KASIM AYI “SAHABE AYI!”
Teslimiyetin Zirvesi, Ümmetin Emini
EBÛ UBEYDE BİN CERRÂH
İman davası, her dönemde öncü şahsiyetlere ihtiyaç duyar. Teslimiyet, güvenilirlik, cesaret ve fedakârlık ile yoğrulmuş hasbi adamları arar gözler. Hz. Ömer’in (Radıyallahu Anh) aradığı da bu hasretlikten başka bir şey değildi. Halifeliği günlerinde arkadaşlarına:
“Bir şeyler isteyiniz, temenni ediniz” dedi. Bir adam cevap verdi:
“Allah yolunda infak etmek için şu ev dolusu altınım olsun istiyorum." dedi. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) ısrarını sürdürünce bir başkası:
“Şu ev dolusu inci, zerberced ve yakutum olsun da Allah yolunda infak edeyim, bunu istiyorum” dedi. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh):
“Daha da ötesi, daha da ötesi” dedikçe:
“Bu sözleriyle Emirü'l-Müminin ne demek istiyor anlamıyoruz?" dediler.
Adam tanımada hünerli, adaletin terazisi, âkil adam dedi ki:
“Ben istiyorum ki şu ev, Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi adamlar ile dolu olsun" dedi.[1]
Hicretten kırk yıl önce, miladi 583 yılında baba Abdullah bin Cerrâh’ın evinde bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Doğumuna sevinilen bu erkek evlat, Allah Resûlü’nün onun hakkında: “Her ümmetin bir emini vardır, bizim ümmetimizin emini de Ebû Ubeyde bin Cerrâh’dır” diye müjdelediği mübarek zattan başkası değildir.[2]
Ashap arasındaki lakabı “Eminü'l-Ümme” (Ümmeti Emini)’dir. Babası, erkek çocuğuna Âmir ismini verir; ancak daha sonra “Ebû Ubeyde” ismi ile künyelenir. Babasından ziyade dedesi Cerrâh’a nispet edilmesi ile ilgili olarak; babasının Bedir Savaşında müşriklerin safında öldürülmesi ve dedesinin daha çok tanınan bir isim olması şeklinde yorumlanır. [3]
Ebû Ubeyde bin Cerrâh (Radıyallahu Anh), Hz. Peygamber (Sallalahu Aleyhi Vesellem) tarafından cennet ile müjdelenmiş on kişiden biriydi. İmanın her gün karanlık bir yüreği aydınlığa çevirdiği, İslam’ın bir gönül yüceliği olarak evlere yayıldığı ilk günlerdi. Nasibi olanların hidayet evine koştukları güzel zamanlardı.
O gün bereketli ve nasipli bir gündü. Sadık dost Hz. Ebû Bekir’in (Radıyallahu Anh) cehdiyle, kutlu huzura gelen beş nasipli adam vardı: Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Abdurrahman bin Avf, Osman bin Maz’ûn, Ubeyde bin Hâris, Ebû Seleme bin Abdülesed…
İman ettiğinde 27 yaşındaydı. Anne Ümeyme binti Ğanem onun davetiyle iman etmişti. Ancak baba Abdullah’ın şirkte ısrarı, Ebû Ubeyde bin Cerrâh (Radıyallahu Anh) için zorlu imtihanların habercisiydi. Tehditler, baskılar, işkenceler, maldan ve evlatlıktan reddetmeler onu iman davasından vazgeçirmiyordu.
Babasının baskılarına dayanamayan Ebû Ubeyde, Habeşistan’a hicret eden ikinci kafileyle birlikte yola koyuldu. Onun için zorlu olan bu hicret tam yedi yıl sürecekti. Bütün gurbetlikler bir tarafa, Hz. Peygamber’den (Sallalahu Aleyhi Vesellem) uzak olmak ona çok ağır geliyordu. Vahyin ikliminden uzak kalmaya daha fazla dayanamayan bir grup muhacir, Mekke’ye geri dönmüşlerdi. Onların arasında Ebû Ubeyde bin Cerrâh da vardı. Ancak o günlerde Mekke, kutlu bir hicrete hazırlanıyordu. Tarihler nübüvvetin on üçüncü yılını gösterdiğinde Müslümanlar birer birer Medine’ye doğru yola koyulmuşlardı. Ebû Ubeyde bin Cerrâh (Radıyallahu Anh) için ikinci kez hicret yolu göründü. Geride bırakılan şehirlerin annesi Mekke; mahzun çocukların bakışı ve çilekeş eşlerin âhı ile birlikte mateme durmuştu.
