Kaide, kural, anlayış ve sınırları belirlenmiş derinliğine bir fikir disiplininin düşünce ve eğilimler için esas/kaynak olabilmesi öncelikle insan, hayat ve kâinata dair muhkem, külli bir muhteva taşıyıp taşımamasına bağlıdır.
Muhammed Şakir
1
Kaide, kural, anlayış ve sınırları belirlenmiş derinliğine bir fikir disiplininin düşünce ve eğilimler için esas/kaynak olabilmesi öncelikle insan, hayat ve kâinata dair muhkem, külli bir muhteva taşıyıp taşımamasına bağlıdır. Yetmez, fıtratla da çatışmaması lazım; yani fıtratla muvafık ve mutabık olması gerekir. Her şeyin ve herkesin kendinden çok şey bulduğu bir fikir manzumesi ancak her şey ve herkes için reçete ve yol haritası olabilir. Bu bağlam dairesinde meşru bütün düşünce, tasavvur ve eğilimlerin üzerine oturtulabileceği yol, mezheb, meşreb ve bakış açılarının dayandırılabileceği memba böyle meşru bir membadır. Binaenaleyh İslam’ın temel metinleri esastır. Külli bir kaynaktır, ab-ı hayat ve ihatalı bir ummandır. Sayısız çoklukta düşünce, eğilim ve bakışın boy verdiği mera ve beslendiği havzadır… Benzer şekilde bir mütefekkirin ortaya koyduğu derin ve ihatalı bir fikir metni de kendi çapında böyle bir hususiyeti haiz olabilir. Bu, bazen nazari ya da ameli veya her iki özelliği aynı anda taşıyan yazılı bir metin olabilir. Ki Said-i Nursi’nin Risale-i Nur adını verdiği metinler böyle bir şeydir. Bazen de yazılı bir metinden ziyade aksiyoner programlara dayalı bir hareket olabilir. Hasan el-Benna’nın İhvan hareketini buna örnek verebiliriz.
2
Tecrübelerden hakkıyla yararlanmak her şey değil, bu tamam; ama Fuat Sezgin’in de dediği gibi doğru istifade edildiği takdirde çok şey olabilir. Yalnız şu var; bu tecrübenin kesinlikle köklü bir tefekküre, ayağı yere basan bir düşünceye ve emin/muhkem bir nazariyeye dayanması şarttır. Sonra tecrübe ile tefekkür (buna teori de demek mümkün) arasında muazzam bir dengenin olması gerekir. Dolayısıyla tecrübe rastgele veya tesadüfen ele alınacak bir şey değil, plan ve program dâhilinde sistematik bir değer olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekir. Hayatın ehemmiyetli bir ayağı tecrübeye, insanlık tecrübesine dayandığı bilinen bir hakikattir. Fakat tecrübe sırtını risalete dayandırmalı, ona dayanıyorsa saadete ulaştırabilir ancak, yoksa ziyandan kaçınmak zor.
3
Bir insan, bir hareket, bir toplum ya da bir devlet kendi etki alanında ortaya çıkan aksaklıklar veya muhtelif sıkıntılar konusunda kendini merkeze koyup “Benim bunda katkım ne kadardır?” diye bozulmamış vicdanına okkalı soru oklarını fırlatıp atmadıkça o aksaklık ve sıkıntıların üstesinden gelmesi müşkildir, hatta mümkün değildir. Nefsini görmezden gelip suçluyu başka yerlerde aramak ne yazık ki nefs-i emmaremizin ıslah olmaz huyları arasındadır. Başkasının kabahat ve suçu olabilir elbet; ama bir problemin ortaya çıkmasında tek başına bir unsurun suçlu görülmesi, dolayısıyla sanık sandalyesine oturtulması adalet ve insaf levhasının kuyuya düşüp kaybolduğu bir mülke benzer…
4
Bir devletin kanunlarındaki mükemmellik salt mükemmel olduğu için bir anlam ifade etmez. Bir hareketin ya da bir cemaatin programındaki mükemmellik de böyle. Hakeza iddia sahibi bir insanın durumu da bunlardan pek farklı olmaz, değildir. Yani kanunların ya da ilkelerin tek başına mükemmel oluşları asla yeterli değildir. Burada asıl belirleyici unsur, bunları tatbik edecek insan/cevherin var olmasıdır. Ölçü; insan/cevherdir…
5
İnsanı küçümseme bir bakıma insanın kendisini küçümsemesidir. Bunun sebebi bir-iki değil, daha fazla olmalı… Zaman ve mekâna göre sebepler farklılık arz edebilir. Hadiselerin ve daha başka şeylerin de sebepler üzerinde tesiri vardır. Bunu birey ve toplum olarak hemen her seviyede ve yoğun bir şekilde yaşıyoruz. Size tuhaf gibi gelebilir belki ama bazı hallerde sevgi de küçümsemeye neden olabilir. Seversiniz, karşılık bulmayınca veya hayal kırıklığı oluşunca, sevgi, pılı pırtısını toplayarak makamını küçümsemeye bırakıp gider. Hâlbuki insan kendi küçüklüğüyle uğraşsa ve onu gidermeye çalışsa başkasını küçümsemeye zaman bulamayacaktır. Bu ise, her hâlükârda daha yararlı bir uğraştır…
6
Üstad “insan hüsn-ü zanna memurdur.” der ve devam eder: “İnsan herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan su-i ahlakı su-i zan saikasıyla başkalarına teşmil etmesin; ve başkalarının bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih (kınama, ayıplama…) etmesin. Binaenaleyh, eslaf-ı izamın (bizden önce gelip geçmiş büyük zatların) hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek su-i zanna, su-i zan ise, maddi ve manevi içtimaiyatı (sosyal hayatı) zedeler.
