Bu ay ki Esintiye üstadı misafir ediyoruz. Mesnevî-i Nuriyesi ders kitabımız ya da üstada vekâleten ders hocamız olacak. Konu daha çok insanın derunî âlemiyle alakalıdır. Yoğunlaşarak okuduğumuz takdirde iç âlemimizdeki bazı taşların yerlerinden oynadıklarını hissedebileceğimizi düşünüyorum. Dilerseniz başlayalım:
Muhammed Şakir
Bu ay ki “Esinti”ye üstadı misafir ediyoruz. Mesnevî-i Nuriyesi ders kitabımız ya da üstada vekâleten ders hocamız olacak. Konu daha çok insanın derunî âlemiyle alakalıdır. Yoğunlaşarak okuduğumuz takdirde iç âlemimizdeki bazı taşların yerlerinden oynadıklarını hissedebileceğimizi düşünüyorum. Dilerseniz başlayalım:
MESNEVÎ-İ NURİYE’DEN
-1-
“Afakî malûmat, yani hariçten, uzaklardan alınan malûmat evham ve vesveselerden hâli olamıyor. Amma, bizzat vicdanî bir şuura mahal olan enfusî dâhilî malûmat ise, evham ve ihtimallerden temizdir. Dolayısıyla merkezden muhite, dâhilden harice bakmak lâzım.
-2-
Bildiğimiz, gördüğümüz dünya bir iken, insanlar adedince dünyaları havidir. Çünkü; her insanın tam manasıyla hayalî bir dünyası vardır; fakat öldüğü zaman dünyası yıkılır, kıyameti kopar.
-3-
Dualar, tevhid ve ibadetin sırlarına numunedir. Tevhid ve ibadette lazım olduğu gibi, dua eden kimse de, kalbinde dolaşan arzu ve isteklerini “Cenab-ı Hak işitir” deyip, Kadir olduğuna itikad etmelidir. Bu itikad, Allah’ın her şeyi bilir ve her şeye Kadir olduğunu istilzam(gerektirir) eder.
-4-
Arkadaş! Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde(düğüm) var ki, zıtları birbirinden tevlid(doğurur) eder. Ve aleyhte olan her şeyi lehte zanneder…
-5-
İnsanın havf(korku) ve muhabbeti halka teveccüh ettiği takdirde, havf bir belâ, bir elem olur; muhabbet bir musibet gibi olur. Zira; o korktuğun adam, ya sana merhamet etmez veya senin istirhamlarını işitmez. Muhabbet ettiğin şahıs da, ya seni tanımaz veya muhabbetine tenezzül etmez. Binaenaleyh, havf ve muhabbetini dünya ve dünya insanlarından çevir. Fatır-ı Hâkim’e tevcih et ki, havfın O’nun merhamet kucağına, çocuğun anne kucağına kaçtığı gibi, leziz bir tezellül olsun, muhabbetin de saadet-i ebediyeye vesile olsun.
-6-
Nefis, daima ızdıraplar, kalak(endişe)lar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmıyor, Kaderin hükmüne razı olmuyor. Hâlbuki, güneşin doğuş ve batışı muayyen ve mukadder olduğu gibi, insanın da bu dünyada doğuş ve batışı ve sair mukadderatı kader kalemiyle alnında yazılıdır. İsterse başını taşa vursun ki, o yazıları silsin, fakat başı kırılır, yazılara bir şey olmaz, ha!
-7-
Fısk çamuruyla kirlenip pislenmiş olan medeniyet, insanları da o çamurla pisletiyor. Örneğin, riyayı şan ve şerefle karıştırıyor; insanları da o pis ahlâka yönlendiriyor. Hakikaten insanlar, o riyaya öyle alışmışlar ki, şahıslara yaptıkları gibi, milletlere, hatta ırklara bile yapıyorlar. Gazeteleri o riyaya dellal, tarihleri de alkışçı yapmışlardır. Bu yüzden, şahsî hayatlar, “Hamiyet-i cahiliye” ünvanı altında unsurî(ırkî) hayatlara feda edilmektedir.
