Etkili iletişimin en önemli kıstaslarından biri de doğru üsluptur. Sadece yazı ve konuşma dilinde değil elbette. Hâl dilinde bile doğru ve güzel üslup daima etkili, doğru ve sağlıklı iletişimin olmazsa olmazlarındandır.
Tarih boyunca davetçi kimliğiyle davet sahasında performans sergileyen insanlar, üslup konusunda gösterdikleri başarı oranında başarılı olmuş, muhataplarıyla etkili iletişim sağlamış ve aktif, pozitif bir etkileşim bağı kurmuşlardır.
Ancak elbette ki, üsluplarını terbiye ve tanzim ederken, mutedil ve kâmil bir kıvama getirirken, usule bağlılık ve hikmette devamlılık esasıyla hareket etmişlerdir.
Bu alanda geçmişten günümüze kadar gelen kaynakların çoğunda hep bu minvaldeki örnekleri görmekteyiz.
Bu örneklerden yola çıkarak bir çıkarım yapacak olursak şunu ifade edebiliriz; üslup davetin gövdesiyse, usül ayakları ve hikmet de başıdır. Bu üç etmen birbirini tamamlayarak, daveti ve davetçiyi başarıya ulaştırmıştır.
O halde şöyle özetleyebiliriz; davet sahasında performans sergileyen bir davetçinin, tabiri caizse bu üç sacayağı üzerinde kâmil bir duruş sergilemesi gerekmektedir. Usulsüz üslup, üslupsuz usül olmayacağı gibi, hikmet olmadan da ikisinin bir kıymeti harbiyesi olamaz.
Usül elbette ki, El- Kitaptır, üslup Sünnettir ve hikmette ise zamana, ortama, kişiye ve seviyeye göre bu ikisinden sapmadan, şaşmadan, uzaklaşmadan, dosdoğru bir şekilde süzülerek elde edilen en doğru yol, en etkili iletişim ve etkileşim silahıdır.
Usül ve üslupla harmanlanmış, hikmet ekseninde çıkan sözler, yazılan kelimeler, sergilenen hâl ve tavırlar, muhataplarının kalplerinin, ruhlarının, akıllarının tam da merkezine isabet eder, sinelerini yangınlardan gülistanlara çevirir, ab-ı hayat iksirine dönüşerek, hayr ve bereket ile hidayet tohumları zerk eder...
Bu sebepledir ki, Rabbimiz zulmünde ve küfründe en şedit insanlardan biri olan Firavun’a dahi bu şekilde davetin götürülmesini ferman buyurmuştur:
اُدْعُ اِلٰى سَبيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتي هِيَ اَحْسَنُ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبيلِه وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدينَ ﴿١٢٥﴾
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış. Kuşkusuz senin rabbin, yolundan sapanların kim olduğunu en iyi bilendir; O, doğru yolda bulunanları da çok iyi bilir”.﴾ Nahl,125﴿
Hikmet ve güzel öğüt, davetçinin lisanı hâlini ve lisanı kavlini boş ve gereksiz lakırdılardan, özensiz, nezaketsiz tavırlardan, kaba, haşin ve kırıcı tutumlardan arındırarak heybetli, samimi, letafetli ve bilgece bir üslup kazandırarak, dirayetli, ilkeli, tavizsiz ama tedbirli bir usül ile yol aldırır.
Tabi zikretmekte fayda var; güzel ve yumuşak üslup sahibi olmak, usülden taviz vermek anlamına da gelmemelidir.
Hakeza, usül sahibi olmak, kaba ve sert bir üsluba sahip olmayı gerektirmemektedir.
Kendi bulunduğu zamana kutlu davasının mesajını götürecek olan davetçinin, bu ikisini hikmet potasında bilgece eritip, en mutedil ve kamil bir kıvama getirmesi icap eder. Nitekim Rabbimiz davet hususunda şu şekilde ferman buyurmuştur:
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلينَ ﴿١٩٩﴾
“Sen (güçlüğü değil) kolaylığı (sağlayan yolu) tut. İyiliği emret. Câhillere aldırma.”﴾Araf, 199﴿
Yine benzer ayetlerde, taviz vermeden gösterilen hilm ( yumuşak huyluluk, sabır göstermek, tahammül etmek, öfke anında kendini tutmak ve vakur olmak, gücü yettiği hâlde intikam almaktan kaçınmak ) ile, silm ( Barışma, sulh, barışıklık. İtaat. İslâm, müslim olmak) kapılarının açılacağına işaret etmiştir.
