1988 yılının 16’sı… Kimyasal silahlarla insanlık ufkunun karatıldığı gün… Kürdistan’ın toprağının mazlum bedenlere doyduğu gün... Tabiri caiz ise; Kürdistan toprağı sıkıldığında mazlum bedenlerin fışkıracağı gün… Elma kokusu ile çocukları hayattan koparan ölümün, Halepçe sokaklarını gezdiği gün… Mazlum bedenlerin kara toprağa düştüğü, modern dünyanın insanlığı katlettiği bir utanç günü…
Halepçe katliamı; insanlık tarihinin, sembol haline gelmiş trajedilerinden birisidir. Halepçe, mazlumiyetin sembolüdür. Bu hadise; hem insanlık hem de İslam ümmeti için ibretlerle dolu bir katliamdır. Halepçe unutulmamalıdır ki, Halepçeler yaşanmasın. 1988 yılından bu yana Halepçe unutulduğu için nice Halepçeler yaşandı.
Bir ibret ve utanç vesikası olan Halepçe’yi, Halepçelerin tekrar etmemesi umuduyla tekrar yazalım:
Aslında Halepçe katliamı, Kürtlere karşı yürütülen soykırımın sembolü olmuştur. Baas Rejimi, Kürtlere karşı “Enfal” operasyonu adıyla bir dizi katliam yaptı. Daha doğrusu insanlık suçları ile dolu bir soykırım süreci başlattı. “Ümmetin yetim evladı” olan Kürtlerin uğramış olduğu bu soykırım görülmedi. Bu süreçte yaşanan vahşeti anlatmaya kelimeler yetmez. ABD adına Ortadoğu’da çavuşluğa soyunan Saddam Hüseyin, kendi halkını vahşice katletti. ABD ve diğer küresel şer güçlerden aldığı destek ile İslam coğrafyasını adeta Kerbela’ya çevirdi. Ama tarih boyunca tekerrür ettiği gibi; büyük zalimler küçük zalimleri kullandı ve miadı dolduğunda da tarihin çöplüğüne attı. Amerikan hesabına bunca kanı döken Zalim Saddam Hüseyin, yine Amerika’nın eli ile tarihin çöplüğüne gömüldü. Kendi efendisi ipini çektiği zaman da ona hiç kimse sahip çıkmadı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizlerin kanatları altına girmeyi reddeden Kürtler, emperyalist güçler tarafından cezalandırıldı. Bu tarihten sonra birçok devlet ve devletçik kurulduğu halde, Kürtlere bu fırsat verilmediği gibi daima cezalandırıldı. Özellikle emperyalistlerle iş tutan bölge devletlerinin eli ile Kürtlere gün yüzü gösterilmedi. Sürekli olarak Kürtler ötekileştirildi, asimile edilmeye çalışıldı, katledildi ve temel insani haklardan mahrum bırakıldılar. Kürt sorunun çözümü noktasına bölge devletleri makul çözümler yerine, her sesi ve hak talebini; kan, gözyaşı ve katliam ile bastırdılar. Belki hiçbir konuda bir araya gelemeyen bölge devletleri, söz konusu Kürtler olunca sürekli ittifak yaptılar ve beraberce Kürtleri baskıladılar. Kürt sorununa İslam’ın adaleti temelinde bir çözüm üretmek yerine, daima Kürtleri ya beraberce yediler ya da biri birlerine karşı kirli işret sofralarının mezesi yaptılar. Neticede daima zarar gören ve katledilen Kürtler oldu. Kürtler, kurtuluş adına kendilerine uzatılan her dalı tuttu; ama her seferinde tuttukları dal kırıldı ve Kürtler hayal kırıklığı ile baş başa kaldı. İş öyle bir noktaya geldi ki, bölge devletlerinden umudunu kesen Kürtler, bu sefer umudu başka yerlerde aramaya kalktı. Halkı Müslüman olan ülkelerin zalim liderlerine karşı Batıdan destek aramaya başladılar. Kürtlerin bu arayışı üzerine, kendileri de Batı’nın kuklası olan yöneticiler, Kürtlere hain damgası vurdular. Oysa zaten kendilerini de emperyalistler kurmuş ve onların himayeleri ile bu güne gelmiş ve hala da emperyalistlerin birer müttefiki olarak siyaset ve strateji belirlemektedirler. Kendileri için caiz olan her politika nedense Kürtler için haram olmaktadır.
