Müslüman için hâl, Allah’ı sevmek; gaye, Allah tarafından sevilmek; Allah’ın sevgili kulları arasında yer almaktır.
Allah’ı sevmek, her mü’minin hâlidir. Allah tarafından sevilmek ise her mü’minin idealidir.
Allah’a karşı ilk vazifemiz, O’na iman etmek ve O’na ortak koşmamaktır. Allah’ı sevmek, Allah’a iman etmekle başlar. Allah tarafından sevilme idealinin peşinden gitmek ise ömür boyu devam eder.
İnsan, iman edince Allah’ı sevmeye başlamıştır. İnsan, imanında sadakatini ortaya koyunca Allah tarafından sevilmiştir.
İnsanlar, sıklıkla birbirlerine “Allah’ın seversen…” diye söylerler. Bu söz, Allah’a iman ediyorsan ile birdir, onunla aynı manayı taşır.
“Allah’ı sevmek” öyle bir kuru söz değildir. İspat gerektirir.
Acaba insanın Allah’ı sevdiğinin ölçüsü nedir? Neye bakarak kişinin Allah’ı sevip sevmediğini anlayacağız.
Bunun cevabını bize Yüce Allah’ın Kitabı bildiriyor:
“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân, 31)
Ayet-i Kerime açık ve nettir. “Allah’ı seviyorum” diyenin sözüne sadakatinin ölçüsü, Hz. Peygamberin Sünnetine tabi olması kadardır.
Müslüman için dava, siretini Siyer’e uydurmaktır. Siret, kişinin hayat öyküsüdür. Siyer, Hz. Muhammed Mustafa Salallahü aleyhi vesellem’in hayatıdır.
O, Allah’ı sevmiş ve Allah’a karşı vazifesini hakkıyla yerine getirmiştir. Allah da O’nu sevmiş ve iman ehline sevdirmiştir.
Ebu Hureyre radiyallahü anh rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allahu Teala bir kulunu sevdiği vakit Cabrail’e: Allah filanı seviyor, onu sen de sev, diye emreder. Cebrail aleyhisselam da onu sever ve gök ehline, Allah filanı seviyor siz de onu sevin, diye seslenir. Bunun üzerine göktekiler o kimseyi severler, sonra da yeryüzünde onun sevgisi kalplere yerleşir.”
Allah, Hz. Muhammed Mustafa Salallahü aleyhi vesellem’i sevmiş, Cebrail de Onu sevmiş, gök ehli Onu sevmiş ve yeryüzünde Onun sevgisi kalplere yerleşmiştir. Allah’ı seven, Ona tabi olur. Ona tabi olan Allah tarafından sevilir. Ona tabi olan, Allah’a karşı vazifelerini yerine getirir. Allah’a karşı vazifelerini yerine getireni, Allah sever. İşte bu sevme ile başlayan yolculuk, sevilme ile hedefine ulaşır ve o hedef üzere son nefese kadar devam eder.
Hz. Peygamberin önde gelen iki hâli iman etmek ve emin olmaktır. Onun emniyeti imanından gelir. İmanı Allah’adır. O iman, kullara karşı emniyet olarak tezahür etmiştir. Zira Onun emniyeti ihsandandır. İhsan ise Cibril Hadis’inde ifade edildiği üzere kişinin Allah’ı görüyormuşçasına O’na kulluk etmesidir.
Onun imanı, filozofların imanına benzemez. Zira filozof, Allah’a iman eder ama kendi yolunu kendi çizmeye çalışır. Halbuki Hz. Peygamber, Allah’a iman eder ve yolunu O’ndan öğrenir. Filozofun imanı kuru bir sözdür. Hz. Peygamberin imanı ise ihlasla yapılan salih amelle şekillenmiş bir hayattır.
Hz. Peygamberin emniyeti, iman ehli olmayanların kullara karşı doğru sözlü olmasına benzemez. Onların doğru sözlülüğü ya bir alışkanlıktır ya da bir çıkar karşılığıdır hatta en karşılıksız olanı bile başkalarından doğru sözlü olmasını bekleyerek doğru söze yönelir.
Halbuki Hz. Peygamberin kullara karşı doğru sözlülüğü dahi Allah içindir. O, doğru sözlülüğü ile insanlardan takdir beklemez. Aksine insanlardan düşmanlık görse de onlara karşı doğru sözlülüğüne, emniyetine halel getirmez.
