İnzar Dergisi İnzar Dergisi
E-dergi
Giriş Yap
İnzar Dergisi İnzar Dergisi
  • Kurumsal
    • Hakkımızda
    • Künye
    • Banka Hesapları
  • Abonelik
  • Sayılar
    • 237. SAYI
    • 239. SAYI
    • 240.SAYI
    • 241.SAYI
    • 242.SAYI
    • 247. SAYI
    • 248.SAYI
    • 253.SAYI
    • 254.SAYI
    • 255.sayı
  • Konular
    • Öykü | Deneme
    • KİTAP
    • PORTRE
    • AİLE
    • EKONOMİ
    • Bilim | Sağlık | Teknoloji
    • MAKALE
    • GEZİ YAZISI
    • RÖPORTAJ
    • DENEME
    • ŞİİR
    • DİĞER YAZILAR
    • MİSAFİR YAZAR
  • Başyazı
  • Yazarlar
    • Faik Enes Demir
    • Zülküf Er
    • Özkan Yaman
    • Bildane Kurtaran
    • Hüseyin Şenlik
    • Furkan Aslan
    • Mehmet Tahir Özsoy
    • Abdullah Tanrıverdi
    • Muhammed Şakir
    • Mehmet Baran
    • Mehmet Ziya Gümüş
    • Dr. Abdulgani YILDIRIM
    • Abdullah CAN
    • M. Salih Gönül
    • Mehmet Sait Özcan
    • Nurullah Titiz
    • Mehmet Zeki Ergin
  • İletişim

