[audio mp3="https://inzardergisi.com/wp-content/uploads/2023/01/aralik-2022-mehmet-goktas.mp3"][/audio]
İnsanoğlu bulunduğu çevreden başka bir çevre görmez ve tanımazsa kendi çevresiyle öylesine şartlanır ki... İçerisinde yaşadığı hayattan başka bir hayat tarzını müşahede etmezse, kendi hayatıyla kıyaslayacak, karşılaştıracak başka bir hayatı göremezse veya ona gösterilmezse, yaşadığı bu hayat tarzı kendisi için öylesine tartışılmaz ve tabii bir olur ki...
Diyarı küfürde doğmuş ve orada gözünü açmış birisine, oradakinden başka bir yaşantı görmemiş ve aklından geçirmemiş birisine bu diyarın küfür diyarı olduğunu kolay kolay kabul ettiremezsiniz.
Her şeyden önce el an yaşanmakta olan bu hayatın kurallarının nasıl belirlendiği, kimler tarafından konulduğu akla getirilmez.
Peki, bu ne zamana kadar böyle sürer gider? Ta ki onların bu yaşantılarını bütün ta kökünden reddeden kişi ve kişilerin ortaya çıkmasına kadar sürer. Bu yaşantı biçimini reddedenler, hiçe sayanlar orta yere çıkıncaya kadar sürüp gider.
Şurası asla unutulmasın; Rasûlullah (sav)'in meydana çıkışıyla birlikte Mekke toplumuna "Cahiliye toplumu" denildi. Rasulullah (sav) dan önce Mekke toplumuna böyle bir isim verilmemişti, o toplumun cehaleti su yüzüne çıkmamıştı. Mekke'nin bütün ilahlarını ve değerlerini reddedip "ben sizden değilim, sizden ve sizin taptıklarınızdan uzağım" diyerek onlardan sıyrıldıktan sonradır ki Mekke toplumunun adı "cahiliye toplumu" oldu, o devre "cahiliye devri" ismi verildi.
Bir taraf tek kişi, diğer taraf bütün toplum olsa da artık Mekke ikiye bölünmüştü. Mekke toplumunun karşısında kendilerinden olmayan birisi vardı. Kendilerinin hayatından başka bir hayat, kendilerinin değerlerinden başka değerler vardı.
Evet, ister kabul etsinler ister etmesinler, ister katılsınlar ister katılmasınlar, Mekkelilerin karşısında yeni bir ölçü, kendi dünyalarından başka bir dünya vardı bundan böyle.
Demek ki cahiliyenin cahiliye olduğunu kendisine ispat edebilmek için Muhammedi bir tavır, Muhammedi bir çıkış gerek.
Bataklıktaki insanlara yaşadıkları yerin bataklık olduğunu, ancak o bataklığın dışındaki birisi kabul ettirebilir. Yeryüzünün sadece kendi bataklıklarından ibaret olmadığını, ayakları bataklıktan başka bir yere basan kişi kabul ettirebilir onlara.
Hem böylece onlara kendi bataklıklarıyla, kendi hayat tarzlarıyla, sunulmak istenen hayat tarzı arasında bir mukayese imkanı tanınmış olsun.
Böyle bir toplumda böyle bir tavır ortaya koymak, böyle bir çıkış yapmak ve kimlik sergilemek aslında Müslüman olmanın diğer bir adıdır. Kişinin Müslümanlığını ilan etmesinden ibarettir. "Lailaheillallah" demesinden ibarettir.
Yani bir küfür diyarında bu şekilde ortaya çıkmak Müslüman için ek bir görev değil, tek ve asıl görevdir. Böyle bir tavır, hakkın ve batılın ayrışması demektir. Bu bir analiz olayıdır. Böyle bir tavır, toplumdaki diğer insanların saflarının belirlenmesine vesiledir. İnsanları bir tercih noktasına getirmek demektir. Hayatı insanların gözleri önüne iki bölüm olarak takdim etmek ve bunlardan birisini tercihe zorlamak demektir.
