Kur'ân-ı Kerim'de mustaz'aflar, müstekbirlerin istiz'af ettiği, zayıf gördüğü, zayıf bulduğu, zaafa uğrattığı, hor ve zelil kıldığı kimselerdir.
Kur'an-ı Kerim, müstaz'af kavramıyla tanımladığı toplulukların bir kısmını övmüş, bir kısmını mazur görmüş, bir kısmını da şiddetle tenkit etmiştir.
Övülen mustaz’aflar[1] fiziksel mustaz’aflardır. Mazur görülenler[2] çocuklar, kadınlar ve yaşlılar… Şiddet ile tenkit edilenler[3] ise fikirsel mustaz’aflardır.
Fikirsel müstaz'aflar aslında mustaz’af değillerdir. Sadece kendilerini sorumluluktan kurtarmak, gayretsiz olduklarını perdelemek için böyle görünmeyi, bilinçli olarak tercih eden bilinçsizlerdir. Müstekbirlerin zulüm ve haksızlıklarına karşı ses çıkarmayan mustaz’aflar… Boyun eğen, mazur gören, “Biz ne yapabiliriz ki?” perdesinin arkasına saklanan gereksiz, gayretsiz, pasif ilgililer. Kendilerine karşı veya başkalarına karşı yapılan kötülüklere, eziyet ve zulümlere sadece seyirci kalan mustaz’aflardır bunlar. Bunların fikir ve düşünce dünyası tamamen işgal edilmiştir. Maddi çıkar, konfor ve rehavet yüzünden gerçek mustaz’aflara yapılan istibdat ve zulümlere peşinen razı olurlar. "Başka çıkar yolumuz yoktu." Hezeyanıyla kendilerini kandıran kandırılmışlardır bunlar.
Hatta zalim ve müstekbirler kendilerinden güçlü olmadıkları halde, düşünce dünyaları işgal altında olduklarından düşmanı sürekli çok güçlü, daha güçlü, yenilmez, erişilmez görürler. Kapıldıkları bu güçsüzlük vehmini ölümüne savunurlar da bir türlü haklarını savunmak akıllarına gelmez. Çünkü bunlar akletmezler, düşünmezler, fikir üretemezler...
Fikirsel mustaz’af zihinleri, bilinçleri, düşünceleri işgal edilmişlerdir. Bu işgalden kurtulamamış hiçbir mustaz’af vatanını, halkını işgalden kurtarmak için harekete geçemez. Bu uğurda harekete geçen gerçek mustaz’afları da anlayamaz. Bu yüzden Kur'an-ı Kerim fikirsel mustaz’afları şiddet ile tenkid eder ve onlar için cehennem azabının olduğunu bildirir.
İslam, hür ve adil bir toplum için hür ve adil düşüncenin elzem olduğunu deklare eder. Hürriyet ve adalete eriştiren yol, evvela fikir ve bilincin işgalden kurtarılmasıyla başlar. Birey fikirsel mustaz’aflıktan kurtulmadan fiziksel mustaz’aflıktan kurtulamaz.
Fikirsel mustaz’aflar, düşünmek ve muhakeme etmek ile fiziksel mustaz’af olmaya, fiziksel mustaz’aflar ise direniş ve mücadele etmek ile zayıf ve tutsaklıktan kurtulmaya başlar.
7 Ekimde başlayan Aksa Tufanı’nın en büyük kazanımı yeryüzünde bulunan fikirsel mustaz’afların tamamını düşünmeye ve muhakeme etmeye sevk etmesidir. Evet, Aksa Tufanı fikirsel işgalin bitişi olmuştur. İnşallah fiziksel işgalin de bitişini muştulayacaktır.
Aylardır Gazze’de işlenen kan dondurucu soykırımı kim durdurabilir?
Eğer cevabın ABD ve minvalleri ise bil ki fikirsel işgal altındasın. Fikirsel mustaz’afsın. Zalime bel bağlamak, müstekbirlerden eman dilenmek fikirsel işgalin en belirgin özelliğidir. Eğer zalim zulmüne ara vermiş ise bu daha büyük zulümler işleyebilmek içindir. Yoksa hiçbir dönem mazlum, zalimin umurunda olmamıştır.
Seküler sistemlerin işgalinden kurtulmuş veya hiç bir zaman işgal edilememiş fikirler bilirler ki bu vahşet ve soykırımı, fiili dua olan direniş ve mücadeleden başkası durdurmayacaktır. Caninin canını yakmadıkça cinayetlerini durduramazsın.
Direniş ve mücadele tüm despot ve müstekbirlerin de sonunu getirecek tek etkendir. Rabbim direniş ve mücadele ruhunu, özgürlük aşığı tüm halkların kalbine yerleştirsin.
Dünyanın maddi ve zahiri kirlerinden arınmış her düşünce bu vahşet dolu ayları özgürlüğe, kurtuluşa giden acı dolu badireler olarak okur.
“Hâyır bildiğimizde şer, şer bildiğimizde hâyır olabilir.” ferman-ı azim ile bu hakikati görür, bilir. Olmadı hisseder.
“Biz istiyorduk ki, yeryüzünde zaif bırakılmış kimselere/ mustazaflara iyilik edelim, onları varisler kılalım. Onları yeryüzünde iktidara getirelim. Firavun’a, Haman’a ve onların ordularına onlardan sakındıkları şeyi gösterelim.” (Kasas, 5–6)
İmanî bilinç ve İslamî inanç sistemini idrak eden zayıf bırakılmışlar... Fiziki ve zahiri manada ezilen, hor görülen, dışlanan, eziyet ve zulme maruz kalanlar...