-8-
Meraya giren koyun sürüsünü çevirmek için çobanın attığı taşlara maruz kalan bir koyun, lisan-ı haliyle “Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha fazla faydamızı düşünür. Madem O’nun rızası yoktur, dönelim” diye kendisi döner, sürü de döner. Ey nefis! Sen o koyundan daha asi ve yoldan çıkmış değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman…..söyle ve Merci-i Hakiki’ye dön, imana gel, mükedder(kederli) olma. O seni senden daha ziyade düşünür.”
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi - Kasım 2016 (146. Sayı)
MESNEVÎ-İ NURİYE’DEN
-1-
“Afakî malûmat, yani hariçten, uzaklardan alınan malûmat evham ve vesveselerden hâli olamıyor. Amma, bizzat vicdanî bir şuura mahal olan enfusî dâhilî malûmat ise, evham ve ihtimallerden temizdir. Dolayısıyla merkezden muhite, dâhilden harice bakmak lâzım.
-2-
Bildiğimiz, gördüğümüz dünya bir iken, insanlar adedince dünyaları havidir. Çünkü; her insanın tam manasıyla hayalî bir dünyası vardır; fakat öldüğü zaman dünyası yıkılır, kıyameti kopar.
-3-
Dualar, tevhid ve ibadetin sırlarına numunedir. Tevhid ve ibadette lazım olduğu gibi, dua eden kimse de, kalbinde dolaşan arzu ve isteklerini “Cenab-ı Hak işitir” deyip, Kadir olduğuna itikad etmelidir. Bu itikad, Allah’ın her şeyi bilir ve her şeye Kadir olduğunu istilzam(gerektirir) eder.
-4-
Arkadaş! Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde(düğüm) var ki, zıtları birbirinden tevlid(doğurur) eder. Ve aleyhte olan her şeyi lehte zanneder…
-5-
İnsanın havf(korku) ve muhabbeti halka teveccüh ettiği takdirde, havf bir belâ, bir elem olur; muhabbet bir musibet gibi olur. Zira; o korktuğun adam, ya sana merhamet etmez veya senin istirhamlarını işitmez. Muhabbet ettiğin şahıs da, ya seni tanımaz veya muhabbetine tenezzül etmez. Binaenaleyh, havf ve muhabbetini dünya ve dünya insanlarından çevir. Fatır-ı Hâkim’e tevcih et ki, havfın O’nun merhamet kucağına, çocuğun anne kucağına kaçtığı gibi, leziz bir tezellül olsun, muhabbetin de saadet-i ebediyeye vesile olsun.
-6-
Nefis, daima ızdıraplar, kalak(endişe)lar içinde evhamdan kurtulup tevekküle yanaşmıyor, Kaderin hükmüne razı olmuyor. Hâlbuki, güneşin doğuş ve batışı muayyen ve mukadder olduğu gibi, insanın da bu dünyada doğuş ve batışı ve sair mukadderatı kader kalemiyle alnında yazılıdır. İsterse başını taşa vursun ki, o yazıları silsin, fakat başı kırılır, yazılara bir şey olmaz, ha!
-7-
Fısk çamuruyla kirlenip pislenmiş olan medeniyet, insanları da o çamurla pisletiyor. Örneğin, riyayı şan ve şerefle karıştırıyor; insanları da o pis ahlâka yönlendiriyor. Hakikaten insanlar, o riyaya öyle alışmışlar ki, şahıslara yaptıkları gibi, milletlere, hatta ırklara bile yapıyorlar. Gazeteleri o riyaya dellal, tarihleri de alkışçı yapmışlardır. Bu yüzden, şahsî hayatlar, “Hamiyet-i cahiliye” ünvanı altında unsurî(ırkî) hayatlara feda edilmektedir.
-8-
Meraya giren koyun sürüsünü çevirmek için çobanın attığı taşlara maruz kalan bir koyun, lisan-ı haliyle “Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha fazla faydamızı düşünür. Madem O’nun rızası yoktur, dönelim” diye kendisi döner, sürü de döner. Ey nefis! Sen o koyundan daha asi ve yoldan çıkmış değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman…..söyle ve Merci-i Hakiki’ye dön, imana gel, mükedder(kederli) olma. O seni senden daha ziyade düşünür.”
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi - Kasım 2016 (146. Sayı)
Muhammed Şakir