Asrımız... ve, asrımız içinde insanlık… Her tarafta ateş, kan, vahşet, açlık, sefâlet ve barut kokuları... Dişiyle, tırnağıyla, teriyle, kanıyla bir parça ekmek, bir yudum su için mücadele verenler... Sürüyle sahipsiz çocuklar... Tümenlerle işsizler... İstediğiniz kadar yankesiciler, hırsızlar, dolandırıcılar... Terbiye mahrumiyetinin en aşağı derekesini gösteren âsi gençler ve bunların rezaleti, cinayeti, vehameti, her şeye hiyanet... Paranın her kapıyı açtığını gösterircesine, bir bakıma ispat edercesine rüşvet verenler... Edebsizliğin ve hâyâsızlığın zirve noktasında, «edep» ve «hâyâ» gibi ulvî kelimeleri maziye çivilemişçesine bir davranış içeresindeki kadınlar, kızlar... Taptığı ve herkesin tapmasını istiyen parasıyla kapitalistlerin; masum insanların, genç kızların iffet ve ismetlerini harcayıp, harcatmaları... Bütün zamanlarını tek mutluluk kaynağı (!) zannettiği içki ile heba eden, ahmaklığın zirvesinde insanlar... Kendi menfaati için her türlü namussuzluğu işlemekten asla çekinmiyenler... Hayatı, yalnızca, yiyip içmekten, yatıp kalkmaktan ibaret zanneden milyonlarca insanın oluşturduğu yığınlar...
Ve daha bilmem, lûgatta, binlercesiyle zulmetin, kötülüğün, “iyi” ve “güzel” her şeyin zıddının remzi kelimelerle ifade edilebilecek sıfatları üstünde, elbise giymisçesine, toplıyan insanlar... ve bütün bir beşeriyet...
Bilmem, insanlığın halini anlatmağa devam etmek gerekir mi? Anlatılabileceklerin tahminini sizlere bırakıp, biz hükmü verelim... Herkesin, her akl-ı selimin ereceği hükmü...
Aşikârdır ki, insanlık; dünya çapındaki buhranın, veba salgını gibi, ferdleri kırıp geçirmesi şeklinde tecelli eden hastalığın, en korkunç, en ateşli halini yaşıyor. Buhran zirve noktasında... Her sahada aynı hal ve aynı teşhis... İnsanlık; buhransızlığa, KURTULUŞ’a geçişin kritik dönüm noktasında... Hüküm bu, ama...
Aslında, yapmak istediğimiz, bu teşhisi belirtmek değildir. “Neden?” denilecek... Cevap basit ve tek... Müslüman için bu hükmü vermek belki, kolayların en kolayı... Neden mi? Bunun da cevabı basit... Müslüman, inandığına gerçekten kemâl haddiyle inanmış bir Müslüman, bilir ki : Bunun böyle oluşunun sebebi, sadece ve sadece, beşeriyetin tek KURTULUŞ reçetesi olan İslâm’ın tatbik edilmemesidir. Tatbikten kasıt İslâm'ın bütünüyle herşeyiyle tatbikidir. Yoksa bir kısmının tatbiki, geri kalan kısmın tatbik edilmeyişi, tıpkı; bir hastaya verilecek ilâcın gerekli dozda verilmeyişi gibi bir etki yapar.
Neyse... Asıl mes'elemize suallerle girelim.
“İnsanlık buhran içinde kıvranırken, Müslümanlar bu durumdan etkilenmiyorlar mı? Müslümanlar, kendi inançlarının hakim sistem olmayışı, bırakalım bunu da kendi inançlarının camii dışını alakadar eden kısmından camide bile bahsedemeyişleri, onların esaret içinde olduklarının en bariz ve en sarih delili değil mi?”
