[audio mp3="https://inzardergisi.com/wp-content/uploads/2023/04/M.GULSEVER.mp3"][/audio]
İnsan iki temel eksiklik ile yaratılmıştır, sosyalleşme ve yardımlaşma zorunluluğu. Bu dünya insanın bir başına üstesinden gelebileceği bir yer asla değildir. Hem almaya hem vermeye mecbur hatta mahkûmdur. Sadece almaya endekslendi mi bütünün yarısını eksik bırakmış ve dengeyi bozmuş olur.
İnsan hem duyguda hem de maddi boyutta diğer insanlara muhtaçtır. Bu manada tüm insanlık birbirine muhtaç olarak yaratılmıştır. Diğerleriyle bir araya gelme, konuşma dertleşme akıl alma, akıl verme, gülme, eğlenme, sevinme, insanoğlunun olmazsa olmazıdır. Ve bu duygusal düzeydeki ihtiyaçlarını ancak diğer insanlar ile giderebilmektedir. Öyle bir başına gülemez; bir başına eğlenemez insan.
Ya akli bir hastalık insanı diğerinden uzak tutar ya da uzak kalma akli hastalığa yol açar.
Çağımız insanının psikolojik rahatsızlıklarının temelinde yalnızlaşma ve paylaşmama yatmaktadır. Psikologların çokça kafa yorduğu, emek harcadığı ve korktuğu yegâne husus sosyalleşmeme ve paylaşmamadır.
New York Stony Brook Üniversitesi psikoloji ve psikiyatri profesörü Turhan Canlı yalnızlığın başta depresyon ve bilişsel gerileme gibi ruhsal sorunların yanında kanser ve kalp sorunları gibi bedensel rahatsızlık riskini artırdığını söyler.
Hakeza kendisinde de var olan bir yeteneği veya bir malı olmayana; yani muhtaç olana vermek de ruh sağlığının güzelleşmesi ve gelişmesine ciddi manada hizmet eder. Bu davranışlar medeniyetimizde paylaşma, yardımlaşma ve dayanışma olarak kodlanmıştır. Hatta İslam’ı üç kelime ile özetle denilse “imandan sonra paylaşma, yardımlaşma, dayanışma” derim. Bu üç haslete hem veren hem alanın hem zengin hem fakirin hem akil hem cahilin ihtiyacı var.
Bütün dinler ve bütün erdemler hatta bütün medeniyetler paylaşma, yardımlaşma ve dayanışma üzerine inşa olmuştur. Bütün savaşlar da paylaşamama üzerine yapılmıştır. Tebessümün bir paylaşım ve infak olduğu dinimizde inanıyorum ki yardımlaşma ve dayanışma metinlerini çıkaracak olsanız içi boş çok ses çıkaran kuru bir kabak kalır orta yerde. Bu sebepledir ki Allah’ın verdiğinden infak etmeyen; yetimin, yoksulun imdadına koşmayan miskin ile hasbihal etmeyenin ibadeti kuru bir görüntüden başka bir şeyi temsil etmez.
İnsanlar arası bu duygusal (sosyal) ve maddi (yardımlaşma) dayanışma elbette ihtiyaç hissedildiği zamanda ve yerde olmalı. Hastalık anında şifa olan ilaç diğer zamanlarda zehir olabilir.
Yardımlaşma ve dayanışma bireysel ve toplumsal güveni tesis eder. Böylesi toplumlarda kaygı, gelecekten endişe etme, geleceği garanti altına alma çabası ve oluşturacağı bencillik ve ötekinin malına göz dikme hastalıkları minimize olur.
Ayrıca yardımlaşma ve dayanışma bir inşa yöntemi ve sürecidir. Kendi katkısıyla da inşa olmuş toplumu koruma, kollama ve daha yukarıya taşıma gayreti de karakteristik bir haslete dönüşür kişide. İyiliğin çoğalmasıyla da aynı karakter toplumsal karaktere dönüşür. Ve ancak böylesi toplumlar medeniyet inşa ederler.