Mübarek üç aylarınızı tebrik ederim.
Allah’a emanet olunuz.
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi – Mayıs 2016 (140. Sayı)
Kaide, kural, anlayış ve sınırları belirlenmiş derinliğine bir fikir disiplininin düşünce ve eğilimler için esas/kaynak olabilmesi öncelikle insan, hayat ve kâinata dair muhkem, külli bir muhteva taşıyıp taşımamasına bağlıdır. Yetmez, fıtratla da çatışmaması lazım; yani fıtratla muvafık ve mutabık olması gerekir. Her şeyin ve herkesin kendinden çok şey bulduğu bir fikir manzumesi ancak her şey ve herkes için reçete ve yol haritası olabilir. Bu bağlam dairesinde meşru bütün düşünce, tasavvur ve eğilimlerin üzerine oturtulabileceği yol, mezheb, meşreb ve bakış açılarının dayandırılabileceği memba böyle meşru bir membadır. Binaenaleyh İslam’ın temel metinleri esastır. Külli bir kaynaktır, ab-ı hayat ve ihatalı bir ummandır. Sayısız çoklukta düşünce, eğilim ve bakışın boy verdiği mera ve beslendiği havzadır… Benzer şekilde bir mütefekkirin ortaya koyduğu derin ve ihatalı bir fikir metni de kendi çapında böyle bir hususiyeti haiz olabilir. Bu, bazen nazari ya da ameli veya her iki özelliği aynı anda taşıyan yazılı bir metin olabilir. Ki Said-i Nursi’nin Risale-i Nur adını verdiği metinler böyle bir şeydir. Bazen de yazılı bir metinden ziyade aksiyoner programlara dayalı bir hareket olabilir. Hasan el-Benna’nın İhvan hareketini buna örnek verebiliriz.
2
Tecrübelerden hakkıyla yararlanmak her şey değil, bu tamam; ama Fuat Sezgin’in de dediği gibi doğru istifade edildiği takdirde çok şey olabilir. Yalnız şu var; bu tecrübenin kesinlikle köklü bir tefekküre, ayağı yere basan bir düşünceye ve emin/muhkem bir nazariyeye dayanması şarttır. Sonra tecrübe ile tefekkür (buna teori de demek mümkün) arasında muazzam bir dengenin olması gerekir. Dolayısıyla tecrübe rastgele veya tesadüfen ele alınacak bir şey değil, plan ve program dâhilinde sistematik bir değer olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekir. Hayatın ehemmiyetli bir ayağı tecrübeye, insanlık tecrübesine dayandığı bilinen bir hakikattir. Fakat tecrübe sırtını risalete dayandırmalı, ona dayanıyorsa saadete ulaştırabilir ancak, yoksa ziyandan kaçınmak zor.
3
Bir insan, bir hareket, bir toplum ya da bir devlet kendi etki alanında ortaya çıkan aksaklıklar veya muhtelif sıkıntılar konusunda kendini merkeze koyup “Benim bunda katkım ne kadardır?” diye bozulmamış vicdanına okkalı soru oklarını fırlatıp atmadıkça o aksaklık ve sıkıntıların üstesinden gelmesi müşkildir, hatta mümkün değildir. Nefsini görmezden gelip suçluyu başka yerlerde aramak ne yazık ki nefs-i emmaremizin ıslah olmaz huyları arasındadır. Başkasının kabahat ve suçu olabilir elbet; ama bir problemin ortaya çıkmasında tek başına bir unsurun suçlu görülmesi, dolayısıyla sanık sandalyesine oturtulması adalet ve insaf levhasının kuyuya düşüp kaybolduğu bir mülke benzer…
4
Bir devletin kanunlarındaki mükemmellik salt mükemmel olduğu için bir anlam ifade etmez. Bir hareketin ya da bir cemaatin programındaki mükemmellik de böyle. Hakeza iddia sahibi bir insanın durumu da bunlardan pek farklı olmaz, değildir. Yani kanunların ya da ilkelerin tek başına mükemmel oluşları asla yeterli değildir. Burada asıl belirleyici unsur, bunları tatbik edecek insan/cevherin var olmasıdır. Ölçü; insan/cevherdir…
5
İnsanı küçümseme bir bakıma insanın kendisini küçümsemesidir. Bunun sebebi bir-iki değil, daha fazla olmalı… Zaman ve mekâna göre sebepler farklılık arz edebilir. Hadiselerin ve daha başka şeylerin de sebepler üzerinde tesiri vardır. Bunu birey ve toplum olarak hemen her seviyede ve yoğun bir şekilde yaşıyoruz. Size tuhaf gibi gelebilir belki ama bazı hallerde sevgi de küçümsemeye neden olabilir. Seversiniz, karşılık bulmayınca veya hayal kırıklığı oluşunca, sevgi, pılı pırtısını toplayarak makamını küçümsemeye bırakıp gider. Hâlbuki insan kendi küçüklüğüyle uğraşsa ve onu gidermeye çalışsa başkasını küçümsemeye zaman bulamayacaktır. Bu ise, her hâlükârda daha yararlı bir uğraştır…
6
Üstad “insan hüsn-ü zanna memurdur.” der ve devam eder: “İnsan herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan su-i ahlakı su-i zan saikasıyla başkalarına teşmil etmesin; ve başkalarının bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih (kınama, ayıplama…) etmesin. Binaenaleyh, eslaf-ı izamın (bizden önce gelip geçmiş büyük zatların) hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek su-i zanna, su-i zan ise, maddi ve manevi içtimaiyatı (sosyal hayatı) zedeler.
Mübarek üç aylarınızı tebrik ederim.
Allah’a emanet olunuz.
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi – Mayıs 2016 (140. Sayı)
Muhammed Şakir