Günlerdir düşünüyordu Jacob, koskoca New York eyaletinde oyalanacak bir şey bulamıyor, tanımlayamadığı bir duygu kalbini sıkıyordu. İlk defa baş edemediği bir durumla karşı karşıyaydı. Ne yapsa, nereye gitse birtakım sorular iradesinden bağımsız olarak aklını kurcalıyor, cevap bulmaktan kaçındıkça huzursuzluğu artıyordu. Sosyal etkinlikleri arttırmak, uzun yürüyüşler yapmak işe yaramıyordu. Ruhunu kuşatan soyut çember giderek daralıyor, bütün hayatını temelden değiştirecek bir karar alma ihtiyacı hissediyordu. Gerçekle yüz yüze gelmenin getirdiği bir şeydi bu.
Sadece Jacob değil, bütün dünya aynı gerçekle yüzleşiyordu. Çünkü 7 Ekim 2023’te başlayan savaş ile birlikte pek çok hakikat ortaya çıkmaya başladı. Gazze halkı duruşuyla bütün insanlığa öyle bir ayna tutu ki, herkes kendi karakter kalitesini ve kimin yanında yer aldığını çok net biçimde görme fırsatı buldu. Çoğu insan bu sayede bildiklerinin yanlış olduğunu ve yıllardır haksız tarafı desteklediğini esefle fark etti. Jacob bunlardan sadece bir tanesiydi.
Elbette savaş binlerce kilometre ötede sürmekte ve herhangi bir tehdit arz etmemekteydi. Fakat farklı kıtalarda milyonlarca insan panik içindeydi. Bu paniğin ana kaynağı, doğruluk üzerine inşa edilmiş kalbin, vicdanın ve fıtratın aslına rücu ederek zulüm karşısında alarm verme tepkisiydi. Ne de olsa siyonizm adındaki zehirli yılanı koynunda beslediğini fark etmişti toplumlar.
Cihadın yankıları dalga dalga dünyanın her bir köşesine yayılırken bütün sansür ve taraflı basın-yayına rağmen, insanlar, bir avuç mücahidin şanlı direnişini görüyor; mazlum Gazze halkının Allah’a teslimiyetini ibretle izliyordu. Zalimi de mazlumu da alenen görüyordu dünya. Batının çirkin suratını örten sahte maskelerin hepsi düşürüldü. Gerçek yüzü ifşa oldu muasır medeniyet(!) sahibi ülkelerin. Dolayısıyla farklı coğrafyalarda Filistin lehine birbirini müteakip eylemler düzenlenmekteydi.
Bireysel ve toplumsal tepkiler çığ gibi büyüyordu. Jacob da bir şeyler yapması gerektiğini düşündü. Çünkü gördükleri karşısında tarafsız kalmak olanaksızdı. Hareket halinde olmayı, zulme karşı durmayı insanî bir vazife olarak telakki etmekteydi. Halihazırda bir şey yapmıyor olmaktan mustaripti.
Şimdiye kadar, sadece haber görüntülerini izlemekle yetinip kahrolmuştu. Masum çocuklara karşı yürütülen acımasız saldırıların geride bıraktığı manzaraları kaldıramaz duruma gelmişti yüreği. Öte yandan, vatandaşı olduğu ülkenin işgalcilere sınırsız destek vermesine bir anlam veremiyordu. Çünkü iyi ile kötünün karşı karşıya geldiği Gazze şeridi, sırat köprüsü gibi cennet ile cehennem yolcularını birbirinden ayırıyordu. İster mücahitlerin olsun ister işgalcilerin; siretleri suratlarına öylesine net yansımıştı ki, herhangi bir insan sadece baksa, hangi yüzlerde nur hangilerinde kir olduğunu hemen görürdü.
“Bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter.” demişti vaktinde Malcolm X. Bu manada, kendilerini gafletten uyandıran HAMAS’a içten içe minnet duydu. Tarafını seçme zamanı gelmişti ona göre. İstiyordu ki doğrudan cepheye gitsin. Fakat bu isteğini gerçekleştirme ihtimali yoktu. Modern silahlarla donanmış işgal ordusuna karşı, sadece roket ve piyade silahıyla kök söktüren maskeli mücahitleri izledikçe tek başına bir bireyin neler yapabildiğini hayretle öğrendi. İki üç kişilik direnişçi gruplar işgalcilerin onlarca askerine karşı başarılı operasyonlar gerçekleştirebiliyordu. Çokluk yerine kalitenin ön plana çıktığı yeni bir savaş konseptiydi bu. Gelecek nesiller için ufuk açıcı nitelikte bir savaş taktiği. Jacob’un gözünden kaçmıyordu bunlar.
