Kudüs, insanlığın ortak mirası ve ortak değeridir.
Adeta insanlık tarihi Kudüs olmadan eksik kalır.
Kudüs, medeniyetin ve risaletin beşiğidir. Peygamberler diyarı ve insanlığın merkezidir.
Kudüs, sıradan bir şehir ya da toprak parçası değildir.
Kudüs; bir misyon, bir ufuk, bir mefkure ve insanlığa ruh veren bir merkezdir.
Kudüs, layık ve ehil insanların elinde oldukça, tarih boyunca insanlığı temsil eden bir anlayışın sembolü olarak işlev görmüştür.
Ehli hak ve adaletin elinde ve hükümranlığında oldukça, adaletin ve birlikte yaşamanın sembolü olmuştur. İşte insanlığın ortak mirası ve birlikte adalet zemininde yaşamın merkezi olabilmesi için; bu kutsal şehrin, adil Müslümanların hakimiyetinde olması gerekir. Adil Müslümanların hükümranlığı altında iken tüm dinlerin müntesipleri kendilerini burada ifade etme imkânına sahip olurlar. Hatta tüm insanlık buranın kutsal kılınmış bereketinden istifade edebilir.
İslam tarihi boyunca Kudüs, Müslümanların elinde özgür iken, insanlığın feyiz noktası olmuştur. Adeta insanlığın kalbi gibi yeryüzüne medeniyet ve insanlığın en temel değerlerini pompalamıştır. Kudüs özgür olduğu zaman insanlık da bu özgürlükten nasibini almıştır. Ne zamanki Kudüs esir olmuş ve sakinleri katliamdan geçirilmiştir, işte o zaman Kudüs insanlığın ortak mirası olmaktan çıkmıştır.
Kudüs kan ağladığı zaman insanlık da kan ağlamıştır. Hz. Ömer zamanında, İslam ordularının, toprakları kutsal kılınmış bu toprakları özgürleştirmesi ile beraber, yine burası her inançtan ve dinden olan insanlara hitap etmiştir. İnsanlığın her şubesi buradan kendisine hitap eden bir veçhe bulmuştur. Bu bereketli ve feyizli ortam yüzlerce yıl sürmüş ve bu süre zarfında Kudüs insanlık için bir ışık olmuştur. Nihayet kanlı ve zalim Haçlı seferleri ile beraber, Kudüs adeta kan gölüne dönmüş ve esaret altına girmiştir. Uzun yıllar süren bu esaret sonrasında bu ümmetin yiğit evlatlarından birisi olan Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ün ve insanlığın ufkunu karartan kara bulutları dağıtmış ve Kudüs’ü özgürlüğüne kavuşturmuştur.
Osmanlı döneminde özgür olan Kudüs, 1. Cihan Harbi’nden sonraki yıllarda bu sefer Siyonistlerin esareti altına girmiştir. Ve tarihin daha sonraki dönemlerinde Kudüs’ün esareti devam etmiş ve insanlığın ortak mirası olma hususunda, insanlık bundan mahrum bırakılmıştır.
Günümüzde Kudüs esaret altındadır. Siyonistler, küresel şer güçlerin desteği ile gayri meşru olarak burasını işgal edip tahakkümleri altına almaya çalışmıştır. Şu noktaya da dikkat etmek gerekir ki; Kudüs özgür olduğu zaman İslam ümmeti de özgürdür. Kudüs tutsak olduğu zaman İslam ümmeti de tutsaktır. Ve Kudüs özgür olmadan hiçbir coğrafyanın özgürlüğünden bahsedilemez. İslam Ümmeti’nin özgürlüğü Kudüs’ten geçer.
Tarih boyunca Kudüs sadece bir toprak parçası olmadığı gibi bugün de Kudüs sadece bir toprak parçası değildir.
Kudüs bir misyon ve bir ufuktur. İnsanlığa barış getirebilecek bir misyonun sembolüdür.
Bugün Kudüs, siyonizmin esareti altındadır ve insanlık mirası olan Kudüs, adeta prangaya vurulmuştur.
Siyonizm, sadece Filistinliler ve Araplar için ya da sadece Müslümanlar için değil, tüm insanlık için bir tehdittir. İnsanlık her zamankinden daha fazla adalete ve barışa muhtaçtır. İşte bu barış ve adaletin anahtarı da siyonizmin işgalinden kurtarılmış bir Kudüs’tür.