İNSAN-İ KÂMİL OLMA YOLUNDA “GAYE SAHİBİ” OLMAK

2021-12-21
DİĞER YAZILAR

Paylaş

Icon

Varlık düzeyleri incelendiğinde, dört varlık düzeyinin edilgenlikten etkinliğe doğru bir hareket halinde olduğu görülür. 1-En aşağı düzeyde “madenler” veya cansız madde düzeyinde salt edilgenlik vardır. Bir taş tamamen edilgendir, hiçbir şey yapamaz, hiçbir şey düzenleyemez ve hiçbir şey kullanamaz. 2-Bir bitki bütünüyle olmasa da esas olarak edilgendir, sınırlı bir uyarlama yeteneği vardır; ışığa doğru büyür ve köklerini topraktaki nem ve gıdalara doğru uzatır. 3-Hayvan düzeyinde şuurun görünmesiyle beraber, edilgenlikten etkenliğe doğru bir kayma olur. Sadece ışığa doğru tedrici bir dönüş değil, gıda temin etmek veya tehlikeden sakınmak için süratli hareket söz konusudur. 4-İnsan düzeyinde ise “Ben” diyebilen bir kişi kendi çevresi ve dolayısıyla hayatı üzerinde denetim kurarak, eşyayı kendi amaçları için kullanabilir. Kendinin farkında olma gücü onu, irade, yani ortada hiçbir fiziki zorlama, hiçbir fiziki dürtü ve hiçbir güdüleyici güç bulunmadan hareket edebilme kuvveti verir. Çevresini değiştirebilen, dünya ve evrene açılan, konuşan ve yaratıcı düşünme yeteneği olan, deney dünyasını aşabilen, kendisinin ve evrenin bilincine varmış, eylemlerinden sorumlu olan insanın hayatı, “gayesi” ile belirlenmiştir. İnsanın bütün etkinlikleri her zaman için var olan belli bir gayeye doğru yönelmedikçe, etkinliklerini belirleyen, değiştiren ve sürekliliğini sağlayan bir gaye bulunmadıkça, bir insanın düşünmesi, istemesi ve hayal kurması çoğu zaman mümkün değildir. İnsan hayatının bedensel ve ruhsal etkinliklerinin temeli işte budur. Bu ruhsal gelişme, ancak var olan bir gayeyle daha iyi anlaşılabilir. Zira bireyi geleceğe, dolayısıyla hayata, amaçladığı hedefler-gayeler bağlar. Arapçadan Türkçeye geçmiş olan gaye kelimesi; insanların fikri ve bedenî her türlü işlerini nihâyetinde belirli bir sonuca ulaştırma arzu ve emelleridir. Kur’an-ı Kerim, özgür ve iradeli bir varlık olan insanın, aynı zamanda anlamlı, gayeli; ötesi ve deruni boyutu olan, bir bakıma büyük bir var oluş projesinin odak noktasında yer alan, gerçek anlamda var ve etkin bir özne olduğunu ortaya koymaktadır. İslam geleneğinde kişilik gelişimi “insanı kâmil” kavramıyla ifade edilir. İslam’ın kişisel gelişim anlayışının öngördüğü insan tipi olan kâmil insan hem kendi hayatının hem de etrafındaki insanların hayatlarının merkezinde olan; sahip olduğu tüm vasıflarla, daha Dünyada iken Yüce Allah’ın rızasını kazanmış, tüm yaratılmışların ve kâinatın merkezine yerleşmiş, “iyi söz, iyi davranış, iyi ahlak ve bilgi bakımından tam olan” insandır. İnsanın var oluşunu, en üst seviyede anlamlı kılabilmesi büyük ölçüde “kendini aşma” sürecinde göstereceği başarıya bağlıdır. Kendini aşma, insanın, kendinin dışında veya ötesinde bir şeye, bir insana, bir amaca veya inanca yönelmesi, bu uğurda kendini adaması anlamına gelir. İnsan, var oluşunun derinliklerinde kök salmış bu yeteneğini güncelleştirdiği andan itibaren kişiliğinin gizli yönlerini keşfedebilir ve onları en üst seviyede pekiştirebilir. İnsan, sahip olduğu değer ve inançlar çerçevesinde gayesini şekillendirmeye çalışır. “Benim için önemli olan nedir?” sorusuna verilecek cevap değer ve inançları, dolayısıyla da yaşam gayesini ortaya koyar. Cevaplar iş ve kariyer, aile, hobiler, ilgiler, kişisel gelişim, ruhsal konular veya din gibi birçok alanı kapsayabilir. Onlardan her biri yaşam içinde mevcuttur ama birey, genelde bunlardan birini ötekilere tercih etme eğilimi içinde olur. Bazen ise