Geceleri geç saatlere kadar oturup uzun uzun düşündü. Kendi kendine küçük planlar yapmaya başladı. Ne pahasına olursa olsun harekete geçecekti artık. Madem ana cepheye gidemiyorum, o zaman burada karınca kadarınca yeni bir cephe açmalıyım, dedi.
Tuttuğu notlardan hareketle yapabileceklerini sıraya koydu. Listenin en başında boykot vardı. İşgalcilere destek vereceğini ilan eden firmaların ürünlerini almayacaktı artık. Günlük alışverişlerinde buna dikkat etti. İlk adımı başarılı şekilde uyguladı. Sonra sosyal medyayı devreye aldı. Profil resmini Filistin bayrağıyla değiştirdi. Akabinde yüzü gözü kan içinde kalmış çocukların, kefene sarılmış yavrularını kucağında taşıyan annelerin, bombalarla yerle bir edilmiş bina enkazındaki cesetlerin resimlerini paylaştı. Evrensel savaş ilkelerinin “Yasak” dediği bütün kuralları çiğneyen sadist ve narsist işgalcilerin gerçek yüzlerini takipçilerinin görmesini sağladı. Sarf ettiği çaba oranında rahatlıyordu vicdanı. Üçüncü sıradaki eylemi reklam panolarına, üst geçitlere, araç duraklarına ve uygun bulduğu her yere zulmü anlatan el ilanları asmak oldu.
Ekonomik ağırlıklı eylemler yapmayı düşündü. Altyapıya, otoyollara, bankalara, köprülere zarar vermek gibi. Çünkü İşgalciler önlerine gelen her şeyi yıkıp geçmekteydiler. Madem kendi ülkesi siyonistlere yüklü miktarda ödenek ayırıp yıkımı destekliyordu, o zaman içerde benzer bir karşılık vermek suretiyle devlet hazinesine külfet çıkarılabilirdi. Üzerinde çok kafa yormasına rağmen bu fikirden vazgeçti. Çünkü masraflı, tehlikeli ve en önemlisi masum insanların hayatı için riskliydi.
Günler geçtikçe kendini mücahitlere daha yakın hissetmeye başladı. Gazze halkının teslimiyetinden, mücahitlerin cesaretinden çok etkilenmişti. Onları böyle yüksek değerlere ulaştıran kaynağın inanç olduğunu biliyordu. Son birkaç gündür İngilizce tercümesinden okuduğu Kur’an-ı Kerim’in tesirinden çıkamıyordu. Hava, su ve toprağın baharda düşen cemrelerle hayat bulması gibi, onun da maneviyatı okuduğu ayetlerle can bulmuştu. Evet, ismiyle cismiyle Amerikalıydı belki, fakat kalbi haklıdan yanaydı şimdi. Artık küçük eylemlerle yetinmek istemiyordu. Kararını verdi, ertesi gün çok büyük bir eylem yapacaktı. Bu eylem aynı zamanda hayatının en önemli olayı olacaktı.
O gece hissettiği heyecandan dolayı bir türlü uyuyamadı. Birkaç haftadır arkadaşlarıyla görüşmemişti. İçinde bulunduğu durumu onlarla paylaşmak istedi. Sosyal ağ üzerinden sanal bir oturum başlattı. Kendine yakın bulduğu altı arkadaşını sohbete davet etti. Arkadaşları birer birer dönüş yaptılar. Hâl-hatır sorma kısmı esprili geçti. Bir süre havadan sudan konuştular doğaçlama. Cümleler seyrekleşince, “Gazze hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusunu yöneltti arkadaşlarına jacob. Birden sessizleşti ortam. Herkes kısa bir an için kendi vicdanıyla baş başa kaldı. Ardından geldi cevaplar. İçlerinden biri hariç, diğerleri üzüntü duyduklarını belirttiler. Hariçte kalan kişi, ne olup bittiği hakkında bilgisi olmadığını, konu ile ilgili haberlere ilgi duymadığını belirtti. Diğerleriyse, Gazze’ye yapılan insanlık dışı saldırıların kabul edilemez bir suç olduğunu söylediler. Sosyal medyadan servis edilen resimler, paylaşılan videolar her şeyi anlatıyordu zaten. Jacob, arkadaşlarının duyarlılığını takdir etti. İçlerinden biri, “Sen de iyi bir eylemci olup çıktın ha!” dedi Jacob için. Gülüştüler. “Takip ediyoruz paylaşımlarını. Bravo sana!” dedi bir diğeri. Bunun üzerine, “Yarını bekleyin, çok şaşıracağınız bir eylem gerçekleştireceğim!” diyerek ertesi gün için büyük bir planı olduğunu söyledi Jacob. Bir anda soru yağmuruna tuttular onu. “Ne yapacaksın? Kime karşı yapacaksın? Nerede yapmayı planlıyorsun?..”