Bir salon düşününüz, içerisi insanlarla dolu. Herkes kendi halinde, herkes kendi düşünce ve hayal dünyasında bekleşmekte olan bir salon dolusu insan tahayyül edin.. Sessiz ve çıt çıkmayan bu salonda içlerinden birisinin ayağa kalkıp "Yaşasın filan!" diye bağırdığını düşünün ve böyle bir sahneyi göz önüne getirin. Artık o salonun sessizliği bozulmuştur ve herkes bu hususta en pasif bir şekilde de olsa bir tavır belirlemek zorundadır. Ya bu adama aynı ses tonuyla ve aynı ifadeyle katılacak. Veya katılmakla beraber sesi o yükseklikte olmayacak veyahut katılacak fakat bunu ifade etme gereği duymayacak. Bir kısmı da katılmayacak ve katılmadığını aynı dozajda ortaya koyacak. Veya katılmadığı halde bunu ifade etme gereği duymayacak.
Fakat dikkat edilirse burada herkes bu konuda bir tavır belirlemiş, bir tercih yapmış olacak. Böyle olunca; "yaşasın filan" diye ayağa kalkan kişi bu salondakileri bir tercihe zorlamış oluyor, bir tavır belirlemeye çağırmış oluyor. İnsanlardan bir kısmı katılıyor, bir kısmı karşı çıkıyor ve bir kısmı da sessiz kalıyor. Sessiz kalış bile bir tavırdır.
Cahili toplumlarda bu analiz ve ayrışım, o toplumun ilahları ve değerleri reddedilmek ve benimsenen ilah ve hayat tarzı ortaya konmak suretiyle yapılır.
Bu ayrışımı yapan, müminin Muhammedi tavrıdır. Şu ayeti kerimeye çok iyi dikkat edilmelidir. "Dinde zorlama yoktur. Muhakkak ki olgunlukla sapkınlık birbirinden ayırdolmuş, açığa çıkmıştır. Kim tağutu reddeder ve Allah'a iman ederse artık o sağlam, kopma bilmeyen bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir ve görendir." (2/256) Hak aşikar olmuştur, böylece bâtıl da aşikar olmuştur. Ne ile? Rasulullah (sav) in tavrıyla, ortaya koyduğu iman ve ret olayıyla. Kur'an-ı Kerim'in tasvir ettiği bu analiz ve ayrışım olayı, Rasûlullah (sav) vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Cahiliyenin çok açık bir şekilde sırıtabilmesi, seyredilebilmesi müminin tavrının o derece net ve berrak olmasına bağlıdır. Hak ve batılın çok net bir şekilde ayrışması, diğer insanlara da bir mukayese imkanı tanıyabilmek, onları tercihe zorlayabilmek için, müminin tavrının çok kesin ve kararlı olması icap eder. Karşısındakiler müminin neleri reddettiğini ve neleri kabullenidiğini çok güzel bir şekilde seyredebilmelidir. Müminin mümince tavrı, karşısındakini hiç bir yanlış anlamaya, yalpalamaya mahal bırakmayacak biçimde olmalıdır. Mümince sergilediği tavırla ters düşecek hiç bir davranışa bulaşmamalıdır.
Bugün yeryüzünde cahiliye toplumları içerisinden çıkıp sıyrılmak isteyen fakat nasıl ve ne yapacağını bilemeyen, tavır örnekleri arayan belki binlerce insan vardır. Bütün bu insanların vebali, aklı erdiği ve mahiyetini bildiği halde Muhammedi tavır sergilemekten kaçınan, onun yerine cahiliyenin kendi kuralları içerisinde bocalayan, netleşmeyen, berraklaşmayan bizlerin üzerindedir
Mehmet Göktaş
Mehmet Göktaş