Ramazan, Kur’an-ı Kerim’in nazil olmaya başladığı ve Kur’an-ı Kerim’in çokça okunduğu, hatmedildiği aydır.
Ne var ki bizim için Kur’an-ı Kerim’i lafzen hatmetmek mümkün ise de manen hatmetmek mümkün değildir.
Kur’an-ı Kerim’in manasını tefsirler okuyarak durmadan araştırmak ve düşünmek durumundayız. Ama tefsirler de Kur’an-ı Kerim’in manasını hatmetmiş, yani mühürlemiş değildir.
Kur’an-ı Kerim, Son Peygamber salallahü aleyhi vesellem’e nazil olmuştur ve Onun en büyük mucizesidir. O büyük mucize, Kıyamete kadar her devrin insanına göre peyderpey anlaşılmaktadır.
İnsanların tarihsel akış içinde yaşadıkları anlamında zaman; Kur’an-ı Kerim’i tasdik etmekte ve onun yüce Allah tarafından gönderildiğini adeta her okuyuşta bize ilan etmektedir.
İSRÂ SÛRESİ’NDEKİ MUCİZE
Her sûre mucizevidir, her ayet mucizevidir hatta her kelime... İsrâ Sûresi ise çağımızın Müslümanı için başlı başına bir mucizedir.
Sûre; İsrâ ve Mi’rac ile başlamakta, bu mahiyette Mescid-i Aksâ’nın yüce Allah tarafından mübarek kılındığını duyurmaktadır.
O gün Mescid-i Aksâ, Yahudilerin değil, Hıristiyanların hakimiyetindedir. Hatta Yahudilerin Kudüs’e girmeleri bile yasaktır.
Sûre, Mekkî’dir; dolayısıyla henüz Medine’de Müslümanlarla Yahudiler arasındaki çekişme de yaşanmamıştır.
Oysa Sûre, başlangıçtaki ayetlerden hemen sonra İsrailoğullarını anlatmaktadır. Öyle ki ilk devirde bu sûre-i şerife “İsrailoğulları Sûresi” denmiştir.
Kur’an-ı Kerim, müspeti merkeze yerleştirir; dolayısıyla olumsuza sadece müspet olanın anlaşılması için değinir. İsrâ Sûresi’ne de bu anlatış hakimdir. Sûre her ne kadar İsraioğulları Sûresi denecek kadar İsrâiloğullarından söz etse de asıl konusu Müslümanların nasıl bir dünya kuracaklarıdır.
Pek çok mucizevi yöne sahip sûre, Müslümanlar için “Nasıl olmamalısınız?” sorusu bağlamında İsrailoğullarını anlatırken asıl temasında, Müslümanların nasıl olması gerektiğini anlatmakta, bugün kimi görüşlere göre İslam medeniyetinin esaslarını dile getirmektedir.
Kudüs’teki Hıristiyan hakimiyetine rağmen sûrede o yönde vurguların olmaması, Kudüs’ün Bizans’tan kurtarılmasının kolay olacağına dair bir işaret olabilir mi, en doğrusunu Allah bilir. Ama sûre, Mescid-i Aksâ’nın mübarek kılınışı ile başlarken sonrasında Yahudilerin sadece tarihsel serüveninden söz etmemekte, onların ve onlara benzeyenlerin zihniyetini de haber vermekte, dolayısıyla İsrailoğulları ve Kudüs meselesini birlikte, Müslümanlar için bir zihniyet çatışması bağlamında ele almaktadır. Bu, bugüne kadar konuşulmamış, büyük bir mucizedir.
Kudüs meselesi, Allah tamamından razı olsun Ashabın devrinde Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında bir zihniyet çatışması konusu değildir. Selâhaddin-i Eyyûbî Devri’nde de Müslümanlarla Haçlılar arasındaki mücadele, bir zihniyet mücadelesi olmamıştır. O günün Hıristiyan dünyası İslam’la mücadele edecek bir zihniyet ortaya koymaktan uzaktır. O günün Hıristiyanları, inançları ile Müslümanlardan farklıdırlar ve kılıçları ile Müslümanlara hücum etmektedirler.
Haçlılar, güçlerini inançları, umutları, irice gövdeleri ve kılıç kullanma maharetlerinden almaktadırlar. Onlar, İslam dünyasına bir zihniyet ihraç etme girişiminde bulunmadıkları gibi, inançlarını dahi Müslümanlar arasında yaymak için uğraşmadılar.
Oysa bugünün siyonist Yahudileri, Kudüs’ü öncelikle zihniyetleri ve o zihniyetin ürünü uygarlıkları ile istila ettiler. Önce Batı’ya hâkim olan, sonra İslam alemine doğru bir istila hareketi olarak yayılan bir zihniyet ve uygarlık… Filistin ve Kudüs’ün son istilasını bugüne kadar yanlış bir anlatımla “Haçlı istilası” diye adlandırdığımız için bu hususu fark etmedik. Total yaklaşımımız bizim farkları ve dolayısıyla önümüzü görmemizi engelledi.
Bugün yaşadığımız istila, Yahudilerin kılıç gücünden öte, zihniyet gücünün eseridir ve İsrâ Sûresi, bunu o günden haber vermekle başlı başına bir mucizedir. Sûre, hem Kudüs’ün bizimle İsrailoğulları arasında çekişme konusu olacağını dolaylı olarak haber vermekte hem İsrailoğulları ile aramızda yaşanacak çekişmenin özünü bize anlatmaktadır.
