Şâfî ve Muâfî olan Allah’ın adıyla.
Hastalık ve sıhhat, son derece göreceli hallerdir. Hele de günümüzde bilgi, başarı, haz, hız ve yalnızlığın bu denli yorduğu Ademoğlu için sağlamlığı tarif etmek oldukça zorlaşmıştır. Bedenî hastalıklarla doğrudan ve dolaylı alakalı olan nefsî/kalbî/ruhî, fikrî ve ictimaî hastalıkların bugün tasnifini yapmak dahi müşkül duruma gelmiştir.
Bütün dünyanın amansız bir salgın hastalıkla yüz yüze olduğu bir dönemde de, meselenin daha çok zahirî kısmı yani teşhis, tedbir, test, tedavi gibi mülk tarafı konuşuldu, melekût tarafı üzerinde pek durulmadı. Hastalar ve parçası oldukları toplumlar için çok elzem olan manevî güç, teselli, sabır, ümit, hikmet, hakikat ve ibret yönü biraz geri plana itildi.
Bu yazımızda dini, hayatın hayatı, hem nuru ve esası olarak gören Bediüzzaman Hazretlerinin iman penceresinden hastalığa bakışını hatırlayıp irdelemek istiyoruz.
İbn-i Sina, Razi, İbn-i Nefis gibi, tıp ilmine müstesna katkıları olanlar bir yana, İslam Külliyatı içinde özel bir risale neşrederek hastaları teselli ederken, tespit ettiği hakikatlerle şifa için çok önemli olan moral ve motivasyonu artıran bir alim ve eseri var mıdır dense akla herhalde ilk gelecek olan Bediüzzaman Said Nursi ve Hastalar Risalesidir. Eserin başında şöyle der: “Hastalara bir merhem, bir teselli, manevi bir reçete, bir iyadet-ül mariz(hasta ziyareti) ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır.”
Altmış dört sayfalık bu eserin, dört buçuk saat gibi kısa bir sürede telif edilmesi de, tesirinin makbuliyetini tasdik eden bir ikram-ı ilâhi gibidir.
Yine Risale-i Nur Külliyatı içinde dili en sade olan bölüm Hastalar Risalesi’dir denilebilir. En anlaşılır kelimelerle, kısa cümlelerle ve gayet basit bir üslup ile sanki hastanın fehmine hafif gelmesi murad edilmiştir.
Sadece hastalıkla veya başka bir musibetle hayat kalitesi düşenler değil, kendini sağlam görenlerin de mutlaka öğüt alıp dersler çıkararak ferahlayacağı risalede, yirmi beş deva ile adeta yirmi beş ilaç yazmış gibidir.
Birinci Deva’da; hastalığın, ömür sermayesinin rahat ve gafletle zayi olmasını önlediğini belirtir. Hastalığın insan ömrünü bir nevi uzattığı için meyve hükmünde olduğunu söyler.
İkinci Deva’da; ibadeti müsbet ve menfî diye ikiye ayırır. Namaz, hac gibi bilinenlerin ötesinde kişiye acizliğini ve zayıflığını hatırlatıp Hakka yönelten musibet ve hastalıkların da menfî ibadetler olduğunu hatta bu ibadetlere riya karışmadığını bazı şükreden ve sabreden hastaların bir dakikalık hastalığının bir saat ibadet sevabı kazandırdığını müjdeler.
Üçüncü Deva’da; insanın bu dünyaya sadece güzel yaşamak ve safa sürmek için değil, ebedî hayatı kazanmak için geldiğini hatırlatarak, hastalığın kişinin gözünü açıp onu ikaz ettiğinden söz eder.
Dördüncü Deva’da; beden mülkünün de bize değil Allah’a ait olduğunu ve mülkün sahibinin kendi mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunacağını, Esmâ-ül Hüsnâ’dan her ismin tecellisinin güzel olduğunu, Şafi ism-i şerifinin de hastalıkları gerektirdiğini bunun neticesinin de illâ ki güzel olacağını ifade eder.
Beşinci Deva’da; Kimi hasta gençlerin kabrin arkasını düşünerek dinine sarıldığını ve bu yüzden onlara o hastalığın bir ihsan-ı ilahi olduğunu söyler.
Altıncı Deva’da; evvelâ geçmişteki safalı zamanların hatırlandıkça kişiye “ah”, sıkıntılı zamanların ise kişiye “oh” dedirttiğini belirtir ve buradan hareketle hastalıktan sonrasına odaklanmak gerektiğini söyler, ikinci kısımda ise hastalığın, dünyevileşmeyi önlediğine dikkat çeker.
Yedinci Deva’da; hastalığın, nimetlerin kadrini kıymetini bildirdiğini ve kişiyi böylece şükre sevk ettiğini hatırlatır.
Sekizinci Deva’da; ‘asıl hastalık, Allah’ı tanımamak ve günahlara dalmaktır’ der, onun dışındakilerin ise kişiyi affettiren kefaretler olduğuna inanmanın, elemi hafifleteceğine vurgu yapar.
