Rabbimiz bazen geçmiş kavim ve peygamberlerin kıssalarıyla, bazen tehdit ve korkutmayla, bazen müjdelemeyle, bazen peygamberlerin dilinden dualarla, yani çok çeşitli vesile ve sebeplerle insanları ve Müslümanları tekrar tekrar doğru düşünmeye, hakka inanmaya ve doğru anlayışı benimsemeye davet etmiştir. Yüce Allah; emir ve nehiylerinin kendi çizdiği çerçevede yerine getirilmesi için Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetiyle hatırlatmada bulunmuştur.
Kur’an-ı Kerim’in bütününü incelediğimizde çok sayıdaki ayette ‘dosdoğru’ ifadesinin geçtiğini görürüz. Rabbimiz; söz konusu ayetlerin kimisinde dosdoğru olmanın gerekliliğine vurgu yapmış. Ayrıca kimi ayette dosdoğru olmanın şartlarını izah etmiş, kimi yerde dosdoğru olmanın kurtuluş ve saadete sebep olduğunu anlatmış, kimi yerde de dosdoğru olmaya davet etmiştir.
Bu ayetlerin içinde öyle bir ayet vardır ki, ihtiva ettiği ‘dosdoğru olma’ emrinin şiddetinden dolayı, Resul-i Ekrem Aleyhisselatu Vesselam’ın “Bu ayet beni ihtiyarlattı” demesine neden olmuştur.
“Sen, beraberindeki tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür” (Hud: 112)
Uyarı ve ikaz barındıran bu ayetteki hitap, Peygamber Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam’a yönelik olmakla beraber geneldir. Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın ashabı başta olmak üzere kıyamete kadar iman eden bütün mü’minleri kapsamaktadır. Peygamber Efendimizi ihtiyarlatacak derecede bir ihtar ve ikaz barındıran ayetteki hitabın şiddeti, mü’minlerin ve genel anlamda ümmetin Rabbimizin gösterdiği istikamet üzere olmalarını sağlamak içindir. Yani Rabbimiz; mü’min ve Müslümanların, O’nun gösterdiği gibi kulluk vazifelerini yerine getirmelerini, O’nun istediği şekilde emrettiklerini yapma ve nehy ettiklerinden uzaklaşmalarını, sağa-sola sapmadan tek ve doğru yol üzerinde yürümelerini istemektedir.
Önderimiz, Rehberimiz, Yol Göstericimiz olan Resulullah Aleyhisselatu Vesselam; Rabbimizin emirleri doğrultusunda dosdoğru olmanın gerekliliklerini eksiksiz ve mükemmel bir şekilde yerine getirmiştir. Kıyamete kadar mü’minler için takip ettiklerinde kurtuluşa erecekleri örnek bir kulluk ve hayat bırakmıştır.
Resul-i Ekrem Aleyhisselatu Vesselam’ın güzide ashabı, Rabbimizin emirlerini yerine getirmede Peygamber Efendimizi takip etmiş, böylece insanlığa numune–i imtisal bir saadet devri ortaya çıkmıştır. Bu sahabelerden “Hz. Ebubekir”, dosdoğru olmanın sorumluluğunu ve gerekliliğini yerine getirmek için “Ridde” fitnesinde irtidat edenlere karşı savaşmaktan çekinmemiştir. Namaz ve zekâtın arasını ayıranlara karşı İslam’ın ahkâmını uygulamada gevşek davranmamış, böylece Müslümanların ve İslam’ın gelecekteki selamet ve salâhı için kararlılığını sergilemiştir. Bu konuda itiraz edenlere karşı direnç gösterip İslam dinini dış tehlikelere karşı korumak için harekete geçmiştir. Yine o, içindeki iman, korku ve endişe ile acizleri korumuş, işlerini istişareyle yapmış, hak yolunda musibete uğrayanlara yardım etmiştir. Sahip olduğu imana rağmen, Hz. Peygamber ile birlikte iken yakaladığı manevi hali, ondan ayrı olduğu anlarda yakalayamaması nedeniyle münafık olduğu endişesine kapılmıştır. İşte bu iman, korku ve endişedir ki, Mirac mucizesinde müşriklerin provokatif tavırlarına karşın “Eğer o söylüyorsa, doğrudur” şeklinde gösterdiği bağlılık ve imanındaki sadakatten dolayı aldığı ‘Sıddık’ sıfatına layık olduğunu defalarca ispatlamıştır.
