İslâm İnkılâb hareketinin esasları üçtür, daha doğrusu tek kavnaktan (Vahiyden) ilham alınarak, şekillendirilmiş, tek'e irca edilebilecek üç şua.
1- Her şeyiyle dünya ve ahireti ihata eden Mutlak-İlâhi İdeoloji: İSLÂM...
2-Muhteva ve şekil itibariyle İslâm'dan kaynaklanmış, kaynağına göre şekillendirilmiş, oluşturulmuş : TEŞKİLÂT... daha doğru bir CEMAAT..
3- Bu ideolojinin cihünşümül bünyesine bağlı ve uygun olarak, TEŞKİLÂT'ın (Cemaat'ın) her sahadaki hareketi, mücadelesi ve nihaî hamle harekete kadar verilen “TOPYEKÛN SAVAŞ”
1-İdeojimiz İslâm; zaruri ve tabiî mücadelemizin, esaretten “KURTULUŞ MÜCADELEMİZİN” âcil ve nihaî hedeflerini ilmi, bedihi, akli bir şekilde izah eder ve ispatlar; böylelikle Müslüman halkın, özellikle inkılâb hareketinin kadrosu, öncüsü olan gençliğin karşı karşıya bulunduğu ana hatları çizer; usülünü, programını, stratejisini, taktiğini, ruhunu ve ahlakını belirler.
“KURTULUŞ MÜCADELESİ” her şeyini İslam’dan alır, başka türlüsü muhaldir.
2… TEŞKİLÂT
Bizde teşkilât; Müslümanların kurtuluşu İslâm nizamının hâkimiyeti adına bir araya gelen, İslâm dâvâsının şuuruna varmış gönüllü savaşçılarının birliğidir.
Daha ayrıntılı olarak cevap şöyle olabilir : Bir teşkilât ile kastedilen aynı inanca sahip olanların; içtimaî, askerî, iktisadî, idari ve siyasi hayatın, inanç ve görüşlerine uygun olarak öz ve biçim bakımından yeniden ihyâ edilmesi için İslâm'da hüküm, hüküm tesbit edilmiş usûlleriyle cihâd eden fertlerin gönüllü birliğidir.
3- 14. hicrî asrın nihayetine, 15. hicrî asrın bidayetine üç yıl var... Ve bütün insanlık âlemi, inananı ve inanmayanıyla bütün beşeriyet bir inkılâb bekliyor. Evet... bütün dünya, bu arada bütün İslâm âlemi muazzam ve ekmel bir inkılâb bekliyor, mücerred, lâf ve fikir plânında değil, müşahhas fiiliyât ve tatbikat plânında…
İnsanlığın devlet olarak İslâm'ın tatbikinden uzaklaşması yüzünden meydana gelen mânevî ve -buna bağlı ve bundan sonra gelmis olarak- maddî kaostan, tek kelimeyle buhrandan kurtulması için bir inkılâb bekleniyor... Bu durumda beklenen bu inkılâbın fikren bağlısı ve fiilen tatbikatta isteyicisi, yapıp ve yaşatıcısı durumundaki Müslümanlarda, bu inkılâbın gerçekleşmesi için tatbik edilecek metodla (usûlle) ilgili olarak büyük bir arzu ve iştiyâkla fikir yürütmekte. Kimisi metod hakkında konuşurken, istemediği halde küfür düzeninin şartlandırdığı bir biçimde düşünerek, küfür düzeninin kendi kanunları çerçevesinde -sadece- “demokratik bir yolla, metodla hareket yürütülmeli” derken; kimisinin de şu veya bu çeşit “beşerî ilkelerle oluşturulmuş metodla, hareket edilmesi lâzım gelir” diyerek, asIî maksadımızı tahakkuk ettirebilmek için sürüyle programlar vazetmek gayretinde bulundukları görülmektedir.[1]
İslâm inkılâbının esaslarından, İslâm ideolojisinin cihanşümûl bünyesine bağlı ve uygun olarak, Teşkilâtın her sahadaki hareketi, mücadelesi ve nihaî hamle ve harekete kadar verilen “Topyekûn mücahede”, maddesinin işleneceği bu yazıya devam etmeden önce noktalayalım ki; bu yazı mücerred arzu ve fikir plânında olmasını istememize rağmen, kitleyi mücadele için tahrik ve teşvik değil, sadece, metodumuzun, yine ideolojimiz açısından mânâsını gösterme denemesi ve gavretidir; ve müşahhas bir tahrik ve teşvikle alâkasızdır. Yazımıza Batıcı-Lâik Devletin kanun adamlarının kitleyi silâhlı mücadeleye teşvik ve bu yolda telkinci gözüyle bakması, hukuk ve kanun nazarında, silâhla öldürülen bir maktülün katili yerine, herhangi bir silâhçının yakalanıp suclandırılması derecesinde bir abesle iştigaldir; ayrıca, fikir ile fiilin karıştırılması şeklinde bir saçmalıktır. Fikir ve fiil başka şeyler olduğuna göre; bazı fikirlerin fiile dönüştürülmesi suçu, sadece ve sadece böyle bir ameliyeyi yapacak olanlara yüklenebilir ve böyle bir hareketin istikbalde olacağını olabileceğini söyleyip, bizi hiç kimse suçlandıramaz... Kanunlar, herhalde, halden başlayıp istikbale de kancalarını atacak kadar suç arayıcı beşerî fikirler manzumesi değildir.