Uzun ısrarlara rağmen ne yapacağını söylemedi arkadaşlarına. Eğer çok merak ediyorlarsa ertesi gün kendisine refakat ederek yapacaklarına tanıklık edebileceklerini söyledi. “Neden olmasın!” dediler. Gecenin ilk yarısına kadar devam etti muhabbet. Esnemeler başlayınca bitirdiler sohbeti. Sabah saat 10.00 civarında bir araya gelmek üzere sözleşip kapattılar ekranları.
Ertesi gün jacob hepsinden önce geldi buluşma yerine. Heyecanlıydı. Beklerken dakikalar geçmek bilmiyordu. Sürekli yola bakıp saatini kontrol ediyordu. Yarım saat içinde gelenlerle beş kişi oldular. Beklediler. Gelmedi diğer iki kişi. Daha fazla oyalanmanın sırası değildi. Jacob önde, arkadaşları bir adım geride, yürüdüler Müslüman mahallesine doğru.
Merak içinde takip ettiler Jacob’u. Cevap vermeyeceğini bildikleri için soru sormadılar. Bunun yerine etrafı incelemeyi tercih ettiler. Mahallenin bitiminde yer alan caminin minareleri görünmeye başladı. Birbirlerine baktı geridekiler. Caminin geniş avlusuna vardıklarında neler olabileceğine dair tahminde bulundular kendi aralarında.
Öğle namazı vakti yakın olduğundan, yavaş yavaş toplanıyordu cemaat. Kimi dışarıda oturmuş ezanı bekliyor, kimi kollarını sıvamış şadırvanda abdest alıyordu. Jacob ve arkadaşları doğrudan caminin içine girdiler. Arkadaşlarını kapı eşiğinde durdurup tek başına imam odasına yöneldi. Birkaç dakika sonra imamla birlikte odadan çıktılar. Bir el işaretiyle yanına çağırdı arkadaşlarını. İmam, dışarıdan üç beş kişi çağırttı. Gelenlerin şahitliği ve imamın rehberliğinde eşliğinde Jacob kelime-i şehadet getirerek İslam’la müşerref oldu. O, sevinç gözyaşlarını dökerken, arkadaşları da ufak çaplı bir şok içindeydiler. Önce imam sonra da şahitlik edenler Jacob’a sarılarak tebrik ettiler. Jacob’un arkadaşları o atmosferden çok etkilendiler. Şaşkınlıkları kısmen geçince onlar da arkadaşlarını kutladılar. İçlerinden biri, “Dostum bu yaptığın eylem değil büyük bir devrimdir. Ne mutlu sana!” dedi. Diğerleri de manidar tebessümlerle bu sözü onayladılar.
Herkesi oturmaya davet etti imam. Konuklarına ikramda bulunup yeni gelen gençlerle ilgilendi. Onların sorularını cevaplandırdı. Müezzinin semaya emanet ettiği “Allah-u ekber Allah-u ekber...” sedasıyla noktaladılar konuşmayı. Birazdan hep birlikte Allah’ın huzuruna varacaklardı.
İmam, Allah’ın takdirine şükretti içinden. Ortadoğu’da masum insanlar öldürülüyordu Batı tarafından. Şeytanın dostları soykırım yaparak Müslümanları bitirebileceklerinin hesabını yaparken şehitlerin bereketli kanı cihanın dört bir yanında binlerce insanın İslam’a koşmasına vesile oluyordu. Küçük eylemler büyük devrimlere gebeydi. Hem de Batının kalbinde...