Bu iman, korku, endişe ve düşünce Hz. Ömer’e hak ile batılı ayıran anlamındaki ‘Faruk’ sıfatını kazandırmış, onu insanlığa örnek adil bir idareci yapmıştır. O, üzerindeki vazifenin bilincinde bir halife olarak “Dicle kıyısında bir koyun helak olsa, Allah bunu Ömer’den sorar diye korkarım” diyecek kadar hassaslaştırmıştır. Bu hassasiyetinden dolayı tebdil-i kıyafet yaparak insanların vaziyet ve durumlarını takip etmiş, görevlendirdiği valilerini halka karşı adil olmaları yönünde sürekli uyarmıştır. Küçük-büyük, köle-hür, kadın-erkek demeden kendisine Allah’ın herhangi bir emrini hatırlatanları övmüş, halifelik gururuna kapılmadan hemen emrin gereğini yerine getirmiştir. O, bazen Allah için pamuktan yumuşak, bazen de Allah için taştan sert olmuştur. Allah’a, O’nun Resulüne, Kur’an’a ve Sünnete tavizsiz bağlılığı sayesinde onun döneminde büyük fetihler yapılmış, İslam’ın nuru uzak memleketlere yayılmıştır. Bizans ve Sasani gibi dönemin iki süper gücü, İslam orduları karşısında aciz kalmış; tevhid inancı karanlıkları aydınlatmıştır. İslam’ın adalet ve iyilik ölçüleri, insanların gönüllerini fethederek fevc fevc İslam’ı kabullenmelerine sebep olmuştur. İşte Hz. Ömer bunu gerçekleştirmek için uykusuz kalmış, bunun için gözyaşı dökmüştür.
Bu iman, korku, endişe ve düşünce Hz. Osman’ı meleklerin kendisinden hayâ ettiği bir dereceye yükseltmiştir. Onu iyilik, takva, hilm ve sıla-i rahimde sonradan gelenlere örnek kılan şey, Allah korkusu ve ahiret endişesiydi. Yüce Allah’tan korkusu, onu gece uykusundan alıkoymuş, gecelerini Kur’an, namaz ve zikirle geçirmesine neden olmuştur. Dünyaya ehemmiyet göstermeyip her zaman ahirete müteveccih olmuş, bu nedenle Tebük savaşı için on binlerce askeri tek başına teçhiz etmiştir. Kıtlık zamanında ticaret malına iki-üç kat daha fazla verildiği halde ehemmiyet göstermeyip Rabbinden karşılığını almak üzere mağdurlara dağıtmıştır. Tüm Medinelilerin ihtiyacını karşılayacak su kuyularını satın alıp insanların istifadesine sunmuştur. Bütün bu özelliklerinden dolayı “Üçüncü bir kızım olsaydı muhakkak ki seninle evlendirirdim” şeklindeki Peygamberi övgüye mazhar olmuştur.
Hz. Ali’yi; “Musa’ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez misin?” şeklinde bir iltifatla yüceltmiştir. Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’a “Ali’ye sıkıntı veren, bana sıkıntı vermiştir” sözünü söyleten, Hz. Ali’nin sadece onun amcası oğlu olmasından dolayı değildir. Bilakis Hz. Ali’nin her yerde, her zaman ve her konuda dosdoğru olma endişesini taşımasından ve hayatı boyunca dosdoğru olmasından dolayıdır.
‘‘Her ümmetin bir emini vardır, bu ümmetin emini Ebu Ubeyde b. Cerrah’tır” şeklindeki Peygamber hadisiyle ümmetin emini vasfına haiz olan Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı unutmayalım.
“Her peygamberin bir havarisi vardır, benim ki de Zübeyr’dir” gibi bir Peygamberî övgüye mazhar olan Zübeyr b. Avvam da o kıymetli yıldızlardandır.
Halifelik makamından feragat eden Abdurrahman b. Avf’ı da anlaım.