İfademizi peşinen verip yazımıza devam edelim…
İslâm; sadece, ibadetler, inançlar ve âdetler manzumesi degildir. Bunlarla birlikte bunların ötesinde âlemşumûl, küllî bir sistemdir. İnsanlığın, gerçek mutluluğunu sağlayacak, gerçek kurtuluşa erdirecek tek sistem... İnsan fıtratına uygun tek sistem... Bu yüzden tabiidir ki, Müslümanlar; kendi hak nizamları İslâm'dan başka bâtıl ideolojiler üzerine kâim nizamlar ve bu nizamların (mücerred hükümler manzumesi bâtıl ideolojilerin tatbik şekillerinin) en üst otoritesi, teşkilâtlı hâkim irade ve kuvveti olan ve cemiyeti sevk ve idare eden devletine hor gözle bakar.
DEVLET NEDİR?
Bir inkılâb (devrim - yenilik) hareketinin zeminini, genel olarak değerlendirirsek, toplumun mânevî ve maddî bünyesidir. Toplumun (Hukukî - siyasî - ideolojik) düzeninin temsilcisi, en yüksek mercii, hâkim irâde, kuvvet ve kudreti ise: (HAK YA DA BÂTIL) BİR DOKTRİNLE TEÇHİZ EDİLMİŞ VE ONUN TEMSİLCİSİ DURUMUNDA OLAN, BÜNYESİNDE “YASAMA”, “YARGI” VE “İCRA” ORGANLARINI BULUNDURAN, HAKLAR VE KUVVETLER MANZUMESİ ÜZERİNDE KURULAN “İCTİMAİ VARLIK”TIR, yani DEVLET'TİR.) Bu bakımdan yeryüzündeki Müslüman toplumları;
a) Kendi inançlarının ve kendilerinin, bulundukları düzenin DEVLET müessesesine sahip ve hâkim olduğu,
b) Kendi inançlarının ve kendilerinin, bulundukları düzenin DEVLET müessesesine sahip ve hâkim olmadığı, Müslüman toplumlar olarak ikiye ayırabiliriz. İslâm'ın bütünüyle hâkim olduğu ve tatbik edildiği hiç bir devletin olmadığını gözönüne alırsak, Müslümanlar bu tasnifin ikinci kategorisine giriyor, demektir.
Bu durumda kendi inançlarının bulundukları düzenin devlet müeşsesesine hâkim olmayışı, yine kendi inançlanna göre, Müslümanların 2 x 2= 4'ün kesinliği derecesinde bir kesinlikle, köle olduklarının sömürüldüklerini ve bâtıl ideolojilerin mensuplarının DİKTASI altında olduklarını apaçık ispatlar ve gösterir.
Şu halde, her “gerçek mü'min”in vereceği hüküm şu olacaktır: Az - çok (ZAHİREN) BAĞIMSIZ HAREKET ETMELERİNE RAĞMEN BÜTÜN MÜSLÜMANLAR, ASRIMIZDA KÖLEDİRLER.
(Zindan içindeki bir esirin, zindanda istediği gibi dolaşıp zıplayıp oynaması onun hür olduğunu belirtebilir mi?)
AKSİYONUN ŞEKLİ?