Medine döneminin en etkili isimlerindendir. İslam dinine davet, idari ve mali işlerde yöneticilik, halk arasında hakemlik ve kadılık görevinde bulunma, askeri seferlere er veya komutan olarak katılma gibi birçok hayırlı işlerde bulunur. Cesareti ve askeri kabiliyeti ile göz dolduran Ebû Ubeyde, ilk seriyye olan Seyfu’l Bahr’e katılan otuz kişiden biridir. Hz. Peygamber (Sallalahu Aleyhi Vesellem) ile birlikte istisnasız bütün savaşlara katılır.
Hak ve batılın birbirinden ayrıldığı zorlu Furkan Günü’nde (Bedir Savaşı) Müslümanlar, göz yaşartan bir kamet ortaya koydular. Bu kavga; tevhid davasının asabiyet câhiliyesine galebe çaldığı bir kavgaydı. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh), dayıları Mahzûmoğulları ile savaşacaktı. Hz. Ali’nin (Radıyallahu Anh) karşısında kardeşi Akîl vardı. Hz. Hamza’nın (Radıyallahu Anh) gözleri kardeşi Abbas’ı arıyordu. Mus’ab bin Umeyr (Radıyallahu Anh), abisi Ebû Aziz’i esir almıştı, Talha bin Ubeydullah (Radıyallahu Anh), abisi Osman bin Ubeydullah’ı kovalıyordu. Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ın (Radıyallahu Anh) imtihanı, babası Abdullah ile savaşmaktı. Bu müthiş tabloya vahiy tanıklık edecekti: “Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah'ın tarafında olanlardır.” (Mücâdele Sûresi 22. Ayet Meali)
Uhud Savaşı’nın zor anlarında yiğitliği ile öne çıktı. İslâm ordusunun dağıldığı o kritik sahnede, Resûlullah’ın (Sallalahu Aleyhi Vesellem) etrafından ayrılmayıp kahramanca savaşan on dört kişi arasında o da vardı. Ebû Ubeyde, Hz. Peygamber’in (Sallalahu Aleyhi Vesellem) yanaklarına batan miğfer halkalarını çıkarınca iki dişini kaybetti. Bu durum ön dişlerinin seyrek oluşuna ve bazı harfleri çıkarmamasına sebep oldu. Onun hakkında ashap şöyle derdi:
“Dişsizlik insanı çirkinleştirir, ama Ebû Ubeyde, Uhud’da kaybettiği dişlerinden sonra çok daha güzelleşmişti”[4]
Zor zamanlardaki istikameti ve hikmetli duruşu ile bilinirdi. Hudeybiye ‘de alınan bazı zorlu kararları sindiremeyen sahabeler vardı. Bunlardan biri de Hz. Ömer’di. Ona verdiği cevap ümmetin emini oluşu hakkında güzel bir örneklikti:
“Ey İbni Hattab! Sen Resulullah’ın ne dediğini duymuyor musun? Şeytandan Allah’a sığın ve görüşünü kendine sakla.”[5]
Bu teslimiyetli duruşu, Hz. Ömer (Sallalahu Aleyhi Vesellem) ile birlikte birçok sahabenin toparlanmasına vesile oldu.
Birçok önemli askeri seferde komutanlık yaptı. Hz. Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) ve Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) gibi önemli isimlerin olduğu Zatü’s- Selâsil seriyyesinde komutanlık görevi ona verilmiştir. Bu seriyyeden daha önce aynı bölgeye gönderilen seriyyenin başında bulunan Amr bin As (Radıyallahu Anh) ile olan anlaşmazlık meselesinde, Müslümanlar arasındaki uyum ve vahdete yönelik ortaya koyduğu duruş takdire şayandır:
“Ey Amr! Efendimiz beni açıkça komutan olarak atadı; ama sözünün sonunda dedi ki “Amr ile ihtilafa düşme! İşte ben Efendimizin bu uyarısı gereği ve İslâm ordularının selameti açısından hakkım olan komutanlıktan feragat ediyor ve sana itaat ediyorum.”[6]
Mekke’ni Fethi’nde, İslâm ordusunun dört komutanından biriydi. Hz. Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) döneminde İslâm ordusu farklı kollara ayrılmıştı. Ancak Hz. Ebu Bekir’in bütün ordu komutanlarına gönderdiği talimat, onun Emirü’l-Ümera (Emirlerin Emiri) oluşunun ispatıydı:
“Eğer İslâm ordularının kolları bir cephede birleşirse başkumandan Ebû Ubeyde bin Cerrâh olacaktır.”[7]
Nitekim; Yermûk Savaşı’nda 240 bin kişilik Rum ordusuna karşı birleşen 40 bin kişilik İslâm ordusunun başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh’tı (Radıyallahu Anh).
