Her alandaki değişim ve dönüşümün baş döndürücü hızı nedeniyle bu çağı adlandırmanın zorluğu bir yana “uzaktan iletişim”, “paylaşım”, “yapay zeka” ve “insan ötesi” gibi birkaç isim yaygın olarak kullanılmaktadır. Bir alime “Bediüzzaman” ünvanı verilmişse, bu onun “ibn’ül vakt” değil, bilmüşahade “ebu’l vakt” oluşuyla da alakalıdır. Zaten ilim ve muhakemesindeki harikalık ile zamanın seçilmişi olan bir zat, sadece çağının fikrî haritasını tespitle yetinmemeli, devranın hastalıklarına reçete de yazmalı, yorum ve çözüm üretmeli idi. Bediüzzaman tarihte ender görülen bir hususiyetle “ebu’l vakt” mefhumuna yeni bir boyut kazandırmıştır. Zira O, şahsına değil eserine hareket kazandırmaya muvaffak olmuştur.
Bediüzzaman’ın vaktin ruhuna vukufiyeti, bizzat kendi hayatını “Eski Said”, “Yeni Said” gibi dönemlere ayırmasında da ortaya çıkar. Osmanlı’nın hükmettiği dönemdeki faaliyetleriyle laik cumhuriyete geçişten sonraki mücadelesi birbirinden farklıdır. Yine eserinin tamamlandığını düşündüğü dönemden sonra (1950-1960 arası) yaklaşık otuz yıl boyunca uzak durduğu siyasetle yeniden ilgilenmeye başlamış, gazetelerle ve radyo ile gündemi takip etmiş, siyasilere mektuplar yazmış, ezanı aslına çeviren Merhum Menderes’i tebrik etmiş ve Risale-i Nurları tam serbest bırakıp Ayasofya’yı ibadete açması halinde yaklaşan felaketten kurtulacağını belirtmiştir.
Zamanın ihtiyacına göre neşrettiği Risale-i Nur’da da, sıkça geçmişle bugünü kıyaslar. Mesela, Muhakemat eserinde her zamanın hükmünün farklı olduğunu belirtir ve geçmişte etkili hitabet ile muhataplar ikna edilebilirken bugün delillendirme ile ispat etmek gerektiğini söyler. Kastamonu Lahikasında ise diğer eserlerle mukayese yaptıktan sonra şöyle der: “Risaletü'n-Nur ise Kur'ân'ın bir mânevî mucizesi olarak imanın esasatını kurtarıyor ve mevcut imandan istifade cihetine(yönüne) değil, belki çok deliller ve parlak burhanlarla(delillerle) imanın ispatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehattan(şüphelerden) kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar."
İnkarcılığın bugünkü halini teşhis ve ona karşı duruştaki güncelleme sadedinde ise şöyle der: Eskiden, fen ve ilimle dalâlete girip inat ve temerrüd(dik kafalılık) ile hakaik-i imana karşı çıkana nisbeten şimdi yüz derece ziyade olmuş. Bu mütemerrid (dik kafalı) inatçılar, firavunluk derecesinde bir gurur ile ve dehşetli dalâletleriyle hakaik-ı imaniyeye karşı muaraza ettiklerinden (karşı çıktıklarından), elbette bunlara karşı, atom bombası gibi, bu dünyada onların temellerini parça parça edecek bir hakikat-i kudsiye lâzımdır ki, onların tecavüzatını durdursun ve bir kısmını imana getirsin.” (İman Küfür Muvazeneleri)
Ömrünün son demlerinde Sebîlürreşâd dergisinden Eşref Edip Fergan’a verdiği röportajında da bu zamanda davetin neden imanın esasları temelinde olması gerektiğini açıklar:
"Dünya, büyük bir mânevi buhran geçiriyor. Manevi temelleri sarsılan Garb(batı) cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felaketi, gittikçe yer yüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri (bulaşıcı) illete karşı İslam cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş (kokuşmuş), bâtıl formülleriyle mi? Yoksa, İslâm cemiyetinin ter ü taze(taptaze) iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için ben yalnız iman üzerine mesâimi teksif etmiş(yoğunlaştırmış) bulunuyorum." (Tarihçe-i Hayat)
İsteseydi diğer alimler gibi Fıkıh, Hadis, Tefsir, Akaid, Usül, Belagat gibi alanlarda ansiklopedik bir çok eser kaleme alabilirdi. İlk başta mantığa dair bir eser kaleme alması ve 60 cild şeklinde yazmaya niyetlendiği Muhakemat ile Önsözünü kaleme alıp İşarat-ül İcaz diye başladığı tefsirinin, takdir-i ilahi ile Bakara suresinin 32. ayetinde sona ermesi de onu, zamanın acil ihtiyacına yönlendirmiştir denilebilir.
