[audio mp3="https://inzardergisi.com/wp-content/uploads/2022/11/MEHMET-ZIYA-GUMUS-yunus-akbay.mp3"][/audio]
İslam kültür mirasından biz Müslümanlara miras olarak kalan ve daha dokunamadığımız, bilmediğimiz, tanımadığımız, gün yüzüne çıkarmadığımız saklı nice hazinelerimiz, kahramanlarımız vardır. Biz onları tanımadık, tanıyamayınca da sonraki nesillere anlatamadık/aktaramadık.
Bu mirasımız, bu kahramanlarımız tarihin tozlu sayfalarında kalır oldular. Bizler bu şekilde görevimizi ihmal edince şeytan ve dostları tarihin kirli sayfalarından kendi kirli kahramanlarını cilalayarak, bize miraslarını pazarladılar. Bizler de ne yazık ki gaflete dalarak bunlara sahip çıktık.
Bu yazımızda sizin gibi ismini ilk kez duyduğum tabiinden Ata el-Basrî’den bahsedeceğiz. Öyle ki takvim yapraklarında da ismine rast gelmediğimizi söyleyebiliriz.
“Ya Rabbi! Sen biliyorsun ki ben senden korkuyorum. Beni kızacağın her türlü günahtan uzaklaştır. Seni razı etmeyen/etmeyecek her iş ile arama engeller koy” duası günlük virdlerindendi Ata el-Basrî’nin.
Allah korkusunun her yönüyle hayatına yansıdığı Ata el-Basrî’nin eşi bir gün:
“Ey Ata! Sen namazlarına riayet ediyorsun, gece gündüz ona yalvarıp yakarıyorsun, ibadetlerini kusursuz yapmaya çalışıyorsun. Şu biraz da aşırıya kaçan Allah korkusu da ne ola ki!” dediğinde O:
“Allah’tan nasıl korkmayayım ki? Bir gün onunla karşılaşacağımı ve yaptıklarımdan dolayı beni hesaba çekeceğini biliyorum. O gün herhangi bir özrün ve yalvarmanın bana fayda vermeyeceğini de biliyorum. Nasıl korkmayayım!”
Ata el-Basrî orijinal, darbe almamış, boyasızdı. Vahyin damarlarında gezindiği bir Müslümandı. Bir yerde bir Müslümanın hastalandığını duyadursun mutlaka “Bu sevabı kaçırmayayım” mantığıyla onu ziyaret için yola koyulurdu.
Çarşıda yürürken adeta dili otomatik olarak Allah’ı zikrederdi. Dili her zaman zikir ile ıslaktı. Bir gün çarşıda yürürken bir dilenci ondan bir şeyler istedi:
“Vallahi sana verebileceğim hiçbir şeyim yok. Olsaydı sana verirdim.” dedi.
Dilencinin yanında ayrılırken içinden “Acaba sana verebileceğim bir şeyim yok diyerek bu dilenciyi üzdüm mü?” diye içinden geçirdikten sonra hemen adama koştu:
“Seni üzmüş olabilirim, hakkını bana helal et.” dedi. Adam:
“Hayır beni üzmedin, aksine benimle gayet kibarca konuştun. Göründüğü kadarıyla da hiçbir şeyin yok. Meteliğe kurşun sıkan bir halin var zaten.” dedi. Ata el-Basrî:
“Sana hiçbir şeyim yok demiştim. Hayır, var. Al şu paltomu ister giy ister sat ve parasıyla kendine bir şeyler al.” dedikten sonra abasını çıkarıp dilenci adama verdi.
Adam neredeyse küçük dilini yutacaktı:
“Bu derece mi Allah’tan korkuyorsun. Oysaki ben yan gelip yatarak, gelip geçenlerden bir şeyler dileniyorum. Bana çok iyi bir ders verdin. Dersimi aldım, kıyafetlerine de ihtiyacım yok.” demekten kendini alamadı. Ata el-Basrî:
“Almak zorundasın. Ben bunu sana sadaka olarak verdim ve Allah için sadaka olarak verdiğimi de geri alacak değilim.” diyerek abasını adamın eline tutuşturdu. Tüketici olan dilenci, Ata el-Basrî’nin bu hareketinden sonra üretici olmaya başladı.
Bazen öyle durumları oluyordu ki etrafındakiler onun bu durumlarını garipsiyor, aşırı buluyorlardı. Ancak daha sonra bu davranışlarının tüm Müslümanlarca yapılması ve hayatının akışındaki olması gereken olağan haller olduğunu anlıyorlardı. Yani durum normaldi.
Yine bir gün bir hasta ziyaretine gider. Ziyaret ettiği hasta acıdan kıvranıyor:
“Artık bu acılara sabredemiyorum.” diyordu. Ata el-Basrî ona dua ettikten sonra: “Vallahi çektiklerin senin için hayırlıdır.”