Nihayetinde çaresiz kalan Kürtler de “denize düşen yılana sarılır misali”, kendilerine uzatılan eli tuttular. Oysa Kürtlerin bunca mağduriyet ve mazlumiyetin en temel nedeni direkt ve dolaylı olarak emperyalist Batı’dır, ama gelinen noktada yine Batı’dan medet umulmaktadır. Her seferinde Kürtler, Ortadoğu’nun şekillendirilmesinde kullanılmaktadır. Bu strateji, Batı’nın klasik stratejisidir. Halkları ve devletleri birbirleri ile sorunlu olarak bırakan küresel şer güçler; bu halkları ve devletleri kontrol altında tutmak için birbirlerine karşı kullanmaktadır. Zamanında batılılar tarafından zayıf düşürüldüğü gerçeğini unutan halklar, kendilerini o hale düşüren Batı blokunun sadık müttefiki olmaktadır.
Halepçe ve Enfali yaşayan Kürtlerin büyük bir kısmı hala stratejik duruş olarak kendilerini mezkûr kısır döngüye kaptırmışlardır. Yine Kürt sorunu noktasında adil ve makul bir çözüm arayışına girmeyen bölge devletleri, Kürtleri ötekileştirip emperyalistlerin kucağına atmaktadır. Kürtlerin yaşadığı devletler, adalet ve siyaset aklının gereğince hareket etmek yerine, bazı fedakârlıkla çözülebilecek bir konuyu, çözümsüzlüğe mahkûm etmekte ve böylelikle dış müdahalelere açık bir sorun bırakmaktadırlar. Oysa adalet temelinde Kürt sorunun çözülmesi, tüm bölge devletleri ve halkları için büyük bir dönüm noktası olabilir. Bu sorunun bastırılması için harcanan kaynakların, ülkelerin kalkınmasına ayrılması bile başlı başına bu meselenin ehemmiyetine göstermektedir.
Kürt sorununun çözülmemiş olduğu bir Ortadoğu, hiçbir zaman kabuğunu kıramaz. Bu sorun kanayan bir yara ve bölge ülkelerin ayaklarını bağlayan bir prangadır. İslami temelde üretilecek olan çözüm yöntemleri, bu sorunun ilacıdır. Ulusalcı politikalarla ortaya konulacak her yaklaşım ve paradigma, çözümsüzlüğe ve akamete uğramaya mahkûmdur. Ulus devlet temelindeki her çözüm iddiası çözümsüzlüktür. O halde herkese hak olan ve caiz olan, Kürt’e niye haram olur, sorusunun sorulması gerekir. Her ulusun bir devleti var iken, belki de dünyada en kalabalık nüfusa sahip olan Kürtlerin niye devleti yok, soruları sorulabilir. Kürtlerin yaşadığı topraklar; halihazırda Türkiye, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan ve Ermenistan sınırları içerisindedir.
Bu sorunun ötelenmesi, sorunu daha da çözümsüz bir hale getirmektedir. Bu sorunu bölge hakları arasında adalet temelinde çözülmediği müddetçe; daima dış müdahalelere hazır bir zemin oluşur. Bu dış müdahaleler, hiçbir halkın yararına değildir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da adalet herkese lazımdır. Bu gün adaleti paspas yapanlar, yarın bu adalete muhtaç olabilirler. Saddam Hüseyin örneğinde olduğu gibi… Adaleti hiç aklına getirmeyen ve adeta zulüm abidesi olan Saddam Hüseyin tutsak düşünce adaleti hatırladı.
Unutmamak lazımdır ki, mazlumun sahibi Allah’tır. Mazlumun intikam almaya gücü yetmese bile Allah, bir zalimi başka bir zalime musallat ederek, mazlumun intikamını alır. Halepçe mazlumlarının kanı, Aziz ve Celil olan Allah’ın katına bir beddua olarak yükseldi. Allah (Azze ve Celle) ile mazlumlar arasında peyde yoktur. Arşa yükselen mazlumun feryadı, arştan ferşe zalimin fermanı olarak indi.
Bu vesile ile Halepçe mazlumlarını rahmetle anıyoruz. Dersimlerin, Zilanların, Halepçelerin tekrar etmemesi umuduyla…