Madden eksik, güçsüz ancak manen kadim kemale ermiş mustaz’af direnişçiler...
Zalime başkaldırmış, zulme karşı dirençle direnen, hakkı ve adaleti muhafaza için serdengeçen, övülen gerçek mustaz’aflar...
Evet, bunlardır gelenler, geleceğe hükmedecek cengaverler...
Ehli ferasetin net olarak fark ettiği, diğerlerinin ise ihtimal olarak gördüğü gerçek işte budur. Bakın, kalkın, hazırlanın mustaz’aflar geliyor.
Rabbi Rahman muştulamış. Onlara iyilik edecek, onları varis kılacak... Evet evet, onları yeryüzüne hâkim kılacak. Yeryüzü onlarla hürriyet ve adalete ulaşacak.
İktidarı elinde tutan asıl muktedirler mustaz’aflar olacaktır. Çağın modern Firavunları ve satılmış, medeni Hamanları sakınadurdukları sonu işte bu mustaz’afların eliyle görecekler. Tahtları başlarına devşirilecek ve topyekûn yok olup gidecekler..
Çağımın en çetin dönüm noktasından geçiyor dünyamız. Yüzyıllardır despot yönetimlerini dünya halklarına yutturmayı başarmış müstekbirler, mustaz’afların şanlı direnişleriyle maval okumalarını bıraktılar. Gizledikleri vicdansızlıklarını dışa vurma mecburiyetinde kaldılar.
Uyutmak için her dilde okudukları ninniler, kâbusları oldu. İnsansız insan hakları, adavet yüklü adalet divanları, yalancı yardım kuruluşları, hastalık yayan sağlık örgütleri, savaş yüklü barış naraları, katilden yana maktule yardımları artık herkesçe bilinir oldu.
Dost ile düşmanı ayırt etme bilinci, acınası çağımın furkanıdır. Bu furkandır mustaz’afların geleceğini haykıran, aydınlatan direniş güneşi…
Bu güneş sayesinde ayırt edecek, ayrıştıracak, anlayacak, kavrayacak artık tüm halklar.
Siyasi emellere kurban edilen nice canlar tekrardan can bulacak, mazlumun sırtında yükselen şanlar yerle yeksan olacak, fakirin, mazlumun, mustaz’afın alın teriyle şahlanan kapital putlar yıkılıp yok olacak.
Bilenler bildiklerini ilan edemese de bilmeyenin kalmadığı bu hakikat 7 Ekimde, çağımın orta yerine düşüverdi. Artık inkâr edilemez ve perdelenemez boyutlara erişti.
Batı batık değerlerinin neticesinde batmaya, doğu kadim değerlerinin neticesinde doğmaya başladı. Evet, batı batıyor, doğu doğuyor biiznillah. Çünkü aydınlık, karanlığın yok olmasıyla olur. Karanlık da aydınlığın... İkisi bir arada olamaz.
Bakın mustaz’aflar geliyor!
Az kaldı.
Tüm dünyaya mustaz’afların güneşi doğacak ve artık yok olacak müstekbirlerin karanlık gecesi...
Bu bir kaide-yi ilahidir. Zalimler istemese de sözde İslam ülkeleri seyretse de fikirsel mustaz’aflar hareketsizliklerine kırk bahane sıralasa da bu kaide değişmeyecektir.
Böyle olmasını O (Celle Celaluhu) istiyor. O (Celle Celaluhu) olmasını istediğin de "Ol der", o da oluverir.
[1] "İstiz'af edilmekte olan o kavmi içini bereketlerle donattığımız yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. … (A'raf, 137)
"O zamanı hatırlayın ki, siz yeryüzünde azınlık ve müstaz'aflardınız. İnsanların sizi tutup kapmasından korkuyordunuz da Allah (c.c.) sizi barındırdı, yardımıyla kuvvetlendirdi. Sizi en temiz ve güzel şeylerle rızıklandırdı. Ta ki şükredesiniz." (Enfâl, 26).
[2] "Ancak, erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan bir yol bulamayan müstaz'aflar müstesnadır. Bunlar Allah'ın kendilerini affetmesi umulanlardır. Doğrusu Allah affedendir, bağışlayandır." (Nisa, 98-99).
[3] "İnkâr edenler; 'Bu Kur'an'a ve bundan öncekilere inanmayacağız.' dediler. Sen bu zulümleri Rablerinin huzurunda dikilmiş oldukları zaman suçu birbirlerine atıp dururken bir görsen. Müstaz'aflar, müstekbirlere; 'Siz olmasaydınız biz inanmış olacaktık.' derler. Müstekbirler, müstaz'aflara; 'Size hidayet geldikten sonra ondan sizi biz mi alıkoyduk? Hayır, siz zaten suçlu kimselerdiniz.' dediler. Müstaz'aflar da müstekbirlere; 'Hayır, gece gündüz hile kuruyor ve bize Allah'ı inkâr etmemizi, O'na eşler koşmamızı emrediyordunuz.' derler. Azabı gördüklerinde, ettiklerine içleri yanar. İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar vururuz. Yaptıklarından başka bir şeyin mi cezasını çekerler?" (Sebe, 31-33).