Hoş.. Zindanı, medrese-i Yusufîyeyi, Yusufları, Yusufîleri konuşuyorsunuz. Dikkat çekici.. Bugünlerde daha çok konuşuyorsunuz. Artık yeter diyorsunuz.
Muhammed Şakir
-1-
Hoş.. Zindanı, medrese-i Yusufîyeyi, Yusufları, Yusufîleri konuşuyorsunuz. Dikkat çekici.. Bugünlerde daha çok konuşuyorsunuz. “ Artık yeter ” diyorsunuz. “ lütuf değil, adalet istiyoruz” diyorsunuz. Gerçekten güzel, doğru ve etkileyici konuşuyorsunuz. Yürek yakan hikâyelerdir anlattıklarınızdan her biri. Çoğu zaman da bu hikâyelerin bir parçası, kahramanı oluyorsunuz. Şahitliğiniz kat’idir. Halen yaşanmakta olan bu müthiş hayatlardan insanları haberdar etmek istiyorsunuz. Bunu bir da’va olarak görüyor ve cihadın bir çeşidi olarak değerlendiriyorsunuz. Bizi de etkiliyorsunuz. Anlattıklarınızdan etkilenmemek mümkün değildir. Her vicdan sahibinin destekleyip takdir edeceği büyük bir çaba içindesiniz. Siz parçayı değil, bütünü ele alıyorsunuz. Zindanın Yusufu olmuş her mümine kendinizden bir parçaymış gibi bakıyorsunuz. Olması gereken de budur. Şahidim: Çabanızdaki inanç ve ihlâs nettir. Sebeb ile müsebbibe ilişkin duruş ve anlayışınız berraktır. Müsebbibü’l-Esbaba itikadınız ve teslimiyetiniz tamdır. Zulme ve zalime karşı ortaya çıkan azm ve iradeniz cesaret vericidir. Dosta güven, düşmana korku vericidir. Mazlum ve mustazaf yürekleri harekete geçiricidir. Sonuç olarak: Doğru, kararlı, aşk, inanmışlık, heyecan ve ümit dolu bir yoldasınız. Yaşlı anne-babaların, bacı, kardeş ve eşlerin ve dahi masum ve mazlum yavruların meramlarını ifade ederken, gözlerinden yanaklarına düşüveren yaşlar, dergâh-ı ilahiye doğru yol alan şefaatçı, somut ve belge değerinde makbul ve mazbut dualardır inşallah. Allah yardımcınız olsun. Sizleri tebrik ve takdir ediyoruz…
-2-
Bir kez daha hatırlatayım: Biliyorsunuz ki medeniyetlerin kurucuları arasında Ammar, Bilal, Habbab… gibi çok sıradan insanlar vardır. Köylüler, çobanlar, çiftçiler, ırgatlar vardır… Bir da’va; mensubu olan binlerce veya milyonlarca kalabalık toplulukların değil, çok sınırlı sayıda, bazen on’larla, yüz’lerle ifade edilebilecek fedakârın fedakârlıklarıyla ayakta durmaya, gelişme ve büyümesini gerçekleştirmeye doğru yol alır. Öne konulan bir stratejinin doğru işlenmesi ve amacına ulaşmasında da kural böyledir. Her şeyde olduğu gibi, fedakârlıkta da zirveye doğru yükselen dereceler vardır. Fedakârlık birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan derecelerle tekâmül bulur ve olgunluğa erişir. Bunun en büyük derecesi ise, hiç şüphe yoktur ki kişinin kendisini bütün varlığıyla davasına adaması, kurban etmesidir… Da’vası için canını verip şehid olanın durumu böyledir. Şehid Yasin, arkadaşları ve ve davanın diğer şehidlerinin durumu böyledir. Allah için ve sadece O’nun rızasını niyetlenerek muhacir olanın durumu böyledir. Dava yolunda ağır ve büyük musibetlere rağmen sabredenin durumu böyledir. Aynı şekilde, davası uğrunda yolu zindana düşen ve Yusufvarî bir iman, bir tevekkül ve bir sabırla şuurluca duruşunu muhafaza eden kişinin hâl u vaziyeti de böyledir. Konu zindan olduğu, Yusuf olduğu için söylüyorum: Bu anlamda zindanı davası için bereketli bir hale getirmek ve bu büyük bereketi davanın pâk ve temiz saflarına doğru daima kaynayan bir enerji akımına dönüştürmek, dönüştürebilmek ne büyük bir saadet ve ne büyük bir nasibtir! Bunu yapanlara ve yapma çabasında olanlara selam diyorum…
-3-
Ekim/2002
“Bir mü’minin en çok hoşlandığı, en çok ağladığı ve en çok vurgunu olduğu iklimin seher vaktindeyim şimdi. Seherî bir ezanın kesif karanlık dağlarını seğirip beton ve som demirden mamül kapımı çalması an meselesi. Doğu’nun doğurgan vahiy iklimini müjdeleyecek sehab-ı rahmet olan bir hüdhüdü bekliyorum. Umudumu ağuşuma almış, şu orucun yurdundan O’na doğru adım adım, secde secde yürüyorum. İbrahimî bir itaat kadar İsmailî bir teslimiyet emanetini taşıyarak.. Ve umuda durmuş sadık düşlerimle güneş kadar parlak yüreklere müjde olacak bir fecr-i sadık bekliyorum. Tam da şimdi, güz’e meftun bir mevsimin -müjde ki- firak ateşiyle tutuşmuş kalplere hayat verecek güneşin, nevruzun ve baharın kokusunu alıyorum. “ Şayet bana bunak demezseniz gerçekten Yusuf’un kokusunu alıyorum…” 12/94 O yüzden duygularım vahiy doludur, siyer doludur şimdi. Seccadem ve avuçlarım dua dolu, yakarış dolu ve siz ve mazlumlar ve mustazaflar doludur.”