Yani alanı da vereni de mutlu eden bir eylemdir yardımlaşma.
Tabi bu yardımlaşma ferdin ve toplumun büyük felaketlerinde çok daha görünür hale gelir. Fert bazında ölüm, iflas ve hastalıkta bu davranış adeta toplumsal güvenceye dönüşür. Toplumsal felaketlerde ise bu davranış bileşik kapların birbirini tamamlaması gibi adeta bir reflekse dönüşür ve vücudun azaları gibi işler.
Bu nedenle hem kişi bazında hem de toplumsal düzeyde bu tür felaketleri çok daha az tahribat ile bertaraf ederiz. Taziyelerimizin günlerce sürmesi bu travmayı paylaşarak küçültme eylemi olarak anlaşılmalı.
Elbette böylesi felaketlerde dayanışma ve yardımlaşmanın bir reflekse dönüşmesi için o toplumun öncesinde çokça pratiğinin olması lazım. Yani idmanlı olmalı. Öyle aniden ortaya çıkmaz bu eylem.
Nihayet Maraş merkezli asrın felaketi depremde de görüldü ki halkımızın içinde neşvünema etmiş ve sokağındaki, mahallesindeki, şehrindeki yoksulun ve muhtacın yardımına daima koşmuş yüzlerce iyilik hareketinde organize olma ve anında yardıma koşma bir hızlı reflekse dönüşmüş. Ve hem yüreğinde hem de derisinde oluşan yarasına merhem olmuştur depremzedenin. Nihayet devletin eksik ve gediğini de kapatarak deprem yerinde dünyaya örnek olacak bir dayanışma örneği göstermişlerdir.
Hakeza bu, inancımızdan ve kültürümüzden edinilen tarihsel bir reflekstir. Rengine, dinine, diline bakmaksızın musibetzedenin yardımına koşmak inancımızın temel öğretilerindendir. Nitekim Peygamber aleyhisselamın hicretin 4. Yılında kendi talepleri üzerine Mekke’ye gönderdiği 70 ashabının pusuya düşürülerek şehid edilmesi (Bi’ri Maune Olayı) üzerine onları Allah’a havale etti. Hicretin 5. Ve 6. yıllarında Mekke’de büyük bir kuraklık ve kıtlık hâkim oldu. Yeni Müslüman olan Benu Hanife'nin lideri Sümame, ihanetlerinden ötürü onların Yemen'den giden buğday ihracını engelleyerek boykot uyguladı. Bunun zerine Mekkeliler ihanetlerinden ötürü cezalandırıldıklarını anlarlar ve Ebu Süfyan’ı elçi olarak Peygamber Efendimize gönderirler. Felaketin kalkması için dua etmesini ve boykotun kaldırılmasını isterler. Onca zulme rağmen ve 70 sahabenin acısı henüz taze iken Efendimiz dua eder, boykotu bir mektupla kaldırtır, para karşılığında satamadıkları çürümeye yüz tutmuş derilerini satın alır ve ciddi bir miktar altını bağış olarak verir. Ebu Süfyan dönüşte bunu gizlemez ve dağıtır. Mekkeli gençler çok etkilenir ve Peygambere içten içe bir muhabbet beslerler.
Müslüman halkımızın da üç-beş devşirmenin tahrik ve tahkirine rağmen Kahramanmaraş merkezli asrın felaketine duçar olmuş depremzedenin yardımına koşması, tüm imkanlarını seferber etmesi tarihine ve kültürüne halen sımsıkı bağlı olduğunun açık bir göstergesidir.
200 yıllık ifsad hareketine rağmen, 200’den fazla iyilik hareketi enkaza aş olmuş, su olmuş, soba olmuş, çadır olmuş, en önemlisi gönüllere hisar olmuştur.
İslam’ın halkımıza aşıladığı her hasletin yeri ve zamanı geldiğinde hayati derecede önemli olduğunu savaşlarda, darbelerde, işgallerde müşahede ettiğimiz gibi sel, yangın ve deprem felaketlerinde de müşahede ettik elhamdülillah.
post-format-audio
post-format-audio