Cemel hadisesinde taraf olmayan ve “Bana iki gözü, dili ve iki dudağı olan ve şu kâfirdir, şu mü’mindir diyen bir kılıç getirilinceye kadar asla kimseyle savaşmam” diyerek fitneden uzak duran Sad b. Ebi Vakkas diğer bir değerlimizdir.
Daha nice isimler ve cennetle müjdelenen, Kur’an-ı Kerim ve Resul-i Ekrem Aleyhisselatu Vesselam tarafından övülen ashabı kiramın hepsi; dosdoğru olmanın gereklerine iman etmişler, bunun gereklerini yapma doğrultusunda gayret gösterip korku ve endişeye kapılmışlardır.
O halde mü’minler yaşamlarında, söylemlerinde, davetlerinde, ibadetlerinde, dostluk ve düşmanlıklarında, taraftarlık ve karşı çıkmalarında, mazluma yardım etme ve zalime karşı olmalarında, her yerde ve her zaman dosdoğru olmalıdırlar. Bunu yaparken aynı zamanda sorumluluklarını ve görevlerini dosdoğru bir şekilde tam olarak yerine getiremeyeceği veya eksik yapabileceği endişe ve korkusu içinde de olmalıdırlar. Dosdoğru olmak, mü’minlerin uymaları gereken bir sorumluluktur. Her mü’min bu sorumluluğu, kendi sorumluluk alanına göre; yani fert veya aile reisi olarak, bir köy imamı veya mahalle imamı olarak, bir dernek veya vakıf başkanı ya da idarecisi olarak, bir mürşid veya bir cemaat yöneticisi olarak Allah’a karşı, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’a karşı, insanlara karşı, mü’minlere karşı, aile, akraba ve sevdiklerine karşı eksiksiz bir şekilde yerine getirmelidir. Yamukluk yapmak, kıvırmak, etrafından dolanmak, es geçmek, üstten atlamak olamaz. Sorumluluk sahibi olan her mü’min; kime, neye ve kimlere karşı sorumlulukları varsa, dosdoğru olmalıdır.
Bütün bunların arasında, İslam’a hizmet yolunda olan bir yapı, oluşum, dernek, vakıf veya bir cemaat içinde sorumluluk sahibi olanlar ya da idarecilik yapanlar, herkesten daha çok dosdoğru olmalı ve dosdoğru olmanın gereklerini yerine getirmelidir. Bu anlamda sorumluluk ve yükümlülüklerini gereği üzere yerine getiremeyebileceği endişesi ve korkusu içinde olmalıdırlar. Bu endişe ve korku onların uykularını kaçırmalı, onları rahatsız etmeli, ihtiyarlatmalı ve herkes sıcak yataklarında uyurken, onlar bundan dolayı gözyaşı dökmelidirler ki, sorumluluklarının gereğini tam olarak yerine getirebilsinler. Sorumluluk ve idarecilik mevkiinde olanların ihmalleri, gafletleri, duyarsızlıkları, gevşeklikleri, sıradan bir ferde nazaran çok daha ağır sonuçlar doğuracağından Allah indinde hesabı da bu oranda ağır olacaktır. Çünkü onların en küçük bir hata ve ihmalleri, çok şeyin aksamasına ve bozulmasına sebep olabilmektedir.
Bu nedenle de sorumluluk ve idarecilik mevkiinde olan kardeşlere bazı tavsiyelerde bulunuyoruz:
Allah ve Resulü için, kendiniz için ve sorumluluklarını yaptığınız insanlar için;
–İbadet, zühd, ilim ve takvada en ileride olmaya çalışın. Çalışmalarınızla beraber, aile ve çocuklarınızla ilgilenecek bir zamanınız ve evinizde uygulayacağınız hem ameli, hem de kültürel programınız olsun. Asıl işlerinizden biri de bu olsun.
–İmkânların el verdiği ölçüde akrabalarınızla ilişkileriniz olsun. Sizinle muamelesi nasıl olursa olsun, mü’minlik vasfınızdan dolayı sıla-i rahimi yerine getirmek, mü’minlerin şefkat ve merhametini göstermek için akrabalarınızın dertlerine ortak olun, maddi ve manevi yönden yardıma ihtiyacı olanların ihtiyaçlarını gidermeye çalışın.
