Gecenin bir vaktindeyim şimdi. Aralık geldi, gitti.. Sadece aralık değil, ondan önceki ayların tamamı da gelip gittiler. Dönüp dolaştık ve bir kere daha gelip Ocaka dayandık. Ocak, ocakları tahrip mi yoksa tamir mi eder veya tahrip mi yoksa tamir mi etmişti, ayrı bir mevzu, ama Şubatın sabırsızlıkla vazifeyi devralmak üzere hazırolda beklediği de bir hakikat..
Muhammed Şakir
-1-
Gecenin bir vaktindeyim şimdi. Aralık geldi, gitti.. Sadece aralık değil, ondan önceki ayların tamamı da gelip gittiler. Dönüp dolaştık ve bir kere daha gelip Ocak’a dayandık. Ocak, ocakları tahrip mi yoksa tamir mi eder veya tahrip mi yoksa tamir mi etmişti, ayrı bir mevzu, ama Şubat’ın sabırsızlıkla vazifeyi devralmak üzere hazırolda beklediği de bir hakikat..
Dışarıda fırtınalı bir rüzgar esip gürlüyor, çatılara yeterince kar düşmüş.. Ve kuşlar bir parça yem bulmak ümidiyle oradan buraya, buradan oraya uçuşup duruyorlar. Memleketten uzaklaşalı yıllar oldu. Ülkenin 2 son model” bir zindanındayım, üstelik sürgünüm. Mazinin acı tatlı hatıraları çığ gibi. Koca zindanda yalnızlığa dair duygu ve hislerim adeta teyakkuz halinde, öte yandan içim kani bir sükûnet ve huzurla dolu, maneviyat olarak da rahatım…
Biliyor ve inanıyorum çünkü; gündüz geceyi arzulayıp peşinden koştuğu kadar, gece de onu şiddetle arzulayıp etrafında dolaşıp durmaktadır. Kış baharı.. Ve fırtına da itidalı, normalı ister. Bu yüzden gece ne kadar karanlık ve kış da ne kadar şiddetli olursa olsun geçmeye mahkûm! Allah’ın izniyle güneşin muhteşem doğuşunu ve dahi yükselişini buradan görüyor ve donmuş yürekleri ısıtan sıcaklığını şimdiden hissediyorum..
-2-
Muvaffakiyet ve zafer isteyenler, istedikleriyle orantılı bir biçimde çaba ve bedel ortaya koymak durumundadırlar. Bedel, hem de en iyisi, olmadan olmaz. ‘Tehcirden intifadaya’ kitabında geçer: “Eğer ekmek yemek istiyorsak bunun için gereken neyse yapılmalı.” Bir şeyler yapmak gerekir ki ekmek yiyebilelim. Mesela bir toprak bulmamız, onu sürmemiz, tohum atmamız ve sonra aktif bir beklenti içine girmemiz gerekir. Sabırla buğdayın çıkmasını ve büyümesini gözetmemiz, iyice olgunlaştığında ise, hasada başlamamız gerekir. Ardından harmana taşımak var.. Buğday danelerini üşenmeden samandan ayırmamız, değirmende öğütmemiz ve un haline getirmemiz gerekir. Bitmez, sonra hamur yoğurmamız, ekmeği hazırlamamız, fırına atmamız ve onu özenle, itinayla pişirmemiz gerekir.. Gördüğünüz gibi bir ekmek yemek için bütün bunları ve belki de daha fazlasını yapmamız gerekmektedir. Bir ekmek için bütün bunlar lazımsa, mukaddes bir muvaffakiyet ve zafer için daha köklü ve derinlikli çaba ve bedel ortaya koymaya ihtiyaç vardır, olacaktır. Bu bedel bazen ruhumuz, bazen de ruhumuzdan daha aziz değerler olabilir… (*)
-3-
İnsanoğlunun kan, acı ve meşakkat içinde doğuyor olması ve duyduğu ya da yaptığı ilk şeyin ağlama olması aslında yaratılmış hayatın kendisi hakkında adamakıllı bir fikir vermektedir. Bu bağlantı aynı zamanda hayat ile ölüm arasında var olan güçlü ilişki ve akrabalığı da anlatmaktadır. Daha derinlikli bağlantılara sahip olduğu da bir gerçek... Hayat ve ölüm insan onlarla denensin diye yaratılmıştır… Hâsılı, meşakkat insanın yabancısı olmadığı bir fenomendir, vesselam…
