İslam inkılabında gaye sadece ve sadece ALLAH RIZASI’dır. Komünizm’de gaye işçi diktatoryası, Faşizm’de ırk hâkimiyeti gibi müşahhas gayelere mukabil İslam’daki mücerred en üstün gaye… ALLAH RIZASI… Varlık âleminin yaratıcısı, mücerredler mücerredi ALLAH (celle celaluhu)’ın aciz ve zaif insandan razı oluşu… Bundan üstün gaye olabilir mi? Tabii ki hayır.
İslam; sadece, ibadetler, inançlar ve adetler manzumesi değil… Bunlarla birlikte, bunların ötesinde âlemşümul, külli bir sistemdir. İnsanlığın gerçek mutluluğunu sağlayacak, gerçek KURTULUŞ’a erdirecek tek sistem… İnsan fıtratına uygun tek sistem… Bu yüzden tabiidir ki, Müslümanlar; kendi hak nizamları İslam’dan başka batıl nizamlar üzerine kaim nizamları ve bu nizamların (Mücerred hükümler manzumesi batıl ideolojilerin tatbik şekillerinin) en üst otoritesi, teşkilatlı hâkim irade ve kuvveti olan ve cemiyeti sevk ve idare eden DEVLETİNİ yıkmak ister…
İslam’ın varoluşunun gayesi kendi devletini kurmak ise ve iki ayrı hâkim irade ve kuvvetin, daha doğrusu iki ayrı devletin, aynı zaman ve mekanda bir arada barınamayacağı kesin ise, İslam hareketinin yönelişi, içinde bulunduğu batıl nizamın hâkim müessesesi olan “DEVLET”e doğrudur. Yöneliş devlete fakat bu yönelişin hedefi: Batıl devletin yıkılışı değil kendi şer’i devletinin, İslam devletinin hâkimiyetidir. Aradaki fark çok ince ve ince olduğu kadar da manalıdır. Fark şu:
Bir batıl devletin yıkılışı her zaman bir şer’i devletin doğacağı ihtimalini doğurmaz, ama bir şer’i devletin hâkimiyeti batıl devlet (veya devletlerin) mutlaka yıkılışıdır. Sıralamadaki incelik şu ayette açıkça belirtiliyor…
“Hak geldi, batıl zail oldu”
Bir cümleye; Müslümanların esas görev batıl nizamları yıkma noktasında değil, kendi nizamları İSLAM’ı tahakkuk noktasında mihraklaşır. İşte bir ayet daha…
“Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah için oluncaya kadar döğüşün!” (Enfal Suresi, ayet 38)
Demek, Müslümanlar mutlaka bulundukları yerde hâkimiyeti İslam’a vermeli, idari merkezlere yani DEVLET’e hâkim olmalıdır. Bozuk, batıl, küfür düzeninin yaşayışının, kendi teşkilatlı devletine bağlı olduğu malum…
İnkılap hareketi herhangi bir cemiyete hâkim devlet mekanizmasını tamamen kaldırıp yenisini yerine koyacağından nihai hamle ve hareket mutlak olarak hâkim sistemin merkezine, beynine yöneliktir. Yan hareketler ve mücadeleler daima merkezi abluka altına almak için kullanılır. Müşahhas birkaç misal… Daha iyi anlaşılması için…
Bozuk, çürümüş, kokmuş bir ağaç yerine yepyeni bir fidan dikme ameliyesi nasıl yapılır? Uygun hava şartlarında keskin bir balta veya bir takım teknik vasıtalarla, ağaç köküyle çıkarılır ve yeni fidan yerine dikilir. İlk başta ağacı çıkaracağımız yerde meyve, yaprak ve dallarını koparmakla uğraşırsak ağacı çıkarmış olur muyuz? İlk ağacı küfür devleti, fidanı İslam devleti kabul edersek ameliyenin nasıl olacağı, nasıl yapılacağı hakkında bir şey söylemeye lüzum var mı?
