçeve oluşturdum. Haftalık sohbetleri teorik olarak çok güzel ve etkileyici bir şekilde anlatırdı ve bu şekilde de bu güzel hasleti (muhatapça sevilmeyi) fiili olarak bize gösterirdi/öğretirdi.
Tebliğ ve irşat çalışmasında yorulmak nedir bilmez bir azim ve kararlılık sahibiydi. 1978’de genç bir öğretmen iken köy köy yayan gezmeye kadar götürdü. Akrabalarını, meslektaşlarını, o köylerin ileri gelenlerini, her kesim ve her yaştan insanlarımızı İslami hizmet içerisinde yer almaya davet etti. Bunun için gece gündüz demeden çaba gösterdi, sohbetler düzenledi ve bilfiil bize örnek oldu.
Sünneti Seniye’ye uygun olarak da sohbetlerini çizim ve tasvirlerle süslerdi ki, bu şekilde söyledikleri çok daha iyi anlaşılıyordu. Örneğin cennet/cehennemi anlatırken onu dinleyen bir arkadaşımız “Hocam cenneti anlatırken öyle güzel bir şekilde izah ettiniz ki, gönlümün ferahlığından kendimi bir kuş gibi hissettim. Cehennemi anlatırken de o kadar net bir şekille anlattınız ki, gözlerimle görür gibi oldum ve korkudan neredeyse ödüm kopacak hale geldi.” dedi.
Cemaatleşmede öyle bir çaba sarf ederdi ki, bu onunla bütünleşmiş bir vasfı idi. Örneğin ben onun akrabası, amcazadesi olmakla beraber ve 21 yaşlarında iken beni çağırdı. Resmi bir teklif yapar gibi “Bundan sonra daha düzenli birbirimizi göreceğiz, hizmet yapacağız ve her şeyimizi birbirimizle istişare edeceğiz/paylaşacağız. Gerekirse İslam davası uğruna fenafilihvan olacağız. Yani kendimizi birbirimizin yerine ölümüne feda edeceğiz.” dedi. Ben de onun bu teklifini kabul ettim; bir nevi bey’atlaştık. Bu güzel vasfı ve çığırı, canlı bir şekilde ondan öğrendim.
Örnek bir öğretmen idi. Dersi anlatması, çocukları sevmesi ve onların seviyelerine içtenlikle inmesi, çocukların özgüven kazanmaları için onları iyi dinlemesi, söylediklerine değer vermesi gibi durumlara köye gittiğimde şahit oldum. Dersi anlatırken çizimlerle/tasvirlerle süslerdi. En alt seviyedeki bir öğrencisi bile, öğretmenlerinin ne demek istediğini ne anlatmak istediğini rahatlıkla kavrar ve anlardı. Mesleğini ve öğrencilerini öyle severdi ki, Allah’ü Teâlâ onların içerisinde ona şehadeti nasip etti. Çok sevdiği öğrencilerinden 10 yaşlarında bir kız çocuğu da onunla beraber ona suikast düzenleyen PKK canilerince şehid edildi.
Çok âlim bir rehber idi. Şöyle ki İslami, fenni, astronomi, tarihi vb. ilimlere yüksek derecede vakıf idi. Beşeri sistemler olarak putperestliği, Komünizm’i, Kapitalizm’i kısacası her ne ilim ve sistemi var ise Hoca, o ilimden veya sistemden konuşurdu. Onu dinleyen kişi, hocanın bu ilmin veya sistemin en uzmanı/mütehassısı olduğuna tam kanaat ederdi. Buna senelerce şahitlik ettim. Belki de hocanın bizim için açtığı çığırların başı, ilmi konular idi. Yani çok okuma, en güzel vaktimizi okumaya verme, okuduğumuzu yaşama vb. güzel şeylerin hepsini, bize bire bir gösterdi, öğretti, yaşattı.
Cesurdu; 1980 öncesi insan öldürmenin çok yaygın olduğu Nusaybin ve köylerinde her gün birkaç insanın Komünist PKK ve diğer sol örgütlerce öldürüldüğü bir zamanda İbrahim Hoca, köy köy Nusaybin’de sokak sokak gezip Kur’an’ı, İslam davasını, Peygamber (a.s.v.)’in hayatını yorulmadan, bıkmadan, çekinmeden anlattı.
Medrese dediğimiz kerpiçten yapılı bir ev vardı. Haftalık olarak gelir, bizleri toplar, yukarda saydığım konulardan bizlere (yaşlı-genç) anlatırdı. Cesaret konusunu anlatınca illaki bunun Kur’an’a ve Allah’a dayanması gerektiğini söylerdi. Bu konuda başına gelen bir anısını şu şekilde anlatırdı: “Komünistlerce tehdit edilmiş bir-iki sefer de suikast atlatmış idim. Bundan dolayı görünmeyecek yerlerde bazen nöbet tutardım. Bir gün bahçede nöbet tutarken elimdeki LAMA 6.35’lik tabancama baktım ve içimden silahıma ve kendime çok güvenmeye başladım. Ben bu şekilde silahlı olunca kimse bana bir şey yapamaz dedim, yine içimden ‘kim ne yapabilir ki’ diye söylenip durdum. O zifiri karanlıkta bu haldeyken birden bir karartı (kedi) miyav deyip hızla ayaklarımın arasında geçti. O an neredeyse ödüm kopacaktı. O halde silah elimden fırladı ve bahçenin (domates, patlıcan ve biber fidanları) içerisine düştü. Sabahlayın Behiye Hanımla (fedakâr ve o kadar da cefakâr eşidir. Allah ikisine de rahmet eylesin, cennete buluştursun inşallah) beraber, bir saatte ancak bulabildik. Bu şekilde Allah (c.c.) “Sen tedbirini al, ama bana güven.” deyip büyük bir ders verdi.