birey maddi-somut bir gaye yerine manevi-soyut bir gaye edinir. İnsan sadece şehevî (ye­mek, içmek, gezmek, eğlenmek, evlenmek gibi) arzularını tatmini gaye edinirse, insanlığının manası kalmaz. Behimi bir hayat sürer gider. Ahlâk yok olur. Fuhuş her tarafı kaplar. Faziletten eser kalmaz. Şu hâlde gaye, sâdece bu arzuların tatmini olmamalıdır. İslam’da ise her insan dünyaya bir gaye gereğince gönderilmiştir. Bu gaye kulluk gayesidir. Kulluk gayesini gerçekleştirme hususunda insan-ı kâmil olmaya çalışmak en büyük gayedir. Kimi bireyler ilmi kendine gaye edinmiş büyük bir alim olmuş, kimi bireyler kendine cihadı gaye edinmiş büyük bir komutan olmuş, kimi bireyler ekonomiyi gaye edinmiş büyük bir tüccar olmuş kimi bireyler de bu Dünyada maddi bir çıkarı gaye edinmiş ve o yolda çalışıp çabalamışlardır. “Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört ha­vassı olan “irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye” her birinin bir gayetü’l-gayâtı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, mu­habbetullahtır. Lâtifenin, müşahedetul­lahtır. Takvâ denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazam­mun eder. Şeriat, şunları hem ten­miye, hem tehzip, hem bu gaye­tü’l-gayâta sevk eder.” (Hutbe-i Şamiye s:136) Risale-i Nurda Bediüzzaman gaye sahibi olmak hususunu dört başlıkta ele almıştır. Bunlardan birincisi kulluk gayesidir. İnsan irade sahibidir ve irade sahibi olarak yaratılmanın gayesi de Yüce Allaha kulluk etmektir yani ibadetlerle taat göstermektir. İkincisi zihnin yani aklın gayesidir ki bu da Allah’ı bilmek, tanımaktan geçer. Yani Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak ve bu isim ve sıfatların tecellisini âlem aynalarında seyredebilmektir. Üçüncüsü duyguların yani kalbin Allah’ı sevmesi gayesidir. Zihin Allah’ı tanımalı ve marifetullahta yükselmeli ki, kalp de vazifesini yapsın ve Allah sevgisinde ilerlesin. Dördüncüsü ise; Latifenin, müşahede etmesidir. Latife denilen şey kalp, sır ve vicdandır. Bunlara letaif denilir. Allah'ın manevi cemalinin müşahedesi bu latifeler vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Her dört başlık dikkatli bir şekilde ele alındığında insanoğlu insan-ı kâmil olma yolunda ruhi açıdan bu gayeleri amaç edinmesi yeterli olacaktır inşallah... Gaye sahibi olmak insan-ı kâmil olma yolundaki basamaklardan bir tanesidir. Gayesi yerli yerinde olan insanın hayatının anlamı olur, yaşama sebebi belli olur. Öncelikle içerisinde yaşadığımız karanlık-modern çağda gayesi belli olmayan sayısızca insan vardır. Gaye sahibi olmak dertlenmek demektir. Gaye sahibi az konuşan çok çalışan insanların elde edebileceği bir unsurdur. Gaye sahibi olmak demek insanın dişini tırnağına katarak gece gündüz demeden çalışması demektir. “Cihat” ve “takva” düsturu ile ön plana çıkan Selahaddin Eyyubi’nin büyük bir komutan ve lider olmasındaki ilk sebepler şüphesiz ki kulluk gayesi idi. Rıza-i ilahiye ulaşma gayesiydi. Ahirette hayırla anılabilme gayesi idi. Rabbi katında manevi bir statü kazanma gayesi idi. İslam’ı tüm Dünyaya hâkim kılma gayesi idi. Müslümanların ilk kıblesi olan Mescidi Aksa’yı özgür kılma gayesi idi. Yeryüzünde sadece Allah’ın adının hâkim olması gayesi idi. Selahaddin Eyyubi’nin hayatının yegâne amacı, ölünceye dek İslam’a hizmet etmek, İslâm’ı yeryüzünde galip kılıp zafere eriştirinceye kadar kâfirlere karşı cihat etmekti. Onun, “Ben, Allah yolunda cihat eden bir hizmetçiyim” sözü bu adanmışlığını yansıtır. İslâm dünyasında kavmiyetçi-ırkçı eğilimlerin yükseldiği, mezhep ve meşrep çekişmeleri ile