Biraz sonra okuyacağımız yazı Üstadın 1930 yılında Barlada iken telif ettiği bir yazıdır. Vefatının 56. Yıldönümü münasebetiyle o konuşsun, sohbet etsin istedim. Vandan alınan Üstad, önce İstanbula, burada birkaç gün sorgulandıktan sonra Burdura, daha sonra Isparta merkezine ve buradan da sekiz buçuk yıl kadar kalacağı Barla beldesine sürgün edilir.
Muhammed Şakir
Biraz sonra okuyacağımız yazı Üstad’ın 1930 yılında Barla’da iken telif ettiği bir yazıdır. Vefatının 56. Yıldönümü münasebetiyle o konuşsun, sohbet etsin istedim. Van’dan alınan Üstad, önce İstanbul’a, burada birkaç gün sorgulandıktan sonra Burdur’a, daha sonra Isparta merkezine ve buradan da sekiz buçuk yıl kadar kalacağı Barla beldesine sürgün edilir. Bu yıllar despot İslam düşmanlarının İslam’a ve Müslümanlara hücum ettikleri şiddetli ve zorlu yıllardı. Şiddet ve saldırı halkın imanına, İslam’ına ve mukaddes değerlerinedir. Laik rejim bütün unsurlarıyla Müslümanların maneviyatını hedef tahtasına koyar ve onu zayıflatmaya, yok etmeye çalışır. İslam düşmanlarının bu saldırılarına karşı duran ve direnen İslami şahsiyetlerden biri de Üstad’dır. Barla’da başlattığı tahkiki iman davası ile Müslümanların imanlarını takviye etmeye ve onları tek bir cemaat olmaya davet eder. Yazı, Müslümanların dikkatini dünyadan ahiret çalışmalarına yönlendiren bir yazıdır. Üstad’a Allah (cc) rahmet etsin, cennetlerinin en güzelinde ağırlasın derken, sizinle yazıya ya da Üstad’ın manevi sohbetine kulak verelim diyerek buyur diyorum:
1
“Görüyorum ki, şu dünya hayatında bahtiyar odur ki, dünyayı bir misafirhane-i askeri telakki etsin ve öyle de iz’an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telakki ile en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına, daimi bir elmasın fiyatını vermez, istikamet ve lezzetle hayatını geçirir.”
2
“Evet, dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Baki umur-i uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hakeza şiddetli hissiyatlar, umur-i uhreviyeyi (ahiret işlerini, mükâfatlarını…) kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fani umur-i dünyeviyeye tevcih etmek, fani ve kırılacak şişelere baki elmas fiyatlarını vermek demektir.”
3
“Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş, söyleyeceğim. Şöyle ki: (Mesela) aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fani mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimi bir azap ve elemde bırakır veyahut o mecâzi mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, baki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecâzi aşk-ı hakikiye inkilab eder.
İşte insanda binlerle hissiyat var. Her birisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: biri mecâzi, biri hakiki…”
4
“Mesela, endişe-i istikbal hissi herkeste var. Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit, bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Ayrıca rızk cihetinde bir taahhüd (garanti) altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakiki ve uzun ve gafiller hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.
5
“Mesela, mala ve câh(itibar, makam, mevki…)’a karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fani mal ve afetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakiki câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı ahirete ve hakiki mal olan a’mal-ı salihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecâzi ise, ali bir haslet olan hırs-ı hakikiyeye inkilab eder.
6
“Hem mesela, şiddetli bir inat ile ehemmiyetsiz, zail, fani umurlara karşı hissiyatını sarf eder. Bakar ki bir dakika inada değmeyen bir şeye bir sene inat ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şeye, inat namına sebat eder. Bakar ki bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate münafidir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-i zaileye vermeyip, âli ve baki olan hakaik-i imaniyeye sarf eder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazi, güzel ve âli bir haslet olan hakiki inada, yani hakta şiddetli sebata inkılap eder.
7
“İşte, şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedi kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna (işlerine) ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamideye menşe, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.
* Dokuzuncu Mektub’un üçüncü kısmından
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi - Mart 2016 (138. Sayı)
1
“Görüyorum ki, şu dünya hayatında bahtiyar odur ki, dünyayı bir misafirhane-i askeri telakki etsin ve öyle de iz’an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telakki ile en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına, daimi bir elmasın fiyatını vermez, istikamet ve lezzetle hayatını geçirir.”
2
“Evet, dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Baki umur-i uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hakeza şiddetli hissiyatlar, umur-i uhreviyeyi (ahiret işlerini, mükâfatlarını…) kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fani umur-i dünyeviyeye tevcih etmek, fani ve kırılacak şişelere baki elmas fiyatlarını vermek demektir.”
3
“Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş, söyleyeceğim. Şöyle ki: (Mesela) aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fani mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimi bir azap ve elemde bırakır veyahut o mecâzi mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, baki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecâzi aşk-ı hakikiye inkilab eder.
İşte insanda binlerle hissiyat var. Her birisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: biri mecâzi, biri hakiki…”
4
“Mesela, endişe-i istikbal hissi herkeste var. Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit, bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Ayrıca rızk cihetinde bir taahhüd (garanti) altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakiki ve uzun ve gafiller hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.
5
“Mesela, mala ve câh(itibar, makam, mevki…)’a karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fani mal ve afetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakiki câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı ahirete ve hakiki mal olan a’mal-ı salihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecâzi ise, ali bir haslet olan hırs-ı hakikiyeye inkilab eder.
6
“Hem mesela, şiddetli bir inat ile ehemmiyetsiz, zail, fani umurlara karşı hissiyatını sarf eder. Bakar ki bir dakika inada değmeyen bir şeye bir sene inat ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şeye, inat namına sebat eder. Bakar ki bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate münafidir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-i zaileye vermeyip, âli ve baki olan hakaik-i imaniyeye sarf eder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazi, güzel ve âli bir haslet olan hakiki inada, yani hakta şiddetli sebata inkılap eder.
7
“İşte, şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedi kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna (işlerine) ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamideye menşe, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.
* Dokuzuncu Mektub’un üçüncü kısmından
Muhammed Şakir / İnzar Dergisi - Mart 2016 (138. Sayı)
Muhammed Şakir