Mü’min, Hz. Peygamber gibi iman edip Onun gibi emin olma gayesinde olan kişidir. Onun imanı Allah’adır ve emniyeti Allah içindir.
Mü’min Allah’ın sevgisini yitirmekten ürker. O’nun sevgisini yitirmek, buğzuna yaklaşmaktır. Buğzuna yaklaşmanın neticesi azaptır.
Allah’ın sevgisini yitirmek, Hz. Peygamberin Sünnetinden uzaklaşmaktır, kişinin sireti ile Onun Siyeri arasındaki makasın açılmasıdır.
Hayatını bunu bilerek ve bu endişeyle ayarlamak takvadır. Mü’min, takva ehli olmayı gaye edinir ve o yol üzere yaşar. Bunu O’ndan isteyen Rabbidir.
“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkunuz ve ancak Müslümanlar olarak can veriniz!” (Âl-i İmrân, 102)
“Eğer müminseniz Allah’tan korkun!” (Maide, 57)
FARZLARA İCABET HARAMLARDAN SAKINMA
Allah’tan korkan, O’nun emirlerine icabet eder. O emirlerin bir kısmı farz ibadetler şeklindedir. Bir kısmı ise insanî vazifelerdir. Diğer bir kısmı haramlardan sakınmaktır.
“Namaz, dinin direğidir.” Buluğa eren her mü’min için namaz, şartsız bir farzdır. Ashab, Yermûk Savaşı’nda olduğu gibi ima yoluyla kılsa bile namazı terk etmemiştir.
Sıhhati yerinde ve mukim olanın Ramazan orucunu tutması farzdır. Malı olan, zekâtını verir. Onunla birlikte sıhhati yerinde olan ve yol engeline takılmayan Hacda bulunur.
Farzları, Sünnetlerle tamamlamak fazilettir, takvadandır.
Farzlara icabet, bizi insânî faziletlere ve haramlardan sakınmaya götürmelidir. Mü’min, doğru sözlü olur, anne babasına iyilikte bulunur, yakınları gözetir…
Mü’min, haramlardan sakınır ki haramların tamamı insana zararlı olan hâllerdir.
İşte iman-amel-sakınma üçlüsü, bize Allah’a karşı vazifelerimizle şekillenmiş bir hayırlı hayat verir. O hayatın ne kadar hayırlı olduğu ise Hz. Muhammed Mustafa’nın hayatına uygun olmasıyla ölçülür. O, sevilmiştir ve biz, Onun gibi yaşarsak seviliriz. Allah tarafından sevilmek… Allah’ın sevgili kulu olmak… Ne büyük ideal ne büyük mutluluk…
Bunun için hakiki bir iman ve mutlak emniyete muhtacız.
Safvan İbnu Süleym radiyallahü anh anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resulü! dedik, mü'min korkak olur mu?"
"Evet!" buyurdular.
"Cimri olur mu?" dedik.
"Evet!" buyurdular.
"Yalancı olur mu?" diye sorduk.
"Hayır!” buyurdular.
Allah’a karşı sadık olmak ve kullara karşı sadık olmak… İman, bunu gerektirir. Yalan, mü’mini günaha götürür ve günahlar, mü’mini yalan söylemeye götürür.
İMAN EHLİ İLE BİRLİKTE OLMAK
Allah’a karşı vazifemizi yerine getirmek için iman etmek yetmez, iman ehli ile birlikte olmak gerekir. Vazife o kadar ağırdır ki onu tek başına icra etmek mümkün değildir.
Allah’ı seven, O’nu sevenlerle beraber olur ve Allah tarafından sevilmek ancak O’nun tarafından sevilenlerin yanında yer almakla olur.
Mü’min sadık insandır ve sadıklarla beraberdir. Hamd ehlidir ve hamd edenlerle beraberdir. Zikir ehlidir ve zikredenlerle beraberdir. Sabır ehlidir ve sabredenlerle beraberdir.
“Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın, birbirinize dayanıp bağlanın, Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya ulaşabilesiniz.” (Âl-i İmrân, 200)
Dr. Abdulkadir Turan
Dr. Abdulkadir Turan