Sûre, Mi’rac’da hediye edilen Amenerresûlû ve Hz. Peygamberin Kudüs’te veya Mir’ac’da bütün peygamberlerin önünde namaz kılması ile birlikte ele alındığında bize şu hakikati duyurmaktadır:
“Makam-ı Mahmud”, Hz. Muhammed Mustafa salallahü aleyhi vesellem’indir. O, bütün peygamberlerin serveridir. Farklı kavimlere seslenen peygamberler, aynı zamanda onun ümmetinin peygamberleridir. Peygamberlik, bir ırk meselesi değil, bir iman meselesidir. Öyleyse İsrailoğullarının Peygamberler yurdu Kudüs’le ilgili veraset talepleri tamamen yersizdir, hukuka aykırıdır. Şeytanın Hz. Adem’e karşı tutumundan bakılırsa en esasından ırkçılık davası da batıldır.
Kur’an’a Tabi Olursak Yahudiler Bizi Asla Yenemeyecek!
“De ki insanlar ve cinler, birbirine yardımcı olarak bu Kur’an'ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar." (İsrâ Sûresi, 88)
Hz. Aişe radiyallahü anha annemizden yapılan bir rivayete göre Hz. Peygamberin her gece okumadan uyumadığı sûredeki bu ayet-i kerime Kur’an’ın mucizevi yönünü duyururken aynı zamanda bize şunu da haber vermiyor mu?
Müslümanlar, Kur’an’a tabi oldukları sürece Yahudiler asla onları yenemeyecek, zira onlar, ne yaparlarsa yapsınlar, maharetleriyle ne üretirlerse üretsinler Kur’an’ın benzerini üretemeyecekler.
Bu noktada durup düşünmek gerek: “Kur’an, bize neyi emrediyor?”
İsrâ Sûresi mahiyetinde Kur’an bize kime benzemememiz gerektiğini ve ona karşı nasıl olmamız gerektiğini anlatıyor:
-Irkçılık davası güdenlere,
-Ele geçirdikleri fırsatları yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak için değerlendiren İsrailoğullarına,
-Kur’an-ı Kerim’i dinledikleri hâlde ondan istifade etmeyen inkârcılara,
-Ruha inanmayan maddecilere,
-Ellerine mal geçince şımarıp kibirlenen mutreflere
benzemeyeceğiz.
Buna karşı,
-Görüşü Hz. İbrahim gibi sorgulayacağız ama bilginin temeline kuşkuyu koyup sürekli zan peşinde koşarak hakikati belirsizleştirmeye çalışmayacağız. Başka bir ifade ile bilgilenmeyi sürekli kuşkulanma üzerine değil, tasdik üzerinde, hakkı bulduğumuzda ona tabi olma üzerinde sürdürerek zihin dünyamızı inşa edeceğiz.
-Allah’tan başka hiç kimseye kulluk etmeyerek inancımızı sağlam tutacağız.
-Anne babaya saygı göstererek, rızık korkusuna kapılıp evlatlarımızı öldürmeye kalkışmayarak ve zinaya yaklaşmayarak aileyi ayakta tutacağız.
-Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa yardım ederek toplumu ihya edeceğiz.
-Malla ilişkimizi cimrilik değil, eli açıklık belirleyecek. Müsrifi şeytanın kardeşi bilip israftan da kaçınacağız. Bu esas üzere ekonomimizi ihya edeceğiz.
- Haksız yere cana kıymayacağız ve teraziyi koruyarak devleti adalet üzere inşa edeceğiz.
İlk okuyuşta basit gibi görünen bu esasları Hz. Peygamberin her gece İsrâ Sûresi’ni okuduğunu göz önünde tutarak tekrar tekrar okuyup İslam alemine bakalım. Yahudi uygarlığı nasıl da bizi istila etmiş!
Kuşku nasıl da hayatımızın dört bir yanını sarmış. Kula kulluk yayılmış. Aile önce küçüldü, şimdi dağılıyor. Zina, sokağa inmiş. Toplumsal bağlar çözülüyor. İslam aleminin Doğu Arabistan misali bir yanı korkunç bir israf içinde, diğer yanı yoksul ve yardım bekliyor. Adalet ise çoktan aramızdan göçüp gitmiş. Tüccarın hile yapması, devlet ve örgütlerin cana haksız yere kıyması neredeyse hak sayılıyor.
Üstelik bu kez yaşadığımız bir “gevşeme” hâli değil, doğrudan bir etkilenme, öyle de değil, modern ve postmodern savaş araçlarıyla, zihniyet işgaliyle etki altında bırakılma hâlidir. Dolayısıyla ondan kurtulmak için içeriyi uyarmak yetmez, dışarıya karşı mücadele de etmek gerekir. Biz, bizi buraya sürükleyen zihniyetle mücadele etmedikçe ihya olmayacağız, biz ihya olmadıkça Kudüs’ü kurtaramayacağız.
Mesele şefkat, merhamet, özetle iyilik medeniyetini inşadır. İşimiz kolay, zira Kur’an gibi bir kılavuza sahibiz. Onun kılavuzluğu açıktır. Çözüm, Yahudiden kurtulmak için Hıristiyana uymak değil, Kur’an’a tabi olmaktır.
“Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.” (İsrâ Sûresi, 9)
“Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten münezzeh olduğu için bir dayanağa da ihtiyacı olmayan Allah’a hamd ederim de ve tekbir getirerek O’nun şanını yücelt!” (İsrâ Sûresi, 111)