“Yok” diyen ya kendi nizamının muhtevasını bilmiyor, böylelikle durumunu tespit edemiyor ya da bilip de söylemiyor. İkinci şıktakilerle işimiz yok… İşimiz birinci şıktakilerle… Bu hükmü, bu kesin ve net hükmü, yani inandığı nizamın hakim olmayışından doğan “KÖLELİĞİ”ni batıl nizamlara köle olduğu hükmünü, her bilmeyenin beynine, ruhuna, kalbine çivilercesine anlatmak, her Müslüman’ın olduğu gibi benim de görevim. Bunun söylemekle görev bitiyor mu? Hayır! Asıl olanı bundan sonra başlıyor.
Asıl görev; köleliğin kalkması, gerçek hürriyetin gelmesini sağlama yolunda, her şeyiyle vesile oluşturur, vasıta olmuştur. Kölelikten kurtuluşun yolu; içinde yaşanılan, köle olunmuş, daha doğrusu, edilmiş düzeni yıkmak, kendi saadetini, kendinle birlikte insanlığın mutluluğunu ve kurtuluşunu sağlayacak “İslam Devleti”nin hakimiyetini sağlayacaktır. Sebep; köle oluş değil, sadece Müslüman oluş ve İslam’ın dünyaya hakim olmayışıdır. Ama, kölelikten kurtuluş, hürriyete eriş bunun neticesi..
İçinde bulunduğun, yaşadığımız düzeni yıkış nedir? Cevabı biz değil Üstad(Necip Fazıl) versin:
“Bir bünyenin, kendi içinde, kendi öz nizamını sarsıcı ve yeni bir nizama yol arayıcı her hareket, ihtilaldir ve bu davranış, içi beşeriyet kadar kalabalık tek fertten, üç beş kişilik aileye, sekiz on ailelik kabileye ve koskoca cemiyete, hasılı topluluk belirten her varlığa kadar, esasta ve mücerrette birdir.”
Kölelikten KURTULUŞ’ta vasıta olan ve hakiki manasıyla “ihtilal, Allah’ın insana biçtiği memuriyeti bilenlerce ne kadar manalıdır”. Manası Gerçekten büyük, fakat; şimdi beşeriyetin anladığı süfli manasıyla, gerçek muhtevasından sapmış manasıyla değil; her şeyini, usulünü, stratejisini, programını, taktiğini hasılı herşeyini İslam’dan almış manasıyla büyük… Bu noktada insanın durumu:
“İnsan, nefsinde ve cemiyetinde, kendi ölçüsüne göre aradığı cennetin engellerine karşı daima ihtilal halindedir.” Bu hal sürekli, kıyamete dek süreklidir. Müslüman, sürekli bir ihtilal içindedir. Nefsine, batıla, bozuğa, kötüye, zulmete, sömürüye, emperyalizme, taklitçiliğe, hasılı kendinden ve kendi inancından olmayan her şeye karşı sürekli ihtilal halindedir. Ama bir noktayı unutmaz, bu karşı çıkış yani ihtilal hiçbir zaman ve mekanda gaye değil… Tekrar edelim… Hiçbir zaman ve mekanda ihtilal gaye değil sadece çeşitli vasıtalardan bir vasıtadır.
“Şu var ki, üstün manasıyla inkılap vasıtası ihtilal, vasıtalık ettiği gayeye göre kıymetlenir. Gaye, ulvilerin ulvisi Allah yolu olunca da yığınların bazen hiç ve bazen hep, bazen batıl ve bazen hak yüzünden birbirine girmesinden ibaret vasıtayı müstakil değer kabul etmez. Vasıtayı hangi şekilde bulursa onda kullanır ve inkılap ismini alır.”