-4-
Çocukluğumu hatırladım. Bizim oralarda biri vefat ettiği zaman, köyün ve çevre köylerin kadın ve erkekleri taziye için ölü evine akın ederlerdi. Bahusus kadınların köye girişlerinde veya taziye evine yaklaştıklarında vaveylalarla dolu hazin ve yürek burkan ağlayış ve feryadları olurdu. Biz çocukların sesleriyle onların feryadları birbirine karışıp giderdi. Sonra içlerinden muhayyelesi geniş, dili ve tecrübesi olan (çoğunlukla) orta yaşlarda biri irticali bir ağıt tuttururdu ki insanın içini yakıp kül ederdi. Ama iyice kulak kesildiğinizde, mersiyeci kadının mersiyesini taziyesine geldiği kişiye değil, daha evvel kaybettiği bir yakınına yaktığını fark ederdiniz. Onu ağlatıp söyleten başkasının değil, kendi dert ve acısıydı. Bizi ağlatıp söyleten de, bizi konuşturan, koşuşturan ve hatta şiir yazdıran da kendi dert ve ıstıraplarımız, sevdamız, davamızdır veya böyle olmalıdır…
-5-
İnsan ne yapsa da geçmişten kopmaz, kopamaz, kopmamalıdır da. Geçmişinden kopan –her kim olursa olsun- geleceğini doğru inşa edemez. Kur`an’ın geçmiş ümmetlere atıfta bulunması aydınlatıcı bir örnektir. Biz de kendimizden önceki nesillere veya hareket ve cemaatlere atıfta bulunuruz… Geçmişin nurani değerleriyle damardan bir ilişki kurulduğu takdirde geleceğin inşası için isabetli bir adım atılmış olur. Geçmişi unutarak veya ondan uzaklaşarak değil, onu hatırlayarak ona yaklaşarak ve onu hikmetle bugüne taşıyarak ihtişamlı başlangıçlar ve yenilikler yapabiliriz. Çünkü yenilik ve başlangıçların tamamı desteğini ondan alır, ona dayanarak haldeki yolculuğunu ve istikbale yönelik yürüyüşünü devam ettirir, ettirebilir. Geçmiş kurmaya çalıştığımız binanın temeli, ekmeye çalıştığımız tohumun da tarlasıdır…
-6-
Şimdi geriye dönüp bakıyorum: zindan yaşamımız boyunca başta kendi kişiliğimiz olmak üzere davanın kâmil kişiliğinde tamamen eriyebilmek için cemaatçe gerçekten takdire şayan ve kayda değer bir çaba ve tecrübenin ortaya konulduğunu görebiliyorum. Muazzam bir istifade ortam ve iklimi oluşturuldu. İlahi takdir, hayran kalınacak şekilde, hiç de müsait olmayan bu meş’um mekânları birçok fırsatın aynı anda bulunabileceği ortamlar, mektepler, medreseler haline getirdi. - Zindanın kendine özgü sıkıntılarını atlamayarak – artık iş bize kalmıştı; anlamamıza, idrakimize, zekâ ve çalışkanlığımıza, uyum ve dayanışmamıza, şuurumuza, dava bilincimize ve şer’i mesuliyetimizdeki zindeliğe kalmıştı. Bu ortamlar çoğumuz için büyük feyiz kaynakları ve geniş rahmet hazineleri olurken, pek tabii ki sayıları belli bazılarımız için ise o kadar da feyizli olmamış olabilir. Bu da normaldir… Hepimiz eşit ve aynı derecede istifade etseydik Rabbani kanunun koyduğu dereceler ve sınamalardaki sırlara ne cevap verecekti? İmtihan devam etmektedir çünkü...