Risale-i Nuru insafla okuyan herkesin, bir şekilde içindeki şek ve şüphelerden kurtulduğu bir vakıadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı da yapmış olan Merhum Ömer Nasuhi Bilmen’e öğrencileri Bediüzzaman'ın eserlerinde neden bu kadar te'sir olduğunu sorduklarında şu cevabı vermiştir:
"Evladım, biz müellifiz. Bir mevzuu araştırır, o husustaki bilgileri toplar, bir nizam içinde düzenler, yazarız. Fakat Bediüzzaman böyle değildir. O, ilhama mazhardır. Onun kulağına yukarıdan fısıldayan var. Biz ise, kendi emeğimizin mahsulünü, derleyip toplayıp yazıyoruz. Bu sebeple, bizimki böyle olur, onun ki de öyle olur."
Aklı ikna edecek metaforlara (kısa hikaye ve ders içeren misallere) çok başvurması, güneş, dünya, dağ, deniz, ırmak, su, hava, ateş, zerre, hayvan, ağaç gibi varlıklardan ve matematik, kimya, fizik, biyoloji, sosyoloji, astronomi gibi bilim dallarından sürekli çıkarımlar yaparak izah ettiği hususlara bunlardan deliller getirmesi Risale-i Nura ilgiyi artırmaktadır. Bununla beraber madde madde konu tasnifiyle yazılmış eserlerden farklı olarak her yerde bir şekilde sorulması muhtemel ilmî ve sosyal meselelere cevaplar tarzında telif edilmiş olması da esere meyli artıran diğer bir amildir. Tabi ki Üstad’ın belagat, mantık ve usül gibi ifadeyi besleyen alt yapısının çok güçlü olması da ayrı bir etkendir.
Bediüzzaman’ın, matbaanın kendisine yasak olduğu zamanda teksir makinası ile Risaleleri çoğaltmak gibi kendi döneminin teknik imkanlarını da eserlerinin neşri için kullanmakta çok aktif olduğunu da burada hatırlamak yerinde olacaktır. Yine radyonun ne büyük bir nimet olduğunu ifade ettikten sonra şu uyarıyı yapar: “Elbette ve elbette, beşer, bu pek büyük nimete karşı bir umumî şükür olarak o radyoları her şeyden evvel kelimat-ı tayyibe(güzel sözler) olan kelâmullahın, başta Kur'ân-ı Hakîm ve hakikatleri ve imanın ve güzel ahlâkların dersleri ve beşerin lüzumlu ve zarurî menfaatlerine dair kelimatları(sözleri) olmalı ki, o nimete şükür olsun. Yoksa nimet böyle şükür görmezse, beşere zararlı düşer.”
Böyle şükür görmediğinde akıllı telefon ve sosyal medya gibi nimetlerin beşere ne kadar zararlı düştüğü ortadadır.
Hak, sabır tavsiyesi, hayra çağırıp emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münkerde bulunma nasihat ile irşad etme, Hakkı duyurup tebliğ etme gibi İslam daveti adı altında ele alınacak her amel için iletişim teknolojileri olmazsa olmazdır. Bugün Üstad yaşasaydı ne yapardı? sorusunun cevabı, internet gibi günümüz insanına verilen devasa nimeti, Kur’an ve İman hizmeti için yeteri kadar kullanıyor muyuz? sorusundan sonra cevaplanmalıdır. Ve sadece kullanmak da değil, en etkili, en hızlı, en yaygın, en güncel, en yoğun biçimde istifade etmek için tüm gayretimizi sarfediyor muyuz?
Rabbim Ondan razı olsun.
Özkan Yaman
Özkan Yaman