Dokuzuncu Deva’da; ölümden korkmanın ve ölümün hakikatini düşünmekten kaçmanın hastalıkların acısını artırdığını söyler ve iman ehli için ölümün dehşet değil rahmet olduğunu açıklar.
Onuncu Deva’da; kuruntu, evham ve paniğe neden olan lüzumsuz merak hissinin hastalığın şiddetini artıracağını ve bundan kurtulmak için hastalığın hikmetini ve faydasını düşünmek gerektiğini belirtir.
Onbirinci Deva’da; Allah’ın verdiği sabır kuvvetini henüz gelmemiş yani halihazırda yok olan gelecek günlere dağıtıp azaltmadan şu an içinde bulunulan an için kullanmaktan bahseder.
Onikinci Deva’da; hastalık nedeniyle yapılamayan ibadetlerin sevabının aynen devam ettiğini ve hastalıkla birlikte kişinin acizliğini ve zayıflığını tam olarak hissettiğinden hastanın duasının çok kıymetli olduğunu anlatır.
Onüçüncü Deva’da; ecel gizli olduğundan her an gelebileceği halde sağlıklı iken bundan gaflet edildiğini ancak hastalığın kişiyi sürekli uyanık tuttuğunu ve bu ihlaslı hal ile az zamanda çok sevap kazandırdığına işaret eder.
Ondördüncü Deva’da; gözleri bu dünyada görmeyenlerin imanla kabre girmeleri halinde orada çok güzel şeyler göreceğini müjdeler.
Onbeşinci Deva’da; ‘kötü olsaydı, Allah-ü Tealâ, peygamberler gibi en sevdiği kullarına bu hastalık ve çileleri vermezdi’ der ve o nurlu kervana katılmak için hastalıktan şikayet etmemek gerektiğini söyler.
Onaltıncı Deva’da; hastalıkla beraber benzer acılara müptela olanlara karşı şefkat ve merhamet hislerinin gelişeceğini, böylece kardeşliğin gereği olan duyarlılığın artacağına dikkat çeker.
Onyedinci Deva’da; hastalığın, şifa duasının vakti olduğunu, hastaya bakanların da bu duadan nasiplendiğini belirtir.
Onsekizinci Deva’da; ‘bu nereden başıma geldi’ gibi dertlenip sızlanmak yerine daha zor durumda olanlara bakıp, eriştiği nimetleri fark etmenin önemini hatırlatır.
Ondokuzuncu Deva’da; tekdüze, monoton bir hayatın varlığa değil yokluğa yakın olduğunu hastalıkların Esmâ-ül Hüsnâ’nın tecellileri ile insanın hayatını arındırıp yücelttiğini söyler.
Yirminci Deva’da; hastalığın iki çeşit olduğunu; birinin hakiki diğerinin ise vesvese olduğunu belirtir. Vesvese kısmına fazla ehemmiyet verilmeyip umursanmadığı zaman zarar vermeyeceğini misallerle izah eder.
Yirmi Birinci Deva’da; hastalığın çevredeki kişilerin şefkatini, merhametini ve samimi ilgisini çektiğini bunun da kıymetli olduğunu tespit eder.
Yirmi İkinci Deva’da; evliyanın riyazete çekilip nefislerini tezkiye etmeleri gibi, ağır kronik hastalıkların da böyle bir fırsat olarak görülmesi gerektiğini söyler.
Yirmi Üçüncü Deva’da; kimsesiz biçare olan hastaların, Allah(cc) ile beraber oldukları için asla yalnız bulunmadıklarını, bunun farkına varanların O’nun rahmetini apaçık göreceklerini beyan eder.
Yirmi Dördüncü Deva’da; ihtiyarların, çocukların ve hastaların bakımını yapan kimselerin o hasta, yaşlı ve çocukların sevabına ortak olduklarını belirtir.
Yirmi Beşinci Deva’da; hakiki ilacın imanda, ibadette, tevbe ve istiğfarda aranması gerektiğini, gayri meşru işlerin bu ilacın tesirini kıracağını ifade eder.
Burada sıraladığımız hususlar asla bu risalenin özeti değildir, belki bir fihrist de değildir, kısa kısa başlıklandırma çabasıdır. Bediüzzaman Hazretlerinin kendisi de zehirlenme ve yaşlılığın etkisiyle türlü bedeni hastalıklara giriftar olmuştur ve talebelerinin/çevresindekilerin hastalıklarıyla da alakadar olmuştur. Haliyle, eserlerinin bir çok yerinde hastalıkla ilgili çokça nükte bulmak mümkündür.
Temennimiz odur ki, herkesin bir şekilde hastalandığı veya hastalanma ihtimalinin olduğu şu hayatta bu risaleden bir hissesi olsun.
Mevlâ, Üstad Bediüzzaman’dan razı olsun.
Rabbim, tüm hastalıklar ve devaları adedince Habib-i Ekrem’ine salat ve selam eylesin. Bu salavatlar hürmetine Şafi ve Muafi ismiyle tüm hastalara acil şifalar ihsan eylesin. Amin
Özkan Yaman
Özkan Yaman