beylik ve benlik kavgalarının alabildiğine arttığı ve bu parçalanmışlıktan yararlanan Haçlı sürülerinin Kudüs’ü işgal ettikleri netameli bir zaman diliminde, Müslümanlara “Ümmet-i Muhammed” olduklarını hatırlatmaktan daha etkili bir çözüm yolu elbette olamazdı. İşte Selahaddin ümmeti yeniden ayağa kaldırmak için tüm hayatı boyunca çalışmıştır. Buna karşılık, Selahaddin’i başarıya götüren sır; “ümmet-cihat-namaz” bilincinde saklı idi. Nureddin Zengi’nin ölümünden sonra iki ana gaye uğrunda çaba har­cadı: 1) Nureddin Zengi döneminde oluştu­rulan siyasi birliği dağılmaktan ko­rumak ve onun zamanında girişilen imar faaliyetlerini devam ettirmek, 2) Bir türlü gerçekleştirilemeyen Ku­düs’ün ve sahil bölgelerinin Haçlı is­tilasından kurtarıp İslam dünyasını düştüğü içler acısı durumdan çıkar­mak. İlk hedefine 10 yıldan fazla sü­ren bir mücadelenin ardından ulaştı. Hittin zaferi ve sahil bölgesinin fet­hiyle ikinci gayesine ulaşmasına az kalmıştı ki, 3. Haçlı Seferi buna en­gel oldu. “İlim” ve “birikim” düsturu ile ön plana çıkan İmam Gazali’yi büyük bir alim ve müçtehit olmasında da şüphesiz aynı gayeler yer almaktaydı. Gazali 28 yaşına kadar Nişabur Nizamiye Medresesi’nde eğitim gördü ve hayatını ilme adadı. 1091 yılında Nişabur’ da Büyük Selçuklu Devleti’nin veziri Nizamülmülk’ün de aralarında bulunduğu bir toplantıda verdiği cevaplarla diğer bilginlerden üstünlüğünü kanıtlayarak Nizamiye Medreseleri’nin Baş Müderrisliği’ne tayin edildi. Öğrenme merakı Gazali’nin çok sayıda dini ve fikri akımları araştırmasına sebep oldu. Yaşadığı dönemde hakikati bulmak isteyen insanların dört kısma ayrıldığını ve her birinin hakikati kendi yolunda aradığını gördü. Bunlar; felsefeciler, kelamcılar, sufiler, bâtınilerdi. Hepsinin görüşlerini inceleyerek; kelâm, felsefe ve batınilik yolunu kitaplarında ayrıntılarıyla anlattı ve sufilerin yolu olan tasavvufa yönelerek hakikati bu yolda aradı. Gazali bu dönemde Ehl-i Sünnet dışı grupların görüşlerine karşı reddiyeler yazarak mücadele etmiş, Mutezile ve Batıniliğe karşı altı tane eser yazmıştır. Selahaddin Eyyubi’nin de İmam Gazali’nin de saygıdeğer büyük insanlar olmalarında elbette ki gaye sahibi olmalarının etkisi apaçıktır. Gayeleri büyük olan insanların şanı da her zaman büyük olmuştur. Hedefi kesin olan, amacı açık olan, rıza-i ilahi yolunda insan-ı kâmil olma mücadelesi veren her cihat eri ve ilim ehli insanlar ancak büyük ilkeleri gaye edinerek bu amaca ulaşabilmişlerdir. Gaye; yalnız ve yalnız Allah’ın rızasına erebilmek için olmalıdır. Zira böyle bir gayenin sâhibi Allah’a itaat eder, isyan etmez. Ticarette kazanmak için çalışır, fakat hile yapmaz. İlme gayret eder, haksız sınıf geçmek hevesine kapılmaz. Bilgisini artırmaya çalışır. Hizmet dairesinde vazife­sini Allah için yapar. Cesur olur çünkü Allah’a dayanır. Korkak­lık ona vasfolamaz. Doğru olur ve Hakkı tanır. Vefakâr olur, âdil olur ve zulüm yapmaz.
inzar

Paylaş

Son Eklenenler

2023-11-23 DİĞER YAZILAR

KUDÜS MESELESİ IRKİ DEĞİL AKİDEVİDİR

[...]
2023-11-22 DİĞER YAZILAR

KUDÜS DAVASI ALELADE BİR DAVA DEĞİLDİR

[...]
2023-09-22 DİĞER YAZILAR

Şeytan’ın Saptırma Hırsı

[...]
İnzar Dergisi

Aylık İlim ve Kültür Dergisi

Menü
  • Kurumsal
  • Abonelik
  • Sayılar
  • Konular
  • Başyazı
  • Yazarlar
  • İletişim
Konular
  • MAKALE
  • DENEME
  • ŞİİR
  • DİĞER YAZILAR
  • MİSAFİR YAZAR
İletişim
  • Göztepe Mah. Mahmutbey Cad. İstoç Oto Ticaret Merkezi 3. Cadde N Blok No:6/103 Bağcılar/İstanbul
  • (0212) 562 60 06
  • inzardergisi@inzardergisi.com

© Tüm Hakları Saklıdır | İNS AJANS