* batı cezaevlerinde iken yazmıştım…
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi – Ocak 2016 (136. Sayı)
Gecenin bir vaktindeyim şimdi. Aralık geldi, gitti.. Sadece aralık değil, ondan önceki ayların tamamı da gelip gittiler. Dönüp dolaştık ve bir kere daha gelip Ocak’a dayandık. Ocak, ocakları tahrip mi yoksa tamir mi eder veya tahrip mi yoksa tamir mi etmişti, ayrı bir mevzu, ama Şubat’ın sabırsızlıkla vazifeyi devralmak üzere hazırolda beklediği de bir hakikat..
Dışarıda fırtınalı bir rüzgar esip gürlüyor, çatılara yeterince kar düşmüş.. Ve kuşlar bir parça yem bulmak ümidiyle oradan buraya, buradan oraya uçuşup duruyorlar. Memleketten uzaklaşalı yıllar oldu. Ülkenin 2 son model” bir zindanındayım, üstelik sürgünüm. Mazinin acı tatlı hatıraları çığ gibi. Koca zindanda yalnızlığa dair duygu ve hislerim adeta teyakkuz halinde, öte yandan içim kani bir sükûnet ve huzurla dolu, maneviyat olarak da rahatım…
Biliyor ve inanıyorum çünkü; gündüz geceyi arzulayıp peşinden koştuğu kadar, gece de onu şiddetle arzulayıp etrafında dolaşıp durmaktadır. Kış baharı.. Ve fırtına da itidalı, normalı ister. Bu yüzden gece ne kadar karanlık ve kış da ne kadar şiddetli olursa olsun geçmeye mahkûm! Allah’ın izniyle güneşin muhteşem doğuşunu ve dahi yükselişini buradan görüyor ve donmuş yürekleri ısıtan sıcaklığını şimdiden hissediyorum..
-2-
Muvaffakiyet ve zafer isteyenler, istedikleriyle orantılı bir biçimde çaba ve bedel ortaya koymak durumundadırlar. Bedel, hem de en iyisi, olmadan olmaz. ‘Tehcirden intifadaya’ kitabında geçer: “Eğer ekmek yemek istiyorsak bunun için gereken neyse yapılmalı.” Bir şeyler yapmak gerekir ki ekmek yiyebilelim. Mesela bir toprak bulmamız, onu sürmemiz, tohum atmamız ve sonra aktif bir beklenti içine girmemiz gerekir. Sabırla buğdayın çıkmasını ve büyümesini gözetmemiz, iyice olgunlaştığında ise, hasada başlamamız gerekir. Ardından harmana taşımak var.. Buğday danelerini üşenmeden samandan ayırmamız, değirmende öğütmemiz ve un haline getirmemiz gerekir. Bitmez, sonra hamur yoğurmamız, ekmeği hazırlamamız, fırına atmamız ve onu özenle, itinayla pişirmemiz gerekir.. Gördüğünüz gibi bir ekmek yemek için bütün bunları ve belki de daha fazlasını yapmamız gerekmektedir. Bir ekmek için bütün bunlar lazımsa, mukaddes bir muvaffakiyet ve zafer için daha köklü ve derinlikli çaba ve bedel ortaya koymaya ihtiyaç vardır, olacaktır. Bu bedel bazen ruhumuz, bazen de ruhumuzdan daha aziz değerler olabilir… (*)
-3-
İnsanoğlunun kan, acı ve meşakkat içinde doğuyor olması ve duyduğu ya da yaptığı ilk şeyin ağlama olması aslında yaratılmış hayatın kendisi hakkında adamakıllı bir fikir vermektedir. Bu bağlantı aynı zamanda hayat ile ölüm arasında var olan güçlü ilişki ve akrabalığı da anlatmaktadır. Daha derinlikli bağlantılara sahip olduğu da bir gerçek... Hayat ve ölüm insan onlarla denensin diye yaratılmıştır… Hâsılı, meşakkat insanın yabancısı olmadığı bir fenomendir, vesselam…