–Zan ve töhmet altında kalabileceğiniz, hatta şüpheleri üzerinize çekebileceğiniz iş ve davranışlardan kaçının.
–Hiçbir zaman ve hiçbir yerde idareci olduğunuzu unutmayın. Temsil ettiğiniz insanlara, temsil ettiğiniz davaya, hedeflediğiniz amaca en küçük bir halel getirecek davranışlardan sakının. Hissi, nefsi ve duygusal olmayın.
–Yapacaklarınız, söyleyecekleriniz, yaptıracaklarınız ve yazacaklarınız İslam dairesi içinde olsun ve İslamî dayanak, delil ve hüccetten yoksun olmasın.
–Her işinizi istişareyle yapın. İstişarede maksadın hâsıl olması için herkesin fikir ve düşüncesine, öneri ve tavsiyelerine değer verin. Mutlaka fikir ve düşüncenizin kabul edilmesi gerektiği anlayışına kapılmayın. İstişarede maksadın doğruyu yakalama hedefine ulaşma olduğunu bilerek istişare ahlakının tüm mensuplarınız arasında oturması için gerekli tavsiye ve çalışmaları yapın.
–Her işinizde, her faaliyet ve çalışmanızda programınızı oluşturun ve zamanınızı programlayın. İşleriniz için çalışma takviminiz olsun.
–Muhataplarınıza karşı halim-selim olun. Katı ve kırıcı, itici ve suçlayıcı olmayın. Kaynaşma ve safların oturması için sürekli duyarlılık içinde olun.
–Arkadaşlarınızı teker teker kabiliyet ve zaaflarıyla beraber tanıyın. İşleri icabı bazı kardeşlerinizle fazla içli-dışlı olsanız bile, aralarında ayrımcılık yapmayın. Bazı eksiklik, kusur ve hataları olsa bile, sizinle beraber olan ve birlikte hareket eden her kardeşiniz değerli ve kıymetlidir.
–Arkadaşlarınızdan gelecek her sıkıntı ve şikâyete karşı duyarlı olun. Hiçbir sıkıntı ve şikâyeti küçük, gereksiz ve önemsiz görmeyin. Sizin için küçük ve değersiz görünse bile; bir sıkıntı, problem ve şikâyet birini huzursuz ediyorsa, bu onun için ciddi ve büyük demektir. Bu nedenle size iletilen her sıkıntı, problem ve şikâyetin doğru ve olabilirliğinin hesabını yapın ve sorunun üzerinde durarak çözmeye çalışın.
–Tüm arkadaşlarınızın size sıkıntılarını, şikâyetlerini ve önerilerini ulaştırabilecekleri yollar olsun. Ulaşım yollarınız ve kanallarınız kapalı olmasın. Arkadaşlarınız onları sürekli takip ettiğinizi, onlardan haberdar olduğunuzu, dertleriyle ilgilendiğinizi, şikâyetlerini değerlendirdiğinizi, onları önemsediğinizi bilsinler ve bunun inancında olsunlar. İdareciler ve işlere vaziyet edenler arasında uyum olsa bile, alttan rahatsızlık sesleri geliyorsa, bu seslere kulak verin, nedenlerini ve niçinlerini araştırın, sorunların kaynağına inerek rahatsızlıkları mutlaka giderin ve arkadaşlarınızı rahatlatın.
–Görevi ihmal edenler veya yapının düzen ve intizamının gereğini yerine getirmeyenler için yaptırım ve müeyyideler düzenin devamı, disiplinin sağlanması ve programlara tam olarak uyumun sağlanması için bir seçenektir. Ancak asıl olan, yaptırım ve müeyyidelerden ziyade, göstereceğiniz idarecilik yeteneklerinizden, sergileyeceğiniz İslamî şahsiyetinizden, güzel ve yumuşak ahlakınızdan, samimiyet ve ihlâsınızdan etkilenerek bunun sağlanması, mensupların kendilerine gelmeleri ve bu sayede düzelip toparlanmalarıdır.