Herhangi bir oligarşik nizamın hayatına müdahale edici aksiyon nedir? Nizamın hayatına müdahale edici aksivon; Devletin, dolayısıyla toplumun içinde bulundukları halden çıkarılıp yepyeni bir “hal”e in-tikal için; (gerektiğinde cebir ve zor yolu ile) fikri ve fiilî olarak yapilan hareket demektir.
Sadece, “fiili aksiyon” şu iki şekilde belirir
1- İnancının gerçek temsilcisi olarak hazırlanmış veya hazırlatılmış askerî nizam ve disiplin sahibi birlikler vasıtasıyla, düzenin beyni durumundaki merkezin bir hamlede kontrol altına alınması ve merkezden muhite inancının hâkimiyeti yolunda ve uğrunda yayılışıdır. Burada vuruş merkeze, stratejik istikamet MERKEZDEN MUHİTE doğrudur.
2- İnancının gercek temsilcisi olarak hazırlanmış veya hazırlatılmıs öncü bir teşkilât tarafından bütün bir inanmış halkın topluca muhitten merkeze cemaat halinde -kitle olarak değil- getirilerek merkeze alışı ve inancının hakimiyetini ilan edişidir. Burada vuruş merkeze, stratejik istikamet de MUHİTTEN MERKEZE doğrudur.
“Ey iman edenler… İhtiyat tedbirleri alarak uyanık olun. Düşmana, ya küçük kıt'alar halinde yahutta toptan seferber olarak karşı çıkın...” (Nisâ süresi, âyet 71)
Hem fikri, hem de fiilî aksiyon şekli olup gerektiğinde -ki muhakkak olacaktır- yukarda belirtilen fiilî aksiyon şekillerinin de kullanılabileceği, “fikri ve fiilî” aksiyon da;
Oligarşik düzeni ve bu düzendeki toplum hayatını değiştirmeyi, -uzun sürecek bir zaman akışı içinde olsa da- inanmış halkın yaşantısını ve ana toplum, müesseselerini İslâm'a göre yeniden düzenlemeyi gaye edinen zor da olsa yapılması, inanmışlar topluluğu için farz olan, bir İNKILÂB hamle ve hareketidir.
Hem fikrî, hem de fiilî olarak Müslümanların inanmıyanlarla, (kâfirlerle) , müşriklerle savaşmaları farzdır. İşte buna dair bazı âyetler..
“Ey mü'minler!.. Hoşunuza gitmediği halde, din düşmanları ile savaşmak üzerinize farz kılındı. Olur ki, bir şey hoşunuza gitmezken, sizin için o hayırlı olur ve bir şeyi de sevdiğiniz halde O, hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216)
“Allah yolunda düşmanla savaşın ve bilin ki, Allah kemaliyle işiticidir.” (Bakara, 244)
“O halde dünya hayatı yerine ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaş etsin. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülürse, yahut düşmanına üstün gelirse, ona pek büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa, 74)
“Ey mü 'minler; gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak seferber olun ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda muharebe edin. Eğer bilirseniz bu, sizin için pek hayırlıdır.” (Tevbe, 41)
“Eğer emrolunduğunuz bu savaşa topluca çıkmazsanız, Allah sizi çok acıklı bir azaba uğratır ve yerinize (itaat eden) başka bir kavim getirir. Siz de savaşa çıkmadığınızdan dolayı O’na zerrece zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir.” (Tevbe, 39)
Ve daha nicesiyle her mü'mine, İslâm nizamının kurulması yolunda mücahedeyi emreden âyetler...
Bu mücahadeyi yapan mü'minlerin kemmiyet itibariyle az da olsalar zafere erişeceklerini bildiren, müjdeleyen âyet:
“… Allah'ın izniyle nice az bir topluluk, daha çok bir topluluğa üstün gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 249)
(devam edecek)
[1] Sayısız kalem ve kelâm erbabının yazıp konuştuğu bu mevzuda, kalem oynatma cesaretimizi, belki de haddi aşmış bir çalışma ve gayret olarak görebilecek okuyucu kardeşlerimize şunu hatırlatmak isteriz: Millî Gençliğin, bundan önceki iki sayısından beri anlatmaya çalıştıklarımızdan, doğru olan her mücerred fikir ve hükümler Allah ile Resulünün; her yanlış görüş ve fikirler de şahsımızındır