-4-
“O yüzden gözlerim avucuma, avucum semaya, alnım secdeye, seccadem ıslağa doyduğu ve siz duamda olduğunuz bir anda Rabbime dedim ki: Ey Allah! Ey Ğafur ve Rahim! Ey merhameti gazabına galib Allah! Ey sonsuz kerem ve lütuf sahibi Allah! Ey İbrahim’in Rabbi! Ey Musa ve Harun’un Rabbi! Ey İsa’nın İlahı! Ey Muhammed (a)’ın dostu olan Allah! Ey dua yolunu gösteren! Ey duaya icabet eden Allah! Hiç kimse bilmese de Sen biliyorsun ki, biz Sana kul olmak istedik. Kimse bilmese de Sen biliyorsun ki, Elçin Muhammed (a)ın davetine icabet ettik. O’na arkadaş, kardeş ve arkadaşlarının arkadaşı olmak, yollarını sürdürmek ve insanlara bunu hakkıyla ulaştırmak için yollara düştük… Bize merhamet et! İşlerimizi kolaylaştır! Hayır yollarına hidayet et! Ve imtihanımızda bizi bize, bizi nefsimize bırakma! Amin..”
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi - Ekim 2016 (145. Sayı)
Hoş.. Zindanı, medrese-i Yusufîyeyi, Yusufları, Yusufîleri konuşuyorsunuz. Dikkat çekici.. Bugünlerde daha çok konuşuyorsunuz. “ Artık yeter ” diyorsunuz. “ lütuf değil, adalet istiyoruz” diyorsunuz. Gerçekten güzel, doğru ve etkileyici konuşuyorsunuz. Yürek yakan hikâyelerdir anlattıklarınızdan her biri. Çoğu zaman da bu hikâyelerin bir parçası, kahramanı oluyorsunuz. Şahitliğiniz kat’idir. Halen yaşanmakta olan bu müthiş hayatlardan insanları haberdar etmek istiyorsunuz. Bunu bir da’va olarak görüyor ve cihadın bir çeşidi olarak değerlendiriyorsunuz. Bizi de etkiliyorsunuz. Anlattıklarınızdan etkilenmemek mümkün değildir. Her vicdan sahibinin destekleyip takdir edeceği büyük bir çaba içindesiniz. Siz parçayı değil, bütünü ele alıyorsunuz. Zindanın Yusufu olmuş her mümine kendinizden bir parçaymış gibi bakıyorsunuz. Olması gereken de budur. Şahidim: Çabanızdaki inanç ve ihlâs nettir. Sebeb ile müsebbibe ilişkin duruş ve anlayışınız berraktır. Müsebbibü’l-Esbaba itikadınız ve teslimiyetiniz tamdır. Zulme ve zalime karşı ortaya çıkan azm ve iradeniz cesaret vericidir. Dosta güven, düşmana korku vericidir. Mazlum ve mustazaf yürekleri harekete geçiricidir. Sonuç olarak: Doğru, kararlı, aşk, inanmışlık, heyecan ve ümit dolu bir yoldasınız. Yaşlı anne-babaların, bacı, kardeş ve eşlerin ve dahi masum ve mazlum yavruların meramlarını ifade ederken, gözlerinden yanaklarına düşüveren yaşlar, dergâh-ı ilahiye doğru yol alan şefaatçı, somut ve belge değerinde makbul ve mazbut dualardır inşallah. Allah yardımcınız olsun. Sizleri tebrik ve takdir ediyoruz…
-2-
Bir kez daha hatırlatayım: Biliyorsunuz ki medeniyetlerin kurucuları arasında Ammar, Bilal, Habbab… gibi çok sıradan insanlar vardır. Köylüler, çobanlar, çiftçiler, ırgatlar vardır… Bir da’va; mensubu olan binlerce veya milyonlarca kalabalık toplulukların değil, çok sınırlı sayıda, bazen on’larla, yüz’lerle ifade edilebilecek fedakârın fedakârlıklarıyla ayakta durmaya, gelişme ve büyümesini gerçekleştirmeye doğru yol alır. Öne konulan bir stratejinin doğru işlenmesi ve amacına ulaşmasında da kural