–Görev verme ve görev dağılımında adil olun. Kabiliyet, bilgi ve temayülün yanında, ihlâs ve takva yönleri de öncelikleriniz arasında olsun. Hiç kimseye kaldıramayacağı, altından kalkamayacağı, yeteneğini aşan, verildiği takdirde sıkıntıya girebileceği işleri yaptırmayın, görev vermeyin ve teklif etmeyin. Hatta özel bazı şahıs ve haller dışında re’sen görevlendirme yapmayın. Görevlendirmeler, isteğe bağlı ve fikir sorma şeklinde yapılsın.
–Bazen bazı işler, bazı işlerden evla olsa bile, çalışma alanlarınızdaki bütün işler gereklidir ve ehemmiyeti vardır. Takip edilmeyen sonuç ve neticesi istenmeyen her iş eksik kalır ve yeterli derecede verimli olmaz. İşe girişilirken hedeflenen ve hesabı yapılan netice elde edilemez hale gelir. Bu nedenle işlerinizi yapmada ve takip etmede gevşeklik ve zaaf göstermeyin. İşlerin takibini yapmada azimli ve kararlı olun, sonra da sabredin ve Allah’a dayanın.
Görev verilir, ama havale edilmez. “Nasıl olsa verilen iş olacak, görevlendirilen arkadaşlar bu işi yapacaklar, çok uğraşılmasa bile olacak” gibi düşünce ve anlayışlar hiç olmasın.
–Yapılan ve yapılması istenen her iş ve görevlendirmenin teferruatını düşünüp programını yapmalı, sadece içinde bulunulan anın değil, gelecekteki yansımalarının da fayda ve zararının hesabını yapmalısınız. Çözümleriniz uygulanabilen, yapılabilen, uzaklaştırıcı değil yakınlaştırıcı olmalı, fıtrata ve hayatın gerçeklerine mutabık olmalıdır.
–Faaliyetlerinizin önünü açmak, tıkanıklıkları gidermek, atılımlarda bulunmak ve yeni alanlar açmak için özel çalışma ve programlarınız olsun.
–Okumaya teşvik edici olun ve kariyer sahibi, kendi alanlarında uzman olabilecek insanlar yetiştirme programları yapın.
–Toplumun sorunlarına ve beklentilerine karşı duyarlı olun.
–İnsanlar arası ilişkilerde hak–hukuk noktasında adil olun. Toplum içinde güvenilir, itimat edilir bir şahsiyet olun ve mensuplarınızın tamamının bu vasıflarda olması için gayret gösterin.
–Maddi durumunuz iyi olsa bile, yaşantınızda ve evinizde, yiyecek ve giyeceklerinizde insanların gözüne gelebilecek, kafalarda şüphe uyandırabilecek şekilde lüks ve israfa dayalı harcamalardan kaçının.
–Vermede, almada, toplamada ve dağıtımda adil olun.
–Mali konularda yapılacak harcamaların çizelgesini tutarak gelir–giderlerinizi kayıt altına alın. İhtiyacı olanlara yapacağınız taksimatın adalet ölçülerine uygun olmasına dikkat edin.
–Maddi konularda şeffaf olun. Bu konuda ithamlara zemin hazırlayacak ve töhmet altında kalmanıza sebep olabilecek her şeyden kaçının. Çünkü bu yönden gelen itham, zan ve suçlamaların izalesi kolay olmuyor.
–Söylem ve açıklamalarınızda, yazılarınızda net ve açık olun. İzahatlarınız, açıklamalarınız, söylem ve yazılarınız her tarafa çekilebilecek ifadeler barındırmasın.
–Art niyetlilerden gafil olmayın. Şeytan ve dostlarının hilelerine karşı uyanık olun ve oyunlarını ferasetinizle boşa çıkarın. Hiçbir zaman rehavete kapılmayın.
Cenab–ı Allah bizleri Allah’a ve Resulü’ne karşı, mü’minlere karşı, İslam davasına karşı ve bu mübarek davayı birlikte omuzlayan dava kardeşlerine karşı dosdoğru olanlardan eylesin, dosdoğru olmanın gereklerine yerine getirme endişesi içinde yaşatsın. Âmin!
Allah’a emanet olun.
Başyazı
Başyazı