-4-
Çocukluğumu hatırladım. Bizim oralarda biri vefat ettiği zaman, köyün ve çevre köylerin kadın ve erkekleri taziye için ölü evine akın ederlerdi. Bahusus kadınların köye girişlerinde veya taziye evine yaklaştıklarında vaveylalarla dolu hazin ve yürek burkan ağlayış ve feryadları olurdu. Biz çocukların sesleriyle onların feryadları birbirine karışıp giderdi. Sonra içlerinden muhayyelesi geniş, dili ve tecrübesi olan (çoğunlukla) orta yaşlarda biri irticali bir ağıt tuttururdu ki insanın içini yakıp kül ederdi. Ama iyice kulak kesildiğinizde, mersiyeci kadının mersiyesini taziyesine geldiği kişiye değil, daha evvel kaybettiği bir yakınına yaktığını fark ederdiniz. Onu ağlatıp söyleten başkasının değil, kendi dert ve acısıydı. Bizi ağlatıp söyleten de, bizi konuşturan, koşuşturan ve hatta şiir yazdıran da kendi dert ve ıstıraplarımız, sevdamız, davamızdır veya böyle olmalıdır…
-5-
İnsan ne yapsa da geçmişten kopmaz, kopamaz, kopmamalıdır da. Geçmişinden kopan –her kim olursa olsun- geleceğini doğru inşa edemez. Kur`an’ın geçmiş ümmetlere atıfta bulunması aydınlatıcı bir örnektir. Biz de kendimizden önceki nesillere veya hareket ve cemaatlere atıfta bulunuruz… Geçmişin nurani değerleriyle damardan bir ilişki kurulduğu takdirde geleceğin inşası için isabetli bir adım atılmış olur. Geçmişi unutarak veya ondan uzaklaşarak değil, onu hatırlayarak ona yaklaşarak ve onu hikmetle bugüne taşıyarak ihtişamlı başlangıçlar ve yenilikler yapabiliriz. Çünkü yenilik ve başlangıçların tamamı desteğini ondan alır, ona dayanarak haldeki yolculuğunu ve istikbale yönelik yürüyüşünü devam ettirir, ettirebilir. Geçmiş kurmaya çalıştığımız binanın temeli, ekmeye çalıştığımız tohumun da tarlasıdır…
-6-
Şimdi geriye dönüp bakıyorum: zindan yaşamımız boyunca başta kendi kişiliğimiz olmak üzere davanın kâmil kişiliğinde tamamen eriyebilmek için cemaatçe gerçekten takdire şayan ve kayda değer bir çaba ve tecrübenin ortaya konulduğunu görebiliyorum. Muazzam bir istifade ortam ve iklimi oluşturuldu. İlahi takdir, hayran kalınacak şekilde, hiç de müsait olmayan bu meş’um mekânları birçok fırsatın aynı anda bulunabileceği ortamlar, mektepler, medreseler haline getirdi. - Zindanın kendine özgü sıkıntılarını atlamayarak – artık iş bize kalmıştı; anlamamıza, idrakimize, zekâ ve çalışkanlığımıza, uyum ve dayanışmamıza, şuurumuza, dava bilincimize ve şer’i mesuliyetimizdeki zindeliğe kalmıştı. Bu ortamlar çoğumuz için büyük feyiz kaynakları ve geniş rahmet hazineleri olurken, pek tabii ki sayıları belli bazılarımız için ise o kadar da feyizli olmamış olabilir. Bu da normaldir… Hepimiz eşit ve aynı derecede istifade etseydik Rabbani kanunun koyduğu dereceler ve sınamalardaki sırlara ne cevap verecekti? İmtihan devam etmektedir çünkü...
* batı cezaevlerinde iken yazmıştım…
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi – Ocak 2016 (136. Sayı)
Muhammed Şakir