Komünistler onun bu faaliyetlerinden o kadar rahatsız oluyorlardı ki birkaç defa suikast yapmak istediler. Başarılı olamadılar. 1980 yılının 12 Eylül darbesi öncesinde İslam düşmanı PKK, ona bir adam göndererek Nusaybin’de bir eve çağırdı. Beni de beraberinde getirmesini söylemişlerdi. Beraber gittik. PKK’li olan kişi “Bu, partimizin mesajıdır; yaptığın İslami faaliyetlerden vazgeç, evinde otur veya tayinini başka bir yere iste. M. Salih de batıya gitsin yahut ikiniz de öldürüleceksiniz vb.” şeyler söyledi. Hocanın o anki şecaatine hayran kalmamak elde değildi. Hoca, o kişiye “Git! Seni gönderenlere elinizden geleni ardınıza koymayın, çalışmamıza daha da hız vereceğiz ve artıracağız, bunu böyle bilin.” dedi.
İslam düşmanı PKK ve türevleri, hocanın ve İslam cemaatinin çalışmalarından öyle rahatsız oldular ki illaki onu öldürmek istediler. Değişik planlar yapıp faaliyete soktular. Örneğin evini silah ve roketlerle taradılar, defalarca bombaladılar ve sonunda da onu kalleşçe şehit ettiler.
Beraberce güzel ve bereketli ticaret yaptık. Önce GÖLGE TİCARET (toptan gıda üzeri) sonra da DÜŞÜNCE KİTAP KIRTASİYE… Bu sahalarda da hocadan dürüstlük, eminlik, cömertlik, kanaat vb. birçok güzel hasletler ve şeyler öğrendik. Kısa bir zamanda dükkânlarımız birinci sıralara yükseldi. Bakkalından perakendecisine kadar insanlar hizip, parti vb. şeylere bakmadan bizden alış veriş yapmaya gelirlerdi. Bazen gecenin çok ilerleyen saatlerine kadar dükkânı açık bırakmak zorunda kalıyorduk. Hatırlıyorum, var olan medreselere, ihtiyaç sahibi insanlara gücümüz nispetinde gıda kolilerini ikimiz alıp götürüyorduk.
Cömertti. Dükkânda olsun, evinde olsun bir misafir gelse veya bir ihtiyaç sahibi gelse neredeyse varını yoğunu ona verir yahut ikram etmek isterdi.
Bir gün, Cemaatimizin Rehberi Nusaybin’e misafirliğine gelmişti. Hem amcazade hem de ortak olmamız ve dava içerisinde en yakını olmamız hasebiyle bir misafir gelse (bize olsun onlara olsun) birbirimize giderdik. Rehberle beraber evde oturuyorduk. Hoca uzun bir süre dışarda kaldı. Rehber “M. Salih, hele bak, hoca nereye gitti, ne yapıyor?” dedi. Çıktım baktım ki avluda bir hayvan (sonradan duyduk ki besili /dermale keçileri idi) kesmiş, asıp derisini soyuyor. Ben “hocam ne yapıyorsunuz” deyince o, “Abemize bunu kestim. Eti çok güzeldir. Belki çoktan böyle güzel et yeme imkânı bulamamış. İnşallah ona şifa ve güç olur.” dedi. İçeri geldim ve durumu Şehid Rehber abemize anlattım. Çok hayıflandı, ama yapılacak bir şey yoktu. Çünkü hayvanı kesmişti. “Öyleyse dışarı çıkıp ona yardım edelim.” dedi Şehid Rehber. Avluya çıkıp ona “Hoca niye böyle yaptın? Eviniz için bunu beslemiştiniz (dermale), ne gerek vardı?” dedi. Kendisi de “Abe gel gel! Senden daha iyileri mi yiyecek? Gel bak! Ben kasaplık yapabiliyor muyum?” vb. şeyler söyledi. Abe ile beraber ona yardım ettik.
Anlayacağınız, İbrahim Hoca’nın bizlere açtığı, bıraktığı güzel çığırlar ve örneklik teşkil edecek güzel hasletleri yazmaya devam edersek değil bir kaç sayfa derginin tümünü dolduracak bir yazı olur. Meramımızı anlatması ve hocaya olan vefa borcumuzu yerine getirme düsturuyla inşallah bunlar yeterli olur diye düşünüyorum.
Evet, yazı başlığındaki hadisi şerifte “Kim güzel bir davet yaparsa ve bir çığır açarsa” buyruğunca hoca, vefat etti /şehit oldu; ama o sağmış gibi, bunları yapmaya devam ediyormuş gibi tüm camiamızın ferdelerinin kazandıkları hayır/hasenat sayısınca onun amel defterine de yazılıyordur. Kıyamete kadar da bu minval üzerine devam edecektir inşallah.
Bizlere düşen, yani alacağımız dersler bu değerli rehberlerimiz gibi bizler de bu güzel hasletleri hayatımıza yerleştirmemiz, uygulamamız ve bizlerden sonra gelecek nesillere örneklik teşkil edecek çığırlar oluşturup aktarmamızdır. Hayatımızda bunlar varsa ne ala, yoksa hemen, çok acele ile oluşturmalıyız. Çünkü ömür çok kısa ve ölümün bizi ne zaman yakalayacağı meçhul. Bu şekilde olmayı Allah (c.c.) bizlere/ hepimize nasip etsin, ayaklarımızı sıratı müstakim üzerine sabit kılsın inşallah. Selam ve dua ile…
inzar
inzar