Bolluğun ve refahın değiştirmediği nadir insanlardandı. Zühd, tevazu ve sadeliği hayatının esâsı kılmıştı. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh), Şam ziyareti esnasında gözü Ebû Ubeyde’yi aramıştı:
“Kardeşim nerede?” diye sordu. İnsanlar şaşkın bir şekilde:
“Kardeşin kim?” diye sorduklarında Hz. Ömer (Radıyallahu Anh):
“ Ebû Ubeyde” diye cevap verdi.
İki sadık dost, gözyaşları ile birbirlerine sarılıp hasret giderdi. Halife Ömer (Radiyalalhu Anh):
“Ey Ebû Ubeyde! Beni çadırına götür” dedi.
Orduların başkumandanı Ebû Ubeyde’nin çadırında sadece basit bir yatak ve birkaç eşya vardı. Hz. Ömer duygulandı ve gözyaşları ile:
“Ey Ebû Ubeyde! Dünya hepimizi değiştirdi; ama seni asla değiştirmedi.” dedi.
Ebû Ubeyde ise cevaben:
“Ey Müminlerin Emîri! Bunlar beni ebedi istirahatgâhıma ulaştırır. Bunlar bana kâfidir.” dedi.[8]
Tarihler miladi 640 (Hicri 18) yılını gösterdiğinde Ebû Ubeyde “Tâûnu Amvâs” diye meşhur olan ve birçok sahâbînin ölümüne yol açan vebaya yakalanmıştı.[9] O esnada cephede bulunan Ebû Ubeyde, İslâm ordusu ile birlikteydi. Durumu giderek ağırlaştı. Muâz Bin Cebel’i (Radıyallahu Anh) çağırıp ordu komutanlığına atadı. İslâm ordusunun kahraman askerlerine bakıp son vasiyetini yaptı. Herkes onu gözyaşları ile dinliyordu:
“Ne olur namazlarınızı hakkı ile eda edin, oruçlarınızı tutun, zekâtlarınızı verin, hac ve umre yapın, birbirinize hakkı tavsiye edin, idarecilerinize hayırlı nasihatlerde bulunun, onlara dalkavukluk yaparak onları aldatmayın. Dünya işlerinizin üzerine gereğinden fazla düşmeyin. Bir kişi bin yıl ömür sürse bile, işin neticesinde ölüm ona kavuşacaktır. Akıllı insan Rabbine karşı itaatkâr olur. Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun”[10]
58 yıllık bereketli ömrünün son anlarını, evinden kilometrelerce uzaklıkta, cephede; İslam askerlerinin arasında tamamladı. O kısa ve fani olan ömrünü, uzun ve hayırlı bir hayat karşılığında satın aldı. Allah (Celle Celaluhu) hayatını kabul eylesin. Bizleri onların izinden ayırmasın. Amin.
[1] https://www.islamveihsan.com/ebu-ubeyde-bin-cerrah-r-a-kimdir.html
[2] Buhârî, “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-Nebî”, 21.
[3] M.Emin Yıldırım, “Sahabe İklimi: 82 İl 82 Sahâbi”, Siyer Yayınları, 15. Baskı, İstanbul.
[4] İbn Esir, Usdü’l Ğabe, III, 126.
[5] Vakidi, Kitabü’l Meğazi,III, 612.
[6] İbni Hişam, es-Sîre,IV, 272.
[7] M. Emin Yıldırım, Ümmetin Emini Ebû Ubeyde bin Cerrâh, s. 108.
[8] Halid Muhammed Halid, Ümmetin Yıldızları 60 Seçkin Sahabe Hayatı, Vakit Gazetesi Yayınları, s.201.
[9] https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-ubeyde-b-cerrah
[10] M.Emin Yıldırım, “Sahabe İklimi: 82 İl 82 Sahâbi”, Siyer Yayınları, 15. Baskı, İstanbul.
Genel
Genel