Bir diğer müşahhas misal…
Kurşun rastgele sıkıldıktan sonra değdiği yer mi hedef kabul edilir, yoksa hedef tayin edilir de öyle kurşun hedefine nişanlanıp, sıkılır… Varın siz değerlendirin gerisini… Ama yukarıda belirtilen inceliği dikkate alarak… Mücerredin müşahhasa dönüşümü (olmayan şer’i devletin oluşuna vesile oluş) ve müşahhasın mücerrede (Küfür devletinin ortan kaldırılışı, kurulu olanın olmayışına) dönüşümü…
HEDEF HAKKINDA NİHAİ HÜKÜM:
İstikamet Hakkın İkamesi Yani İslam Devletinin Tahakkuku, Teessüsüdür. Mutlaka Yıkılması Gerekli Olan da Küfür Devletidir…
İnkılap hareketinin esaslarını tetkike geçmeden esasların esasından, şartların şartından bahsedelim… İşte…
CİHAD-I EKBER
Allah yolunda dövüşen kişi bizzat bu kanuna, İslam’a uymalıdır. Bu ilahi kanunun fertten istediklerini gücünün yettiğince yerine getirmek mecburiyetindedir. İnancına kendi uymayan ferd, uymadığını tahakkuk ettirmeğe çalışıyorsa buna yalancılıktan, sahtekârlıktan başka ne denir? Ferdin inancını yaşaması… İşte en büyük cihad… Nefse dönük, içe dönük cihad, ki en büyüğü cihadların… Yoksa bunun ötesinde, bu olmadan eşya ve hadiselere hâkim olacak bir aksiyona girişmek imkânsız…
İçe dönük ihtilal başarılmadan, dıştaki, müşahhas eşya planındaki ihtilaf-inkılap başarılamaz… İşte delil…
Gaye-insan, Ufuk-Peygamber ve insanlığın mümtaz kulları sahabiler, bir seferden dönüyorlar. Allah’ın sevgilisi konuşuyor ve sahabiler dinliyor:
“-Şimdi küçük cihaddan “ekber –en büyük” cihada dönüyoruz!
-Geldiğimiz cihad büyük değil miydi, ey Allah’ın Resulu! Ya ekber cihad hangisi?
-Ekber cihad, tek insanın kendi öz nefsiyle savaş…”
İnkılapta, harekette, vasıtada, gayede, strateji ve taktikte, hâsılı her şeyde bütün hikmetleri toplayıcı, aslına bağlayıcı mihrak noktası, mihenk taşı, esas ölçü budur: “Cihad-ı Ekber”dir.
Bu başarıyla neticelenirse madde üzerine davanın nakşı çocuk oyuncağı… Esasın yanında ötesi teferruat… Cihad-ı Ekber’in neticesinin müsbet oluşunun tabii, zaruri sonucu davanın eşya ve hadiselere nakşıdır.
“2” sayısının “1” den sonra gelişi gibi maddi zemin üzerindeki inkılap’ta ruhi, manevi inkılaptan sonra gelir ve başarının mikyası manevi inkılaba, birincisine bağlıdır ve asla ondan ayrılamaz.