Acılar içinde kıvranan adamın tepesi attı:
“Malik li min xerabû ye, anam ağladı. Hayır bunun neresinde! Bunun neresi benim için hayırlı?” Ata el-Basrî:
“Değerli kardeşim! Müslümanın her işi hayırdır. Allah acılarının devam ettiği her an günahlarını bağışlar.
Adam böyle bir şeyi ilk kez duymuş, şaşırmıştı. Ata el-Basrî:
“Eğer sabreder ve Allah’ın hükmüne razı olursan sabrın ölçüsünde ecir ve güzelliklere nail olursun.” diye başlayarak ona biraz nasihat etti.
Hasta adam, Ata el-Basrî’nin kendisine söylediklerinden etkilenmişti:
“İnan ki başta söylediklerine şaşırmıştım, ama şimdi acılarımın azaldığını hissediyorum. Günahlarımızın silinmesine sevaplarımızın artmasına çok ihtiyacımız var. Söylediklerin tahammül gücümü arttırdı. Söylediklerin bana güç verdi. Kendimi şimdi daha iyi hissediyorum.” dedi. Ziyaretçi Ata el-Basrî hastaya doktor, yarasına merhem olmuştu. Hastaya biraz daha nasihatlerde bulunduktan sonra yanından ayrıldı.
Ata el-Basri her zaman ve her yerde Allah’tan korkardı. Allah’ın sevmediğini bildiği ve düşündüğü her şeyden uzaklaşırdı.
Günlerden bir gün Ata el-Basrî, bir evin yanından geçerken bir karı-koca tartışmasını istemeyerek de olsa duyar. Tecessüs ettiği zehabına kapılır ve “Allah biliyor ki bunu bilerek yapmadım, yine de onlardan helallik dilemem gerekir.” diyerek kapılarını çalar. Kapıyı açan adama:
“Beni tanımadığını biliyorum, ben senden helallik dilemek için kapını çaldım.” dedi kapıyı açan adama. Daha sinirleri yatışmamış adam:
“Mademki beni tanımıyorsun, öyleyse benden ne diye helallik dileyeceksin?”
“Az önce aranızda geçen her şeyi duydum” dedi mahcup bir şekilde Ata el-Basrî. Adam:
“Sadece bizi duyduğun için mi benden helallik diliyorsun.” diyerek hayretini gizleyemedi. Ata el-Basrî:
“Evet, Allah ayeti kerimenin delaletiyle bizi birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmaktan men etmiş.” (Hucurat, 12)
Ata el-Basrî’den duyduğu bu hakikat adamın gönlünü aydınlattı:
“Sen kasıtsız yaptığın bir işten dolayı Allah’ın seni hesaba çekmesinden korkuyorsun da ben eşime ve çocuklarıma yaptıklarımdan hesaba çekilmekten korkmuyorum. Seni affettim, Allah’ın da aileme karşı yaptıklarımdan dolayı beni affetmesini diliyorum.” dedi. Ata el-Basrî:
“Allah her şeye muttalidir, işlerimizi gözetleyendir. Devamlı ona yönel. O tevbeleri kabul edendir.” diye nasihat ettikten sonra yoluna devam etti. Adam ailesine çok hayırlı bir koca oldu.
Dünya işleri onun önceliği değildi. Dünya onun kafasını hiç meşgul etmezdi. Radar gibi o, ahiret hayatına/öbür dünyaya yani hedefe kilitlenmişti. Nasihate ihtiyacı olduğunu düşündüğü herkese nasihat eder, İslam’ın ilkelerini onlara hatırlatırdı.
Yine çarşıda bir satıcının müşterileri aldattığına şahit olur. Satıcı:
“Basra’nın baş kadısına da gitseniz, bu malları benden aldığınızı ispat edemezsiniz.” diyerek havalı konuşuyordu. Ata el-Basrî ona yaklaşarak:
“Peki ya Kadıların Kadısına/Kâinatın Melikine gitseler de mi?” diyerek olaya müdahil oldu. Satıcıya dönerek:
“Bir gün onun huzuruna çıkıp hesap vereceğini hesaba katmıyor musun? Yaptığın her şeyden hesaba çekileceksin. Eğer Basra’nın kadısı yaptığın hileleri ispatlayamazsa bil ki Kadıların Kadısının şahitleri çoktur. (Nur, 24) Ellerin, ayakların bile aleyhinde şahitlik edecektir.” (Fusilet, 21)
Adam gözyaşları içinde:
“Aman Allah’ım! 3-5 kuruşluk dünya kazancı için ahiret kaybımı unutmuşum.” diyerek müşterilerinin ayıplı mallarını geri aldı. Tevbe etti. Örnek bir tüccar oldu.
Ata el-Basrî’nin hayatından şunu net olarak anlıyoruz ki, biz doğru ve dürüst olur, istikameti şaşmazsak toplum da düzelirdi. Biz kendimizi değiştirince bize bakanlar da değişiyordu. Yanlış belasını buluyordu. Bize bakıp halini düzeltenler var mı sorusunun cevabını almazsak bile kendimize sormalıyız. Bize bakıp da şarampole yuvarlanan varsa eğer vay halimize…
inzar
inzar