“Sizden öncekilerin başlarına gelenler, sizin başınıza gelmeyinceye kadar cennet gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle sıkıntılar ve zorluklar dokundu ki, peygamber ve beraberindekiler; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıntı geçirdiler...” (Bakara, 214)
Bu ayetin iniş sebebine ve ayet indikten sonra Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem), önceki ümmetlerin başlarına gelenlerin ne olduğuna dair verdiği örneklere bakılırsa, mevzu o zaman tam olarak anlaşılır. Bu hususu tefsir ve hadis kitaplarına havale ederek, ben ayetin farklı boyutlarına ve bağlam (siyak sibak) ilişkisine değinmek istiyorum. Buna geçmeden önce de şunu eklemek istiyorum: Ayet, bu Gazze günlerinde, iliklerimize işleyecek derecede hem ilme’l-yakin, hem ayne’l-yakin ve hem de hakke’l-yakin anlamlar kazandı.
Cehennem lüzumsuz olmadığı gibi, cennet de ucuz değil. Cennet, bazı durumlarda çok pahalı düşüyor. Cenneti kazanmak için, ağır bedellerin ödenmesi gerekiyor.
Ancak buradan şu manayı çıkarmak da doğru olmaz: “Cennete girmek için herkesin işkence görmesi, toprağa gömülmesi ve testere ile başından ikiye bölünmesi; başına bombalar yağması; ateş dolu çukurlarda yanması/yakılması ve öldürülmesi gerekiyor!”
Evet, ayet dinleri konusunda şiddetli belalara ve musibetlere uğrayan müminlerin, cennete girmek istiyorlarsa, sabretmeleri ve asla dinlerinden geri dönmemeleri gerektiğine vurgu yapıyor. Ölüm de dahil her şeyi sabırla göze almalarını ve ancak bu şekilde cennete girebileceklerini belirtiyor. Ama cennete girmenin tek yolunun da bu olduğu belirtilmiyor.
Bu ayet, tek başına ele alınırsa, böylesi bir çıkarımda bulunulabilir. Ama biz biliyoruz ki, Yüce Allah, Kur’an’da bazen genelleme yapıyor (bütünü söylüyor) ama aslında özeli (parçayı) kast ediyor. Bazen de özele (parçaya) vurgu yapılıyor ama kasıt, genel (bütün) Müslümanlardır. Resulullah’a (Sallallahu Aleyhi Vesellem), yönelik Kuran-ı Kerim’de yer alan bazı hitaplar gibi... Bu hitapların büyük çoğunluğunda muhatap bütün iman edenlerdir, her ne kadar Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem), şahsına yönelik hitap edilmiş olsa da...
Kur’an’a bu nazarla bakılmazsa, çok yanlış sonuçlar ve çok yanlış hükümler çıkarılır. Kur’an’a bu nazarla bakmayanların en çok yanlış yorumladıkları ayetlerden bir tanesi de “Allah’ın ayetleri ile hükmetmeyenler, kafirlerin ta kendileridir” ayetidir. Zira Kur’an’ı düz mantıkla yüzeysel yorumlayanlar, buradan hareketle “hüküm şartları oluşmuş mu oluşmamış mı” buna bakmaksızın idarecileri tekfir yoluna gidebiliyorlar.
Yukarıdaki ayetten kastın bu olmadığını, ayetin siyakından/ardından da anlayabiliyoruz.
“Senden ‘ne infak etmek gerektiğini’ soruyorlar...”
Cennete girebilmenin ağır bir bedel ödemekten geçtiğini belirten ayetin siyakında/ardından Yüce Allah, infak konusunu gündeme getiriyor. Aslında bir anlamda, cennete girmenin bir yolunun da infak olduğunu ifade ediyor. Ama ilginçtir ayette infakı da sadece para ve mal ile de sınırlandırmıyor. Bilakis infak mefhumunun dairesini, faydalı ve güzel olan her iyi şeyi kapsayan “hayır” kavramı ile genişletiyor. Yani iyilik ve güzellik adına her ne yaparsak Yüce Allah, bunu infak olarak kabul edeceğini belirtiyor. İnfak, hayır ile ifade edilince; mal infak olduğu gibi, faydalı ve güzel bir söz de infaktır. Allah için uykusuz kalmak ve yorgun düşmek de infaktır. Misafir ağırlamak, yolda kalmışa yardım etmek, hayır bir amelde hizmet etmek, hasta ziyaretinde bulunmak... Bunların hepsi infaka dönüşüyor. Çünkü hepsi hayırdır/iyiliktir.
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmediğiniz müddetçe birre/cennete ulaşamazsınız...” ayeti, kişinin cennete ancak infak ile girebileceğini belirtiyor. Konu, bu anlamda değerlendirilirse, cennete girmenin tek yolunun aslında “infak” olduğu anlaşılacaktır. Zamandan, çabadan ve yeri geldiğinde maldan, candan infak... Can vermek, din uğrunda eziyetlere katlanmak ve bu uğurda sabretmek ise en büyük infaktır.
Cennete sadece ahirette ulaşılmaz, bu dünyada da cenneti yaşamak mümkündür. Ki, ayetin bunu, infak edilen şeylerin sonucunda ulaşılan şeyi, cennet olarak değil, birr olarak ifade etmesinde çok net olarak görüyoruz. Ulaşılan şeyi ayet, cennet olarak isimlendirseydi, biz bunu ahiretteki karşılık olarak anlayacaktık. Ama ayet bunu, birr olarak ortaya koyunca, buradan dünyada da bir karşılığının olduğunu anlıyoruz. Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi Vesellem), Habbab bin Eret’i (o dönem eziyet gören tüm müminleri) teselli etmek ve herkes için de hakikati ortaya koyduğu anlatımının devamında; “Vallahi Allah bu işi mutlaka tamamlayacaktır. O kadar ki, bir kimse bineğine binip, San’a’dan Hadramevt’e kadar tek başına yolculuk yapacak ve yolculuğu esnasında Allah’tan başka kimseden korkmayacak; ancak koyunları hakkında kurttan! Ancak sizler acele ediyorsunuz!” diye bildirdiği, işte dünyadaki bu cennettir.
Evet, dünyada (ahiretteki cennet olmasa da) cenneti yaşamak mümkün! Bu konuyu daha iyi anlamak ve anlaşılır kılmak için, daha anlaşılır kılmak için cennetin nasıl bir olduğuna bakmamız yeterli. Cennet dediğimiz yer, selam ve nimet yurdudur. Dünyanın cenneti, “selam” yani barıştır, kardeşliktir, emniyettir, refahtır, huzurdur...
Ahiretteki cennete ancak infak (yani hayırdan fedakârlık) ile ulaşılabileceği gibi, dünyanın cennetine de ancak infak ile ulaşılabilir.
Kısaca özetlersek; dünyadaki cennet, ancak ahiretteki cennette yaşanılacak şeyleri yaşamakla mümkündür. Boş sözden, günaha sokan şeylerden ve yalandan uzak durmak... Selamı yaymak ve yaşamak; muhabbet beslemek ve muhabbet etmek... Ve hepsinin fevkinde; yüzün Allah’a dönük olması (cemalullah)...
Bir de gönül cenneti var ki; orası imanla cennet olur. Kalbinde kin barındırmayanın gönlü cennet olur. Zira cennete girenlerin kalbinde kin olmayacak...
Aynı ayet içinde iki defa “hayra” vurgu yapılmış olması da ayrıca üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.