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!
Bu sonuca ancak sabırlı olanlar ulaşabilir, yine buna ancak (erdemlerde) büyük pay sahibi olanlar ulaşabilir.” (Fussilet,34-35)
Sonuç olarak yazı, konuşma, işaret veya hâl diliyle iletişim kurarken, muhatabımıza ulaştırmak istediğimiz mesaj aynı olsa bile, doğru usül, güzel üslup ve hikmetli bir metotla sonuç, bambaşka ve çok başarılı olacaktır.
Konunun pekişmesi adına güzel bir alıntıyla yazımıza son verelim...
“Vaktiyle büyük ve bilge bir âlim kendi zamanında seçkin âlimlerden, yazarlardan ve bilginlerden oluşan “Suskunlar Meclisi” adında bir heyet oluşturulduğunu duyar. Bu meclis, çok düşünen, az konuşan ve az yazan insanlar arasından seçiliyor ve üye sayısı ise otuz kişiyle sınırlı tutuluyordu.
Kendisi de bu meclise dâhil olmayı çokça arzular. Bir gün suskunlar meclisinin üyelerinden birinin öldüğünü duyar ve bunun üzerine üyeler toplantıdayken, meclisin önüne gelerek, meclise dâhil olma isteğini bir kâğıda yazar ve kapıcıyla içeriye gönderir.
Meclis üyeleri değer verdikleri bu âlimi tanımışlardır ancak, vefat eden üyelerinin yerine yine onun gibi değerli bir âlimi almışlardır. Fakat bunu doğru bir usül, güzel bir üslup ve hikmetli bir şekilde nasıl cevaplayacaklarını epeyce düşünürler. Çünkü böyle bir bilgeyi kapıdan çevirmek hiç de kolay değildir.
Sonra bir tası ağzına kadar su ile doldurup kapıcıyla gönderirler. Bu şekilde, meclisin üye sayısının tamamen dolduğunu, yeni tek bir kişiye dahi, hiç yer olmadığını anlatmak istemişlerdi.
Tası alan âlim, nezaket ve hikmet ile verilen mesajı, çok iyi anlamıştı. O da hemen bahçedeki güllerden bir yaprak koparıp yavaşça tasın içindeki suyun üstüne koydu.
Gül yaprağı tasın içindeydi ancak, suyu taşırmamıştı. Verdiği bu hikmetli cevapla, suskunlar meclisinde kendisinin de bir yerinin bulunabileceğini, aynı bu şekilde meclisin düzenini bozmadan, uyumla meclise dâhil olabileceğini anlatmak istemişti. Meclis üyeleri de ağzına kadar su dolu olan tasın üzerine bir gül yaprağı konarak kendilerine geri gönderildiğini görünce, bu latif mesajı anladılar. Böyle bir bilgeye “meclisimizde yer yok!” anlamında bir cevap verdiklerinden dolayı çok mahcup oldular.
Otuzla sınırlı olan üye sayılarını da aşarak bu âlimi de üye yapmaya karar verdiler.
Bilge âlim meclise gelince başkan onun adını da listeye yazdı. Üye sayısını belirten 30 sayısının önüne bir 0 yazarak kendisine verdi. Bununla onun katılmasıyla meclisin değerinin on kat arttığını anlatmaya çalışmıştı. Listeyi eline alan âlim, tevazulu bir tavırla kendisinin gelmesiyle meclisin değerinin on kat artmış olduğu düşüncesine katılmadığını göstermek için 30 sayısına eklenen 0’ı silip otuzun soluna yazdı.
Verdiği bu manidar cevapla üye sayısını artırmadığını, kendi değerinin, bu meclisin yanında solda sıfır mesabesinde kalacağını anlatmak istiyordu. Böylece İletişimindeki doğru usül, güzel üslup, hareketlerindeki edep, saygı, tevazuu ve vakar ile suskunlar meclisinin en seçkin üyelerinden biri olacağını göstermişti...”
inzar
inzar