böyledir. Her şeyde olduğu gibi, fedakârlıkta da zirveye doğru yükselen dereceler vardır. Fedakârlık birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan derecelerle tekâmül bulur ve olgunluğa erişir. Bunun en büyük derecesi ise, hiç şüphe yoktur ki kişinin kendisini bütün varlığıyla davasına adaması, kurban etmesidir… Da’vası için canını verip şehid olanın durumu böyledir. Şehid Yasin, arkadaşları ve ve davanın diğer şehidlerinin durumu böyledir. Allah için ve sadece O’nun rızasını niyetlenerek muhacir olanın durumu böyledir. Dava yolunda ağır ve büyük musibetlere rağmen sabredenin durumu böyledir. Aynı şekilde, davası uğrunda yolu zindana düşen ve Yusufvarî bir iman, bir tevekkül ve bir sabırla şuurluca duruşunu muhafaza eden kişinin hâl u vaziyeti de böyledir. Konu zindan olduğu, Yusuf olduğu için söylüyorum: Bu anlamda zindanı davası için bereketli bir hale getirmek ve bu büyük bereketi davanın pâk ve temiz saflarına doğru daima kaynayan bir enerji akımına dönüştürmek, dönüştürebilmek ne büyük bir saadet ve ne büyük bir nasibtir! Bunu yapanlara ve yapma çabasında olanlara selam diyorum…
-3-
Ekim/2002
“Bir mü’minin en çok hoşlandığı, en çok ağladığı ve en çok vurgunu olduğu iklimin seher vaktindeyim şimdi. Seherî bir ezanın kesif karanlık dağlarını seğirip beton ve som demirden mamül kapımı çalması an meselesi. Doğu’nun doğurgan vahiy iklimini müjdeleyecek sehab-ı rahmet olan bir hüdhüdü bekliyorum. Umudumu ağuşuma almış, şu orucun yurdundan O’na doğru adım adım, secde secde yürüyorum. İbrahimî bir itaat kadar İsmailî bir teslimiyet emanetini taşıyarak.. Ve umuda durmuş sadık düşlerimle güneş kadar parlak yüreklere müjde olacak bir fecr-i sadık bekliyorum. Tam da şimdi, güz’e meftun bir mevsimin -müjde ki- firak ateşiyle tutuşmuş kalplere hayat verecek güneşin, nevruzun ve baharın kokusunu alıyorum. “ Şayet bana bunak demezseniz gerçekten Yusuf’un kokusunu alıyorum…” 12/94 O yüzden duygularım vahiy doludur, siyer doludur şimdi. Seccadem ve avuçlarım dua dolu, yakarış dolu ve siz ve mazlumlar ve mustazaflar doludur.”
-4-
“O yüzden gözlerim avucuma, avucum semaya, alnım secdeye, seccadem ıslağa doyduğu ve siz duamda olduğunuz bir anda Rabbime dedim ki: Ey Allah! Ey Ğafur ve Rahim! Ey merhameti gazabına galib Allah! Ey sonsuz kerem ve lütuf sahibi Allah! Ey İbrahim’in Rabbi! Ey Musa ve Harun’un Rabbi! Ey İsa’nın İlahı! Ey Muhammed (a)’ın dostu olan Allah! Ey dua yolunu gösteren! Ey duaya icabet eden Allah! Hiç kimse bilmese de Sen biliyorsun ki, biz Sana kul olmak istedik. Kimse bilmese de Sen biliyorsun ki, Elçin Muhammed (a)ın davetine icabet ettik. O’na arkadaş, kardeş ve arkadaşlarının arkadaşı olmak, yollarını sürdürmek ve insanlara bunu hakkıyla ulaştırmak için yollara düştük… Bize merhamet et! İşlerimizi kolaylaştır! Hayır yollarına hidayet et! Ve imtihanımızda bizi bize, bizi nefsimize bırakma! Amin..”
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi - Ekim 2016 (145. Sayı)
Muhammed Şakir