Kudüs’ün işgaline karşı mücadele den Filistinliler, aslında sadece kendi mücadelelerini vermiyorlar. İnsanlık onuru ve dünya barışı adına bir mücadele vermektedir. Yani aslında, bir yerde Filistin direnişi bir insanlık ordusudur. Bugün Filistin ve israil arasındaki savaş; aslında insanlığın, Siyonizm ile savaşıdır. Bu savaşta tüm insanlık olması gereken yerde saf tutmalıdır. Özellikle İslam ümmeti, Kudüs ve Filistin davasına yaklaşırken, yaklaşımlarını itikadi ve tarihsel kökenler üzerine inşa etmelidir. Risaletin beşiği, peygamberlerin yurdu olan bu kadim topraklar, Tevhid ehlinin yurdudur. Bu topraklar, sadece Filistin’in değil, tüm dünya Müslümanlarının yurdudur. Bu topraklar sadece coğrafya kavramı içerisine sıkıştırılamayacak kadar yücedir.
O halde; bir yönü ile iman küfür savaşı olan, diğer boyutu ile insanlık ve insanlık düşmanı olan siyonizmin savaşı olan bu savaş, ilgisiz kalınacak bir hadise değildir. Tüm insanlar bu savaşın ve çatışmanın doğrudan tarafıdırlar. Bu tarihi misyonu ihmal eden her bir Müslüman; hatta her bir insan sorumluluk altındadır.
Gazze’de Filistinli kadın ve çocukların şahsında insanlık ve medeniyetin tüm değerleri öldürülüyor. İslam ümmeti açısından ise akideden kaynaklanan tüm tarihi haklarımızın gasp edildiği unutulmamalıdır. Ferdi veya kurumsal düzlemde, her bir Müslüman, en az bir Filistinli ve bir Gazzeli kadar bu davaya sahip çıkmakla mükelleftir. Bu savaş sadece Filistinlilerin savaşı değil ki, sadece savaşı onlar omuzlasın. Bu mesuliyet sadece onların mesuliyeti değildir ki, sadece onlar bedel ödesin. Bu dava için ağır bedeller ödenirken; hatta adeta kan gövdeyi götürürken, herkes nerede durduğuna iyi bakmalıdır. Her Müslüman kendisine şunu sormalıdır:
Bugün Allah Resulü olsaydı; kadın ve çocukların zalimce katledildiği, Mesid-i Aksa’nın kutsiyetinin ayaklar altına alındığı böylesi bir zamanda acaba nasıl davranırdı?
Hepimiz şüphesiz biliyoruz ki; Aziz İslam’ın Aziz Peygamberi(aleyhi’s-salatu ve’s-selam), ordular hazırlar ve mazlumları himaye eder; kâfirler ve zalimler zelil ve hakir düşünceye kadar onlarla savaşırdı.
Peki, O Aziz Peygamber(aleyhi’s-salatu ve’s-selam)’in ümmeti olarak biz ne yapıyoruz?
Biz niye Hz. Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem)’in duruşunu ortaya koyamıyoruz?
Yüzlerce kadın, çocuk ve mazlumun katledildiği ve Mescid-i Aksa’nın kutsiyetinin ayaklar altına alındığı bir zamanda hala nefes alıp vermeyi kar mı sayıyoruz?
Allah huzurunda, ruz-i mahşerde bunun bir hesabının olmayacağını mı zannediyoruz?
Beni Kurayza, Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Hayber Yahudileri karşısında İslam Peygamberi’nin ortaya koymuş olduğu duruşu ve ruhu, her Müslümanın yeniden incelemesi lazım.
Tekrar ile diyoruz ki:
Bu dava kadim bir davadır ve bu davaya karşı tüm iman edenlerin tarihi ve akidevi bir sorumluluğu vardır. Kudüs’ün medeniyetin beşiği olması hasebiyle; tüm insanlığın da bu medeniyet ve insanlık kavgasında yerini alması gerekir. Kudüs tarihte olduğu gibi yine medeniyetin, barışın ve insanlığın odak noktası olmalıdır.