ESASLARDAN İLKİ: İDEOLOJİ
İdeoloji… Asrımızın en kaypak, en müphem kelimelerinden biri… Karanlık bir mefhum halinde beyinleri bulaştıran ve özüne kolay kolay varılamayan bir mefhum… En ilkelinden en muhteşem iddialı olanına kadar sürüyle, sayısız ideoloji… İdeoloji olma haysiyetine malik olanı ve olmayanı ile vehim, zan veya kısır ve aciz insan aklının mahsulü, insan hayatını ihata ettiği iddiasıyla bir sürü ideoloji…
Az çok ideoloji olma haysiyetine malik –batıl olma şartından kopmuyor bu haliyle bile- kinden doğmuş Komünizm; ideoloji olmaktan öte bir psikoloji olan Faşizm; sermaye temerküzüyle, sömürme, ezme fikrinin üstüne inşa edilen Kapitalizm; ilk büyük mutlak ideolojilerden olma şerefine erişmiş dinlerden Hıristiyanlık – tahrif olmuş şekli ideoloji değil, sadece bir takım papazların istismar mevzuudur-; ve her türlü “iyi” ve güzel”den münezzeh mutlak “kötü” ve “çirkin”in remzi mahiyetinde, Kur’an’da bile lanetlenmiş Yahudilerin ideolojisi görünümündeki Siyonizm ve daha bilmem nicesiyle “şucu” veya “bucu” bir sürü, yanılma ve idrak edememe eksikliğinden asla kurtulmaz durumda olan aklın mahsulü binlerce ideoloji…
Evet… Sürüyle ideoloji ve bunlar dağlanmış, Müslümanlar haricindeki bütün bir insanlık… Bu hal bile hak veya batıl herhangi bir ideoloji mensubu olmayan bir ferdin asla bulunamayacağını bedahet derecesinde ispatlar. Hiçbir fikre bağlanmamış bir insan bile bu haliyle fikirsizliği fikir kabul etmiş olmuyor mu? Bu ideolojiler bir bakıma beşeriyetin ideoloji ihtiyacını karşılayabilir. Ama bir noktada mukayyed oluşları, yeni hadise ve oluşlara cevap veremeyişleri, beşer aklının mahsulü ideolojiler oluşlar, insan fıtratına uymayışları, uyamayışları bunların ideoloji kabul edilemeyeceklerine götürür bizi. Düşünelim… Yanılmadan kurtulmayan bir mekanizmanın (aklın) yanılmasız bir fikirler manzumesi bir ideoloji meydana getirmesi mümkün mü? Tabi ki, hayır. Bu duruma rağmen ortaya atılan ideolojilerin tatbiki, neticede; zaruri olarak insanlığın vahşet, zulüm, açlık, sefalet ve felaket içinde çırpınmasını doğurur.
İdeolojisiz insan yok dedik. Binlercesiyle ideolojiler insanlığın mutluluğunu sağlamıyor. İnsanlar her ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar mutlak bir doğrulukla doğru, bir ideoloji bulamayacağını eninde sonunda sezecektir. Bulamayacağından kasıt kendisinin oluşturamayacağıdır. Oluşturamayışı aklının kısırlığına, olanı, İslam’ı sezemeyişi de kendisinin tefekkür mekanizmasının çalışmayacağına bağlı… Yoksa mutlak ideolojinin, İslam’ın olmadığına değil.
İlk mutlak ideolojiler olan –ideolojiler deyişimiz muhtevada değil biçimdedir- Yahudilik ve Hıristiyanlığın tahrifi; haliyle manada muhtevada ilk, isimde son olan Mutlak ideoloji: İslam’a getiriyor beşeriyeti… Ezel ve ebed noktaları arasındaki topyekün zaman ve mekanı ihata eden İslam’a… “Eksimez yeni”ye, dünya ve ahiretin bütünüyle muhasebesi İslam’a…
Kesin olarak söyliyelim ki: Bütün insanlığın hem din, hem de ideoloji ihtiyacını karşılayacak durumda olan yalnız ve yalnız İSLAM’dır. Hem kadim, hem çağdaş, hâsılı çağlar üstü; mazi, hal ve istikbalin, değerlendiriliş mikyası, temel taşı, mutlak ölçüsü mihengi sadece ve sadece İSLAM’dır.
Mutlak –İlahi ideoloji olan İslam’ı, ideolojik açıdan anlatmamız yanlış anlaşılmasın. İdeolojiyi; beşer aklının mahsulü fikirler manzumesi olarak yanlış manasıyla değil, gerçek manasıyla, sadece “cemiyetin veya ferdin inandığı ve bağlandığı fikirler manzumesi” olarak kabul etmemiz yanlış anlaşılmaya set çeker herhalde. Gerçek olanı da bu şekildedir. Bizim ideolojik olarak İslam’a bakış açımız; İslam’ın dünya görüşünün sistematik ifadesi şeklindedir. Anlayışımızı özü; “şucu” veya “bucu”lar gibi benimsemekten öte, inanılan, bağlanılan ideolojinin bizatihi fert ve cemiyet tarafından insan hayatına tatbikidir.
İnancımızın hükümleri sarih ve bariz… İnsanlar ve inanmayanlar diye iki ayrı millet vardır. İnancımıza göre, bize göre… Bundan sonrası yok…