İnkılap… İnsanlığın asli mana ve muhtevasından saptırdığı “İnkılap” mefhumu… Biz bu kelimeye öyle kıymet vermeliyiz, tıpkı bir malın tam hakkını, karşılığını ödercesine… Bu kelime de her “İyi” şey gibi, her şeyiyle birlikte gerçek manasını da muhtevasını da İslam’da bulur. Şu halde;
“İslam, bir inkılap mefkuresidir. İslam, bir inkılap hareketidir. O, yeryüzündeki bütün batıl sistemleri tuzla buz edip yerine kendi mefkuresine göre düzenlenmiş, yeniden, yepyeni ve alemşumûl sistemleri koymak ister!... Bu yüzdendir ki “MÜSLÜMAN”; İslam’ın ortaya çıkardığı ve bu ebedi inkılap nizamını gerçekleştirmek için hizaya dizdiği dünya inkılapçılarının adıdır. CİHAD ise, bu alemşumûl inkılabı gerçekleştirme savaşıdır. (Revolutionary Struggle) yahut da, bu alemşumûl inkılabı, gerçekleştirmek için yorulmak, dinlenmek bilmeyen sonsuz çalışma işidir.”
İslam inkılabı… Alemşumûl İslam İnkılabı… Dünya bu inkılabın gerçekleşmesini bekliyor… Dünyaya gerçek KURTULUŞ’u sağlayacak inkılabı..
Gerçekleşecek, mutlaka gerçekleşecek bu inkılab, haliyle bazı esasları kapsayacak… En küçük bir hareket bile bazı “şey”leri kapsadığı halde böyle bir inkılap hareketinin esaslarının olmayışı muhaldir.
Hiçbir “şey”i kapsamayan bir “inkılap”ın bizatihi bir “hiç” olduğu bedahet derecesinde aşikar…
Bir inkılap hareketi; uğrunda çıktığı ideolojiden (hak veya batıl); esaslarını, siyasetini, stratejisini, taktiğini, ahlakını, ruhunu, metodunu (usulünü) ve hareket programını almadığı sürece, başarısı olduğu taktirde bile, bu başarısı, o ideoloji adına olamaz.
İslam inkılap hareketinin esasları üçtür, daha doğrusu tek kaynaktan (Vahiyden) çıkmış tek’e irca edilebilecek üç şua:
1-Her şeyiyle dünya ve ahireti ihata eden Mutlak-İlahi ideoloji: İSLAM…
2-Muhteva ve şekil itibariyle İslam’dan kaynaklanmış, kaynağına göre şekillendirilmiş, oluşturulmuş: TEŞKİLAT…
3-Bu ideolojinin cihanşümul bünyesine bağlı ve uygun olarak, TEŞKİLAT’ın her sahadaki hareketi, mücadelesi ve nihai hamle ve harekete kadar verilen “TOPYEKÜN SAVAŞ”…
Bu esaslar muzaffer olmuş, mer’i rejim haline gelmiş bütün inkılap hareketlerinde vardır. Bu esaslardan birini veya bir kaçını kapsayan bir hareket “İnkılap” olma haysiyetine sahip değildir. Ancak, haysiletsizlik nispeti Üstad’ın yaptığı şu sıralamanın 3, 4, 5, şıkkına göredir.
“İhtilalleri, mana ve madde kıymetleriyle 5 sınıfa ayırabiliriz:
1-En ulvi…
2-Ulvi..
3-Toprak seviyeli fikre bağlı…
4-Süfli...
5-En süfli…
Birincisi, Resullerin temsil ettiği mutlak inkılaplar ve onlara bağlı hareketler…
İkincisi, aynı yolda tabi kahrmanların büyük hamleleri…
Üçüncüsü, madde ötesi, manevi bir ideale malik bulunmaksızın girişilen, hak ve batıl, dünya görüşü sahibi, geniş çapta (aksiyonlar)…
Dördüncüsü, saman kağdı üzerinden kopya, köksüz davranışlar…
Beşincisi, elindeki mankafa silah ve alet imtiyazını en vahşi zorbalık ve en galiz eşkiyacılığa vasıta edici yeltenişler….”.
Esasları saydık… Şimdi bu esasları tek tek gücümüzün yettiğince, aklımız erdiğince anlatmadan önce; İslam İnkılabının gaye ve hedefini belirtmeğe çalışalım…
(Devam edecek)